ABD’nin Çin’e uyguladığı %104’lük ek gümrük vergisi kararı, küresel ticaret dengelerini sarsarak Türkiye ekonomisi için hem fırsatlar hem riskler barındırmaktadır. Türkiye’nin ihracatında ABD önemli bir pay alırken (2024’te %6,2 ile ikinci büyük pazar), Çin ithalatta başı çekmektedir (%11,4 ile ilk sırada). ABD’nin bu hamlesiyle Çin menşeli ürünler ABD pazarında büyük ölçüde dezavantajlı hale gelirken, Türkiye’nin tekstil, hazır giyim, otomotiv yan sanayi, elektronik, çelik gibi sektörleri ABD pazarında rekabet avantajıyakalayabilir. Örneğin, rakip ülkeler Çin (%34), Vietnam (%46) gibi çok daha yüksek tarifelere tabi tutulurken Türkiye’nin %10’luk tarife diliminde kalması ihracatçılarımız için bir avantaj yaratmaktadır. Buna karşılık, küresel ticaret savaşının derinleşmesi global talebi yavaşlatarak Türkiye’nin ihracatını dolaylı yoldan olumsuz etkileyebilir. Ayrıca, Çin’in misilleme hamleleri ve ticaretin bloklaşması, Türkiye’nin ithalat maliyetleri ve tedarik zincirlerinde aksamalara yol açabilir. Bu raporda, söz konusu gelişmenin Türkiye’nin ihracat-ithalat dengesine ve başlıca sektörlerine muhtemel etkileri değerlendirilmiş; ABD ve Çin’in atabileceği adımlar ışığında Türkiye için fırsatlar ve riskler analiz edilmiştir. Son olarak, küresel tedarik zincirlerindeki değişimlerin Türkiye’nin üretim ve yatırım ortamına etkisi incelenmiştir.
Giriş ve Kararın Arka Planı
ABD yönetimi, Çin’in ticaret politikalarına karşı Nisan 2025’te sert bir adım atarak Çin’den ithal edilen mallara %104 oranında rekor düzeyde ek gümrük vergisi getirme kararı almıştır. Bu sıra dışı yüksek tarife, ABD-Çin arasında 2018’den bu yana süregelen ticaret savaşı gerilimini yeni bir zirveye taşımıştır. Beyaz Saray yetkilileri, Pekin’in ABD taleplerine rağmen Amerikalı ürünlere uyguladığı misilleme vergilerini kaldırmaması üzerine bu önlemin alındığını belirtmiştir. Nitekim ABD, daha önce “karşılıklılık esaslı” bir tarife planıyla çeşitli ülkelere farklı oranlarda vergi getirmiş; Çin’e başlangıçta %34 oranında ek vergi uygulamıştı. Ancak Çin’in geri adım atmaması sonucu bu oran katlanarak %104’e çıkarılmıştır. Böylece Çin menşeli ürünler ABD pazarında fiyat olarak iki kattan fazla pahalı hale gelecektir. Bu gelişme, dünyanın en büyük iki ekonomisi arasındaki ticaret hacmini keskin biçimde azaltma potansiyeli taşırken, diğer ülkelerin arada kalan konumunu da etkileyecektir.
Türkiye, geleneksel olarak ABD ile ticaretinde ihracat fazlası değil açığı veren bir ülkedir (2024’te ABD lehine ~2,4 milyar $ açık). Öte yandan Çin ile ticarette açık çok daha büyüktür (2022’de ~38 milyar $)
. Aşağıdaki tablo, Türkiye’nin ABD ve Çin ile ticari dengesini özetlemektedir:
Gösterge (2024 itibarıyla) | ABD (Amerika) | Çin (ÇHC) |
---|---|---|
Türkiye’nin ihracatı (milyar $) | ~16,4
(pay %6,2) |
~3–4 (pay %1,3) |
Türkiye’nin ithalatı (milyar $) | ~18,8 (pay ~%5) |
~41,3 (pay %11,4) |
Ticaret hacmi (milyar $) | 35,2 | ~44 (2022) |
Dış ticaret dengesi (Türkiye lehine) | –2,4 milyar $ (açık) | –38 milyar $ (açık) |
Tablo 1: Türkiye’nin ABD ve Çin ile dış ticareti. Türkiye 2024 itibarıyla ABD’ye ~16,4 milyar $ ihracat yapmış, 18,8 milyar $ ithalat yapmıştır. Aynı dönemde (2022 verileriyle) Çin’e ihracat ~3-4 milyar $ ile sınırlı kalırken, Çin’den ithalat 40 milyar $’ı aşmıştır. ABD, Türkiye’nin toplam ihracatında %6’yı aşan payla ikinci sırada yer alırken, Çin yalnızca %1-1,5 payla ilk 15’in dışındadır. İthalatta ise tam tersi şekilde, Çin %11’le ilk sırada, ABD ise daha gerilerdedir. Bu tablo, ABD-Çin gerginliğinin Türkiye’ye asimetrik bir etki yapabileceğini gösterir: ABD kaynaklı talep şoku Türkiye’nin ihracat gelirlerini etkilerken, Çin kaynaklı arz şoku ise üretim girdileri ve fiyatları üzerinden Türkiye ekonomisine yansıyacaktır.
ABD’nin %104’lük tarife hamlesine karşı Çin hükümeti sert tepki göstermiş, misilleme adımları atmaya başlamıştır. Nitekim Çin, ABD’nin ek vergilerine karşı ABD menşeli ürünlere %34 oranında ek vergi getirerek cevap vermiştir. Ayrıca Pekin yönetimi, stratejik bazı ham maddelerin ihracatını kısıtlamaya gitmiştir: Örneğin 16 adet nadir toprak elementinin ABD’ye ihracını yasaklamış ve bazı Amerikan şirketlerini “güvenilmez kuruluşlar” listesine alarak Çin pazarından men etmiştir. Bu hamleler, ticaret savaşının sadece tarifelerle sınırlı kalmayıp tedarik zincirleri ve yatırım akışları düzeyinde de hissedileceğine işaret etmektedir. Nitekim Uluslararası Para Fonu (IMF) ekonomistleri, dünya ekonomisinin ABD ve Çin merkezli bloklar şeklinde bölünmeye başladığını, bloklar arası mal ticaretinin beklenenden %12 daha fazla düştüğünü tespit etmiştir. Doğrudan yatırımlar da benzer şekilde bloklar arası yaklaşık %20 daha az gerçekleşmektedir. Bu durum, küresel tedarik zincirlerinde kırılma ve jeoekonomik rekabetin dünya ticaret düzenini dönüştürdüğünü göstermektedir.
Bu çerçevede, ABD-Çin gerilimindeki son tırmanışın Türkiye açısından anlamı, ihracatçılarımızın bazı pazarlarda yeni boşlukları doldurma potansiyeli ile global ekonomik yavaşlama risklerinin bir arada var olmasıdır. Aşağıda, sektör bazında bu gelişmelerin olası etkileri ele alınmıştır.
Türkiye’nin İhracat ve İthalat Dengesine Etkiler
ABD’nin Çin’e yönelik tarife artışı, Türkiye’nin dış ticaret dengesini hem doğrudan hem dolaylı kanallardan etkileyecektir. Doğrudan etki, ticaret sapması (trade diversion) yoluyla olabilir: ABD pazarında Çin’e alternatif arayışı, Türkiye menşeli ürünlere talebi artırabilir. Dolaylı etki ise küresel büyüme ve fiyat değişimleri üzerinden olacaktır: Ticaret savaşının dünya ekonomisini yavaşlatması, emtia fiyatlarını düşürmesi veya finansal dalgalanmalara yol açması Türkiye’yi makroekonomik olarak etkileyebilir. Bu nedenle, gelişmeyi değerlendirirken hem ikili ticaret akışlarındaki kaymalar hem küresel tedarik şartlarındaki değişimler göz önüne alınmalıdır.
İhracat Dengesi Açısından: ABD pazarında Çinli üreticilerin yüksek vergi sebebiyle geri çekilmesi, Türkiye’nin belirli ürün gruplarında ihracatını artırması için bir fırsat doğurabilir. Özellikle tekstilde, hazır giyim ve bazı sanayi ürünlerinde Türkiye zaten ABD’ye ihracat yapmaktadır ve rekabet gücüne sahiptir. Örneğin 2024’te Türkiye’nin ABD’ye tekstil ve ham madde ihracatı 780 milyon $ olarak gerçekleşmiş ve ABD, İtalya’dan sonra Türk tekstil sektörü için ikinci büyük pazar olmuştur. Benzer şekilde elektrik-elektronik ürünlerinde Türkiye’nin ABD’ye ihracatı 2024’te %52 artışla 774 milyon $’a ulaşmıştır. Bu artışlar, ticaret savaşının ilk sinyalleriyle bile ABD’nin kısmen Türkiye’ye yöneldiğini göstermektedir. %104’lük tarife sonrası bu eğilim daha da belirgin hale gelebilir. Bunun neticesinde Türkiye’nin toplam ihracatında ABD’nin payı yükselebilir ve ihracat geliri artışı görülebilir.
Öte yandan, ithalat dengesi ve üretim maliyetleri yönünden riskler söz konusudur. Türkiye, imalat sanayinde ara mal ve yatırım malı olarak büyük ölçüde Çin’e bağımlıdır. Çin, Türkiye’nin ithalatında lider konumdadır ve makinadan elektronik parçalara, kimyasallardan tekstile pek çok girdi Çin’den tedarik edilir. ABD’nin hamlesine karşı Çin para birimini değersizleştirirse veya elde kalan ürünlerini alternatif pazarlara (Türkiye dahil) daha ucuza satmaya başlarsa, Türkiye daha ucuza ithalat yapma avantajı elde edebilir. Nitekim Çin ve Vietnam gibi ülkeler, ABD’ye satamadıkları mallar için diğer bölgelere yönelecektir. Bu, Türkiye iç pazarında ucuz Çin malı akışı anlamına gelebilir; enflasyonu düşürücü etkisi olumlu iken, yerli üreticilerin rekabetini zorlayıcı etkisi olumsuz olabilir. Ayrıca Çin kaynaklı kritik ürünlerde (örneğin elektronik komponentler, makine aksamı) ABD pazarının kapanması, Çin’de üretimi kısma veya başka pazarlara kaydırma sonucunu doğurursa, tedarik sıkıntıları yaşanabilir. Özellikle yüksek teknoloji ürünlerinde Çin tekelinin kırılması kısa vadede zor olduğundan, ara malı temininde gecikmeler görülebilir.
Sonuç olarak, ABD-Çin tarifelerinin Türkiye’nin dış ticaretine etkisi ikili ticaret hadlerindeki iyileşme (bazı sektörlerde ihracat artışı, daha ucuz ithalat) ve küresel koşullardaki kötüleşme (talep daralması, belirsizlik) arasında dengelenecektir. Türkiye’nin bu süreçte kazanım elde etmesi, sektörel rekabet gücünü ne kadar kullanabileceğine ve küresel durgunluğun boyutuna bağlı olacaktır.
Sektörel Etkiler ve Ticari Konumun Değişimi
ABD-Çin ticaret hamlesinin Türkiye’ye etkilerini daha net analiz edebilmek için başlıca sektörler bazında inceleme yapmak faydalıdır. Aşağıda, metinde istenen sektörler özelinde (tekstil, otomotiv, elektronik/teknoloji, çelik, tarım) muhtemel etkiler değerlendirilmiştir:
Tekstil ve Hazır Giyim Sektörü
Çin ve diğer Asya ülkelerine yüksek gümrük vergileri, Türk tekstil ve konfeksiyon sektörü için en belirgin fırsatlardan birini oluşturmaktadır. Zira ABD, tekstil ve giyim ürünlerinde büyük oranda Uzak Doğu’dan ithalata bağımlıdır. Trump yönetiminin yeni tarifeleri uyarınca Türkiye’nin en büyük rakipleri konumundaki Çin, Hindistan, Vietnam, Bangladeşgibi ülkelere tekstil-hazır giyim alanında standart %10’un çok üzerinde vergiler konmuştur (Çin %34, Hindistan %26, Vietnam %46 gibi). Buna karşılık Türkiye yalnızca %10’luk ek vergi dilimindedir. Bu durum, Türk menşeli ürünlerin ABD pazarında fiyat açısından rakiplerine göre avantajlı hale gelmesi demektir. Ekonomist Mahfi Eğilmez’e göre, Çin, Hindistan, Pakistan, Tayvan, İtalya gibi Türkiye ile benzer ürünleri satan ülkelerin daha yüksek vergiye tabi olması “Türkiye’den ABD’ye ihraç edilecek tekstil ürünlerinin fiyatlarını çok daha rekabetçi hale getirecektir” ve Türk tekstil ihracatçılarının ciddi bir avantaj yakalamasına olanak sağlayacaktır.
Nitekim 2024 yılında ABD, Türkiye’nin en fazla tekstil ihracatı yaptığı ikinci ülke konumuna yükselmiştir. İTKİB verilerine göre 2024’te ABD, Türkiye’nin tekstil ve ham maddeleri ihracatında %6,8 pay alarak İtalya’dan sonra ikinci sırada yer almış; bu sektörde ABD’ye yapılan ihracat yıllık bazda 780 milyon $ seviyesine ulaşmıştır. Hazır giyim ve konfeksiyon alanında da ABD pazarı Türk üreticileri için önem taşımaktadır – örneğin Türk denim/jean üreticileri, halihazırda ABD’li markalara ciddi tedarik sağlamaktadır. Şimdi, Çin menşeli giyim ürünlerinin maliyetinin iki kattan fazla artması, Amerikalı perakendecileri Türkiye, Meksika, Orta Amerika, Bangladeş gibi alternatif tedarikçilere yönelmeye zorlayacaktır. Türkiye’nin coğrafi konum avantajı, kaliteli üretim altyapısı ve hızlı teslimat süreleri dikkate alındığında, özellikle moda/perakende sektöründe yeni siparişlerin bir kısmının Türkiye’ye kayması mümkündür. Hatta son dönemde üretimini Çin’den Vietnam’a kaydıran küresel giyim markalarının, yeni rota arayışında Türkiye’yi “cazip bir aday” olarak değerlendirmeye alabilecekleri ifade edilmektedir.
Öte yandan dikkat edilmesi gereken nokta, Türkiye’nin de ABD’ye ihracatında artık %10 ek vergi ile karşılaşacak olmasıdır. Önceden bazı tekstil ürünlerinde gümrük vergisi %0’a yakındı; şimdi bu oran %10’a çıkacağı için Türk ürünleri de eskiye kıyasla ABD’de daha pahalı hale gelecektir. Yani avantaj, göreceli bir avantajdır – rakipler daha da pahalandığı için Türkiye rekabetçi konuma geliyor, fakat Türkiye’nin ürünleri de geçmişe göre bir miktar pazar kaybı riski taşımaktadır. Ayrıca yüksek gümrük vergileri, ABD’li alıcıları üretimi tamamen ülke içine çekmeye teşvik etme amacı da taşır. Bu nedenle bazı büyük alıcılar, Türkiye yerine doğrudan ABD’de üretime yönelebilirler. Yine de kısa vadede üretim coğrafyasının kökten değişmesi zordur; bu açıdan bakıldığında kısa ve orta vadede Türk tekstil sektörü için net fırsatağır basmaktadır.
Riskler tarafında, Çin’in ABD’ye satamadığı tekstil ürünlerini üçüncü ülkelere (örneğin Avrupa, Afrika pazarlarına) yöneltmesi beklenebilir. Çin mallarının Avrupa’da fiyat kırması, Türk tekstilinin AB pazarındaki payını korumasını zorlaştırabilir. Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği içinde olan Türkiye, AB’nin Çin’e karşı olası koruyucu önlemlerinden (kota, anti-damping vb.) yararlanamazsa, Çin rekabeti Türkiye’nin AB’ye tekstil ihracatını baskılayabilir. Ancak AB de kendi üreticisini korumak adına Çin’e karşı tedbir alırsa, Türkiye – AB yakın tedarik zinciri ilişkisi sayesinde – Avrupa’da da avantajlı konumda kalabilir. Son olarak, yüksek girdi maliyetleri (özellikle enerji ve pamuk fiyatları) Türk tekstilinin rekabet gücünü etkileyen unsurlar olmaya devam edecektir. Liranın değer kaybı son yıllarda maliyetleri kısmen dengelemiş olsa da, finansman ve enflasyon sorunları sektörün yatırım yapma kapasitesini sınırlayabilir.
Otomotiv Sektörü (Araç ve Yan Sanayi)
Otomotiv sektörü, ABD’nin yeni tarifelerinden hem doğrudan hem dolaylı etkilenebilecek kritik sektörlerden biridir. Trump yönetimi, ithal otomobil ve otomobil parçalarına özel olarak %25 oranında tarife uygulamaya başlamıştır. Bu karar, başta Avrupa, Güney Kore ve Japonya olmak üzere ABD’ye büyük otomotiv ihracatı yapan ülkeleri hedef almaktadır. Örneğin ABD’nin Güney Kore’den ithalatının %16’sı otomotiv ürünlerinden oluşmaktadır; Avrupa Birliği’nin ABD’ye araç ihracatı yıllık ~77 milyar € (AB’nin ABD’ye ihracatının %14,7’si) düzeyindedir. Dolayısıyla %25’lik ek vergi, Avrupalı ve Asyalı otomotiv devlerinin ABD’ye erişimini kısıtlayarak bu ülkelerde üretim fazlası ve kapasite daralması yaratacaktır.
Türkiye, küresel otomotiv değer zincirinde özellikle Avrupa’ya entegre bir üretici konumundadır. 2024 yılında Türkiye’nin toplam otomotiv ihracatı 37,2 milyar $ ile rekor kırmış, bunun 25,4 milyar $’ı (%68’i) AB ülkelerinegerçekleştirilmiştir. ABD pazarı, Türkiye otomotiv sektörü için nispeten küçük olsa da tamamen ihmal edilebilir değildir: 2024’te Türkiye’nin ABD’ye otomotiv ihracatı 1,21 milyar $ olmuştur. Bu rakam, Türkiye’nin toplam otomotiv ihracatının %3’üne denk gelmektedir. ABD’ye ihracat edilen ürünler arasında otomotiv sektörü, %10 pay ile (havacılık/savunma sonrası) ikinci sırada gelmektedir. Yani Türk otomotivinin ABD’ye doğrudan satışı sınırlı olsa da; yan sanayi ürünleri (yedek parça, komponent) ve özel amaçlı araçlar (örneğin hafif ticari araçlar) alanında bir yer edinmiştir.
ABD’nin yeni tarifeleri, doğrudan bu 1,2 milyar $’lık ihracatı da hedef almaktadır. Türkiye, ticaret açığı verdiği için genel tarife %10 olsa da, otomotiv ürünlerinde muhtemelen %25’lik yüksek tarife uygulanacaktır (Kanada ve Meksika bile otomotivde bu orana tabi tutulmuştur). Bu durum, halihazırda küçük olan ABD pazarındaki varlığımızı daha da pahalı hale getirerek rekabet dezavantajıdoğurabilir. Özellikle Türkiye’den ABD’ye ihraç edilen ticari araçlar (örneğin minibüs, van segmenti) bu vergi nedeniyle fiyat tutturmakta zorlanabilir. Kaldı ki ABD, yıllardır “chicken tax” gibi uygulamalarla hafif ticari araç ithalatını kısıtlamaktaydı; yeni %25 tarife bu bariyeri kalıcılaştırmaktadır.
Dolaylı etkiler bakımından, asıl önemli konu AB otomotiv sanayii üzerindeki yansımadır. Avrupa’daki büyük otomotiv üreticileri (Alman, Fransız, Japon firmaların AB tesisleri), ABD pazarına satış yapamazsa üretimlerini kısmak zorunda kalabilir. Böyle bir senaryoda, bu üreticilere parça tedarik eden Türk otomotiv yan sanayi firmalarına olan talep de azalacaktır. Türkiye, AB otomotiv değer zincirine motor, vites kutusu, kablo demeti, lastik, cam gibi pek çok parçada entegredir. Avrupa’daki üretim kesintileri, doğrudan doğruya Türk yan sanayi ihracatını düşürebilir. İkinci olarak, AB’nin ABD’ye satamadığı araçları kendi iç pazarına yöneltmesi olasılığı vardır. Bu durumda Avrupa piyasasında araç arzı artacağı için fiyatlar düşebilir; bu da Avrupa’ya araç satan (örneğin Türkiye’de üretilip AB’ye ihraç edilen Fiat, Renault, Toyota modelleri gibi) Türk montaj sanayini olumsuz etkileyebilir. Talep Avrupa içinde doymuş hale gelirse, Türk fabrikalarının üretim planlarını kısmaları gündeme gelebilir. Sonuçta Türkiye’nin AB’ye yüksek entegrasyonu göz önüne alındığında, ABD-AB arasındaki otomotiv gerilimi Türkiye’nin ihracatına dolaylı yoldan yansıyabilecek niteliktedir.
Bununla birlikte, fırsatlar cephesi de mevcuttur. ABD’nin AB, Japonya ve Kore araçlarına vergi koyması, bu ülkelerin üreticilerini ya yatırımı ABD’ye kaydırmaya ya da üçüncü bir ülkede üretip ABD’ye ihraç etmeye teşvik edebilir. Örneğin Türkiye, gümrük birliği sayesinde Avrupa menşeli sayılan ve ABD ile sorun yaşamayan bir üretim üssü olarak görülebilir. Avrupa otomotiv devleri, ABD’ye satacakları bazı modelleri Türkiye’de üretmeyi düşünürse (örneğin ABD’ye satılacak bir aracı Almanya yerine Türkiye fabrikasında üretmek), Türkiye yatırım çekebilir. Nitekim İstanbul Ticaret Odası Başkanı Sekib Avdagić de yüksek tarife oranlarına tabi ülkelerdeki şirketlerin, Türkiye gibi daha düşük tarifeli ülkelere yatırım yaparak ABD’ye buradan ihracat yapma yoluna gidebileceğini belirtmiştir. Türkiye’nin ABD ile doğrudan serbest ticaret anlaşması olmaması bir engel olsa da, bu tür yatırım yoluyla dolaylı erişim yöntemleri değerlendirilebilir. Özellikle elektrikli araç ve batarya yatırımları gibi yeni alanlarda, Çinli veya Avrupalı firmaların Türkiye’yi bir üretim üssü olarak seçmesi olasılığı belirmiştir. Ancak bunun gerçekleşmesi, Türkiye’nin yatırım ikliminin cazip olmasına bağlıdır (aşağıda tedarik zinciri bölümünde ele alınacaktır).
Elektronik ve Teknoloji Sektörleri
Elektronik sektörü, özellikle telekomünikasyon ekipmanları, tüketici elektroniği, yarı iletkenler gibi alanlarıyla ABD-Çin ticaret savaşının odak noktalarından biridir. ABD, uzun süredir Çin’i yüksek teknolojili ürünlerde haksız rekabet ve fikri mülkiyet ihlaliyle suçlayarak kısıtlamalar getiriyordu. Yeni %104’lük tarife, Çin’den gelen tüm elektronik ürünleri de kapsayarak bu ülkenin fiyat avantajını tamamen ortadan kaldırmayı hedefliyor. 2023 verilerine göre ABD, sadece Çin’den 54,5 milyar $’lık telekom ekipmanı ve 37,9 milyar $’lık bilgisayar ithal etmiştir. Çin’den ABD’ye yapılan toplam ithalatın %27’si tek başına elektronik/elektrik ekipmanlarıdır. Dolayısıyla bu kategoride Çin’in pazar kaybı muazzam olacaktır. Bu açığın bir kısmını Vietnam, Güney Kore, Tayvan, Malezya, Meksika gibi ülkeler doldurmaya çalışacaktır (zaten örneğin Vietnam, Samsung üretimleri sayesinde ABD’ye 19,3 milyar $ telefon/TV ve 8,8 milyar $ bilgisayar ihracatı yapmıştır 2023’te). Hindistan gibi yükselen üreticiler de benzer fırsat kollamaktadır.
Türkiye’nin elektronik ihracatında geleneksel olarak AB, Orta Doğu ve Kuzey Afrika pazarları öne çıkmakla birlikte, ABD’nin payı hızla artmaktadır. 2024 yılında Türkiye’nin ABD’ye elektrik-elektronik ihracatı 774 milyon $’a ulaşmış ve bu, 2023’e göre %52 artış demektir. ABD, bu sayede Türkiye’nin elektronik sektörü ihracatında %6,5 pay alarak dördüncü büyük pazar konumuna gelmiştir. Bu artışlar, ABD şirketlerinin Çin dışından tedarik arayışında Türkiye’nin de radarlarına girdiğine işaret ediyor. Özellikle beyaz eşya (buzdolabı, çamaşır makinesi vb.), televizyon ve elektrik ekipmanları alanında Türk firmaları rekabetçidir ve ABD’ye ihracatı artırabilir. Örneğin, hali hazırda Avrupa’nın en büyük TV üreticilerinden Vestel, ABD pazarına girmek için fırsat kollayabilir. Arçelik (Beko) ise Latin Amerika ve ABD’de bazı satın almalar yapmış olup, bu pazarlara ihracatı artırabilir. Çin’e getirilen yüksek vergi, bu firmaların ABD’deki konumunu güçlendirebilir.
Teknoloji sektöründe bir diğer boyut, yarı iletkenler ve kritik teknolojilerdeki stratejik hamlelerdir. Çin’in misilleme olarak nadir toprak elementleri ihracatını durdurması, ABD teknoloji üreticilerini alternatif kaynak arayışına itecektir. Bu elementler (örneğin neodimyum, lityum vb.), elektronik, elektrikli araç ve savunma sanayii için hayati önemdedir. Türkiye, bu alanda büyük bir oyuncu değilse de, dikkate değer rezervlere sahip olduğunu açıklamıştır. Eti Maden’in 2022’de Eskişehir’de keşfettiği nadir toprak elementleri rezervi ve mevcut bor madeni üretimindeki liderliği, Türkiye’yi uzun vadede kritik mineraller tedarikçisiyapabilir. ABD ve müttefikleri “friend-shoring” (dost ülkelerden tedarik) stratejisi güderken, Türkiye’nin sahip olduğu bor mineralleri ve keşfedilmeyi bekleyen nadir elementler önem kazanabilir. Nitekim uzmanlar, Türkiye’nin ABD ile ticaretinde “kritik mineraller” alanına yönelebileceğini ve üçüncü ülkelerde (örneğin Afrika’da) ABD ile ortak yatırımlar yapabileceğini belirtmektedir.
Yazılım ve hizmetler tarafında, ABD-Çin gerginliği doğrudan bir etki yaratmasa da dolaylı etkiler olabilir. Çin ile teknoloji transferi zorlaşırken, Çinli teknoloji şirketleri Batı pazarlarından dışlanmaktadır. Bu firmalardan bazıları (örneğin Huawei, Xiaomi gibi) Türkiye’yi bölgesel merkez olarak kullanmak isteyebilir. Nitekim halihazırda bazı Çinli akıllı telefon üreticileri (Xiaomi, Oppo vb.) Türkiye’de montaj fabrikaları kurmuştur. Gerginlik arttıkça, Çinli üreticiler ürünlerini “Made in Turkey” etiketiyle üçüncü ülkelere satma yoluna gidebilir. Bu, Türkiye’ye kısa vadede yatırımı artırsa bile, ABD’nin tepkisini çekebilecek bir durumdur. Türkiye, ABD yaptırımlarını delmeye yönelik trans-şipman merkezi olarak algılanmamaya dikkat etmelidir; aksi halde ABD, Türkiye’ye tanıdığı %10’luk düşük tarife avantajını geri alabilir veya yaptırım uygulayabilir (benzer durumlar geçmişte İran ve Rusya yaptırımlarında görülmüştür).
Özetle, elektronik/teknoloji sektöründe Türkiye için fırsatlar: ABD’ye tüketici elektroniği ihracatının artması, yeni teknoloji yatırımlarının çekilmesi (hem Batı’dan hem Uzak Doğu’dan) ve kritik madenlerin değerlendirilmesi olarak sayılabilir. Riskler ise tedarik zincirindeki aksamalar (özellikle yarı iletken temini), ABD’nin hassas teknolojiler konusunda müttefiklerine baskı yapması (örneğin 5G şebekelerinde Çin ekipmanlarının yasaklanması baskısı) ve Türkiye’nin arada kalmasıdır. Avrupa Birliği’nin de ABD’nin teknoloji hamlelerine vereceği yanıt önemlidir; zira AB, ABD’den çok miktarda teknoloji ürünü ithal etmektedir. ABD’nin korumacı adımları karşısında AB misilleme yaparsa, bu kez ABD ürünlerine alternatif tedarikçiler Avrupa pazarında öne çıkabilir. Türkiye, AB’nin tedarik zincirinde olduğu için bu değişimden yarar görebilir (örneğin ABD’den alınamayan bir dijital ürünü Türkiye’den tedarik etmek gibi) ancak bunlar sınırlı ihtimallerdir.
Demir-Çelik Sektörü
Çelik sektörü, 2018’den bu yana devam eden ticaret savaşı ve korumacı politikalardan en çok etkilenen sektörlerden biridir. ABD, ulusal güvenlik gerekçesiyle 2018’de Section 232 kapsamında çelik ithalatına %25 ek vergi getirmiş, bu karar Türkiye dahil tüm ihracatçılara uygulanmıştı. Hatta 2018 Ağustos’unda Türkiye’ye yönelik siyasi gerilim nedeniyle bu vergi bir süre %50’ye çıkarılmıştı. Sonuç olarak Türkiye’nin ABD’ye çelik ihracatı o tarihten beri ciddi gerileme gösterdi: Türk Çelik İhracatçıları Birliği verilerine göre, Türkiye’nin ABD’ye çelik ihracatı 2017’de 2 milyon tonu bulurken 2024’te 391 bin tona kadar düşmüştür. Yani son yıllarda Türk çelik sektörü ABD pazarında büyük kayıp yaşadı.
Şimdi, ABD’nin Çin’e %104 vergi koyması, Çin çeliğinin ABD’ye girişini fiilen imkânsız hale getirmektedir. Çin dünyanın en büyük çelik üreticisi ve ihracatçısı konumundadır; ancak ABD pazarı zaten Section 232 ve anti-damping vergileriyle Çin’e büyük ölçüde kapalıydı. %104 tarife, bu durumu pekiştirmiştir. Bu gelişme Türk çelik sektörü için iki ucu keskin bıçak gibidir: Bir yandan ABD pazarında oluşan boşluk Türkiye için bir fırsat olabilir; diğer yandan Çin’in alternatif pazarlara yönelmesi diğer bölgelerde Türk çeliğine baskı yaratabilir.
Olası fırsat yönüyle: Eğer ABD yönetimi, güvenlik müttefiki gördüğü Türkiye’ye karşı daha esnek davranırsa, Türk çelik ihracatçıları ABD’ye satışlarını artırabilirler. Yeni tarife rejiminde Türkiye sadece %10’luk dilimde kaldıysa (Section 232’nin yerine geçtiği varsayılırsa), Türk çeliği ABD’de %10 vergiyle satılabilecektir. Bu, önceki %25’lik küresel vergiden bile düşük bir oran olduğundan Türk üreticilerinin rekabet gücü artabilir. Nitekim Ticaret Bakanı Ömer Bolat, ABD’nin diğer ülkelere çok daha yüksek vergi uyguladığı bu dönemde Türkiye’ye %10 uygulanmasını “kötünün iyisi” olarak nitelemiş, daha yüksek vergilerle karşılaşan rakipler karşısında Türkiye’nin göreli olarak avantajlı olduğunu vurgulamıştır. Özellikle ABD iç piyasasında inşaat çeliği, boru profil, paslanmaz çelik gibi alanlarda Türk ihracatçıları yeniden pay kazanabilir. ABD, altyapı yatırımlarını artırdığı bir dönemden geçerken (2021 altyapı yasa paketi vb.), uygun maliyetli ithal çeliğe ihtiyaç duyabilir. Eğer diplomatik ilişkiler elverirse, Türk çeliği Çin’in yokluğunda kısmen ABD açığını kapatabilir.
Risk yönüyle: Çin ve diğer Asyalı üreticiler, ABD’ye satamadıkları çeliği dünya pazarına yönlendireceklerdir. Zaten kapasite fazlası bulunan Çin, mallarını dumping fiyatlarla Latin Amerika, Afrika, Orta Doğu pazarlarına sürmeye çalışabilir. Avrupa Birliği, Çin çeliğine karşı yıllardır anti-damping önlemleri uygulamaktadır; Türkiye ise benzer önlemler almada genellikle gecikmektedir. Çin menşeli ucuz çelik akını, Türk çelik üreticilerinin üçüncü ülkelerdeki ve iç piyasadaki payını daraltabilir. Örneğin Orta Doğu pazarında Türk çeliği güçlüdür; ancak Çin agresif fiyatlarla girdiğinde pazar kaybı yaşanabilir. Ayrıca Türk iç piyasası da Çin çeliği ile dolarsa, yerli üreticiler zarar görebilir. Bu durum istihdam ve cari denge açısından olumsuz olur. Bir diğer risk, ABD’nin Türk çeliğine yönelik tutumunun belirsiz olmasıdır. Her ne kadar Türkiye düşük vergi diliminde olsa da, ABD iç lobilerinin (örneğin Amerikan Çelik Birliği vs.) baskısıyla Türkiye’ye ayrı bir kota veya kısıtlama getirilebilir. Nitekim 2018’de benzer bir lobicilik sonucu Türkiye’ye karşı oran yükseltilmişti. Dolayısıyla, Türk çelik sektörü fırsatı değerlendirmek isterken dikkatli diplomasi yürütülmeli, ABD ile temas halinde olmalıdır.
Özetle, çelik sektöründe kısa vadede ABD pazarına ihracat arttırma imkanı doğsa bile, küresel arz fazlası ve fiyat baskısı riskleri dengeleyici olacaktır. Türk üreticiler, kalite ve lojistik hız avantajlarını kullanarak ABD’de kaybettikleri zemini bir miktar geri kazanabilirler. Bunun işaretleri için çelik ihracatımızın aylık verileri yakından takip edilmelidir. Ayrıca, AB’nin ABD’ye karşı çelikte misilleme olarak önceki anlaşmazlıklardan kalan tarifeleri geri getirmesi gündeme gelebilir. Bu da transatlantik çelik ticaretini zorlayarak, Türkiye’nin AB’ye çelik ihracatını (gümrük birliği nedeniyle serbest olduğu için) artırabileceği bir alan açabilir. Ancak bu çok spesifik bir senaryodur.
Tarım ve Gıda Sektörü
ABD-Çin ticaret savaşının tarım sektörü üzerindeki etkisi daha çok dolaylı ve jeopolitik olacaktır. ABD, dünyada en büyük tarım ürünleri ihracatçılarından biri; Çin ise en büyük ithalatçılardan biridir. Aralarındaki gerilim geçmişte özellikle soya fasulyesi, et, tahıl gibi ürünlerde büyük yön değişimlerine yol açmıştı. Örneğin 2018-2019’da Çin, ABD’den soya alımını kısarak Brezilya ve Arjantin’e yönelmiş; ABD’li çiftçiler zor durumda kalmıştı. Benzer şekilde Çin, şimdi misilleme kapsamında ABD’den tarım ve gıda ürünü alımını daha da kısabilir ve başka ülkelerden tedarike yönelebilir. Türkiye, tarımda net ihracatçı olmadığı (birçok üründe ithalatçı) için bu değişimden dolaylı etkilenecektir.
Olası fırsatlar: Çin pazarında ABD’li üreticilerin boşluğunu doldurmak için Türkiye bazı ürünlerde devreye girebilir. Nitekim Türk gıda ve tarım ürünlerinin Çin’e ihracatını artırma çalışmaları bir süredir devam ediyor; Çin şu anda Türkiye’den meyve, bitkisel yağ, fındık, un, süt ürünleri gibi ürünler almaya başlamış durumda. Özellikle kiraz, narenciye, süt ürünleri, kanatlı eti gibi ürün gruplarında Çin ile son yıllarda anlaşmalar yapılmış ve ihracat başlamıştır. Çin’in ABD’den almadığı buğday, soya gibi ürünleri Brezilya, Rusya gibi yerlerden alması, onların bizim geleneksel pazarlarımıza daha az mal satmasına yol açabilir; bu da Türk un, makarna ihracatçılarına dolaylı alan açabilir. Örneğin, Çin’in ABD’den almadığı pamuk yerine Türk pamuk ithalatını artırması (Türkiye pamuğu Çin’e ihraç edebilir) olasıdır. Keza Çin’in ABD’den almadığı sığır eti için Türkiye henüz o kapasitede değil ama ileride olabilir. Ayrıca Çin, ABD’den almaktan kaçındığı tarım teknolojileri veya tohum gibi alanlarda Türkiye ile işbirliğini artırmaya çalışabilir.
ABD tarafında ise, Çin’in misillemeleri sonucu ABD’li tarım ürünleri elde kalırsa, bunlar dünya piyasasına ucuz fiyattan dökülebilir. Örneğin Çin’in almadığı milyonlarca ton soya fasulyesi ve mısır, küresel fiyatları düşürebilir. Türkiye, net ithalatçı olduğu yem ham maddelerini daha ucuza temin ederek besicilik maliyetlerini düşürebilir. Amerikan pamuk fiyatlarının düşmesi, Türkiye’nin pamuk ithalat faturasında azalmaya yol açabilir (Türkiye pamukta kendine yetemiyor ve ciddi ithalat yapıyor). Bu gibi dolaylı etkiler, tarım-gıda sektöründe girdi maliyetlerini azaltarak olumlu yansıyabilir.
Muhtemel riskler: Küresel tarım fiyatlarındaki oynaklık, Türk çiftçisinin rekabet gücünü zorlayabilir. ABD’den Avrupa’ya yönelen ucuz tarım ürünleri, Türkiye’nin AB’ye yaptığı gıda ihracatında rekabeti kızıştırabilir. Örneğin, ABD’nin elinde kalan soya ve mısır için Avrupa pazarı alternatif olursa, Karadeniz havzası ülkeleri (Rusya, Ukrayna) bu ürünleri Türkiye’ye satmak için daha agresif fiyat uygulayabilir. Ayrıca Çin’in ABD’den almadığı ürünleri yoğun alacağı ülkeler (Brezilya gibi) kendi pazarlarına odaklanınca, Türkiye o ülkelerden alımda sıkıntı yaşayabilir. Örneğin, Çin artan şekilde gübre veya hububat ithalatını farklı kaynaklardan yaparsa, Türkiye’nin tedarik zincirinde dar boğaz oluşabilir.
Bir diğer boyut da gıda ticaretindeki jeopolitik dengelerdir. ABD, gıda ihracatını bir baskı aracı olarak kullanabilir; dost ülkelere uygun fiyat, rakiplere ambargo vs. Türkiye, ne ABD gibi dev bir tarım ihracatçısı ne de Çin gibi dev bir ithalatçı olmadığı için bu savaşta doğrudan hedef olmasa da gıda güvenliği ve fiyat istikrarı açısından uyanık olmalıdır. IMF, ticaret savaşlarının küresel büyümeyi düşürerek 2019’da dahi finansal kriz sonrası en düşük seviyelere indirebileceği uyarısını yapmıştır. Küresel resesyon riski gerçekleşirse, tarım ürünlerine talep de azalabilir ve fiyatlar oynak seyredebilir. Bu ise ihracatçı bazı tarım sektörlerimizi (yaş meyve-sebze gibi) olumsuz etkileyebilir.
Genel Değerlendirme: Fırsatlar ve Risklerin Özeti
Yukarıdaki sektör analizlerinden görüldüğü üzere, ABD-Çin gerilimindeki tırmanış Türkiye açısından bir dizi fırsat penceresi açarken ciddi risk unsurlarını da beraberinde getirmektedir. Bu bölümde, bu fırsat ve riskler ana hatlarıyla özetlenmiştir.
Türkiye Açısından Olası Fırsatlar:
-
Pazar Payı Kazanımı: ABD’nin Çin ve benzeri rakip ülkelere yüksek tarifeler uygulaması sayesinde, Türk ihracatçıları ABD pazarında rekabet avantajı elde edebilir. Özellikle tekstil/konfeksiyon, bazı tüketici elektroniği, otomotiv yan sanayi ve çelik ürünlerinde Türk mallarının göreli fiyatı düşeceği içinyeni siparişler Türkiye’ye yönelebilir. Nitekim 2024’te ABD, Türkiye’nin tekstil (ham madde) ihracatında %6,8 pay ile 2. sıraya yükselmiştir; benzer şekilde elektronik ihracatımızda %52 artış görülmüştür
– bu trend güçlenebilir. -
Yatırım Çekme (Yeni Üretim Üssü): ABD-Çin gerilimiyle küresel firmalar tedarik zincirlerini çeşitlendirmeyeve “friend-shoring” (dost ülkeye kaydırma) yapmaya yöneliyor. Türkiye, güçlü imalat altyapısı ve Avrupa’ya yakınlığı ile bu yeniden yapılanmada öne çıkabilir. Çin’e yüksek vergi ödeyeceğine, Türkiye’de fabrika kurup oradan ABD’ye daha düşük vergili mal satmak isteyen şirketler olabilir. Özellikle Çin, Hindistan, Güney Kore gibi yüksek tarife diliminde yer alan ülkelerin firmaları Türkiye’de yatırım fırsatlarını değerlendirebilir (örn. tekstil, elektronik montaj, otomotiv parça üretimi). Ticaret Bakanı Bolat, ABD ile ticarette sektörel fırsatları yakalamak için özel hazırlıklar yapıldığını ve Türkiye’nin stratejik hamlelerle ihracatını artırmaya çalışacağını belirtmiştir.
-
Alternatif Pazar ve Ürün Geliştirme: Çin’in ABD’den almayacağı bazı ürünler için Türkiye alternatif tedarikçikonumuna gelebilir. Örneğin Çin’in ithalatını artırabileceği tarım ürünleri, gıda, maden cevherleri gibi alanlarda Türkiye ihracatını yükseltebilir. Halihazırda Çin, Türkiye’den mermer, bor minerali, krom, gıda ürünleri alıyor; ABD ile gerginlik Çin’i Türkiye ile ticareti artırmaya itebilir. Aynı şekilde ABD de Çin’e bağımlı olduğu nadir elementler, kritik elektronik parçalar konusunda Türkiye gibi müttefiklerle işbirliğini artırabilir. Bu durum, Türkiye’nin katma değerli üretim ve yeni ürün geliştirme girişimlerini teşvik edebilir.
-
Daha Ucuz Girdi İthalatı: Çin’in ürünlerine ABD’de talep düşünce, küresel piyasalarda bazı ara mal ve hammaddelerin fiyatı gerileyebilir. Türkiye, enerji ve hammaddede net ithalatçı bir ülke olarak, ucuzlayan emtia ve girdilerden faydalanabilir. Örneğin dünya genelinde petrol fiyatları ticaret gerilimiyle düşerse cari açığımız azalır. Veya Çin menşeli makine-ekipman fiyatları düşerse, sanayicimiz yatırımlarını daha ucuza yapabilir. Bu da rekabet gücümüzü dolaylı artırır. Bolat, tarifelerin kur üzerinden enflasyona ek bir baskı yaratmayacağını, döviz kuru üzerinde ekstra bir etki beklemediklerini ifade ederek, fiyat baskısının sınırlı kalabileceğine işaret etmiştir.
-
Jeopolitik Konumun Değerlendirilmesi: Türkiye, ABD ve Çin’le de konuşabilen nadir ülkelerden biridir. Bu konum, doğru kullanılırsa her iki tarafla da ilişkileri geliştirme fırsatı sunabilir. ABD ile ticaret hacmini artırmak için müzakereler yapan Türkiye, 2024’te ikili ticareti %4,7 artışla 35,2 milyar $’a çıkarmıştır. Ortak hedef 100 milyar $’dır. Çin ile de stratejik işbirliği girişimleri (Kuşak-Yol projesi vb.) sürmektedir. Ticaret savaşında denge politikasıizleyen Türkiye, hem ABD’nin güvenini pekiştirerek (örneğin ticaret açığını azaltmaya çalışarak) ilişkilerini iyileştirebilir, hem de Çin’in Batı’dan boşalan yatırımlarını çekebilir. Bu denge, doğru yönetilirse Türkiye’ye stratejik ödünler koparma şansı verebilir.
Türkiye Açısından Olası Riskler:
-
Küresel Talep ve Büyüme Riski: IMF ve Dünya Bankası, ticaret savaşlarının küresel büyümeyi yavaşlatacağıkonusunda uyarıyor. ABD-Çin gerilimi uzarsa dünya ekonomisinde 2025-2026’da bir durgunluk ihtimali mevcut. Böyle bir durumda ihracat pazarlarımızda talep daralması yaşanacaktır. AB ekonomisi de ticaret geriliminden olumsuz etkilenip yavaşlarsa, Türkiye’nin en büyük pazarı olan AB’ye ihracatında düşüş olabilir. Küresel büyümenin 0.3 puan kadar aşağı çekilebileceği ve Euro Bölgesi’nde %0,3’e varan GSYH kaybı olabileceği öngörülüyor. Bu da Türkiye gibi entegre ekonomileri vurur. Sonuçta genel ihracat hacmimiz, her ne kadar pazar payı artsa da, mutlak olarak azalabilir.
-
Çin’in Misillemeleri ve Tedarik Zinciri Aksamaları: Çin’in aldığı önlemler (ABD’ye nadir element satmamak, bazı ABD şirketlerini boykot etmek gibi) küresel değer zincirlerinde aksama yaratabilir. Özellikle teknoloji ve imalat sanayinde kritik bileşen kıtlığı ortaya çıkabilir. Örneğin nadir element kıtlığı, yenilenebilir enerji ekipmanlarından otomotive birçok sektörde üretimi yavaşlatabilir. Türkiye, bu zincirin bir parçası olarak üretimde gecikmeler, maliyet artışları riskiyle karşılaşabilir. Ayrıca Çin’in döviz kuru silahını kullanıp Yuan’ı devalüe etmesi halinde, Türk Lirası’nın rekabetçi değeri azalabilir (Çin malları çok ucuzlarsa TL’nin değer kaybı yetersiz kalabilir). Dahası, Çin’in Türkiye’ye karşı tutumu da önemlidir; eğer Türkiye ABD’ye yanaşıyor diye Çin tepki gösterirse, iki ülke arasındaki ekonomik projeler (örneğin finans yatırımları, kredi anlaşmaları) zora girebilir.
-
Trans-Şipman ve Yaptırım Riski: ABD ile Çin arasındaki ticaret kısıtları, bazı aktörleri ürünleri üçüncü ülke üzerinden dolaştırmaya yöneltebilir. Bu konuda Türkiye dikkatli olmalıdır. Örneğin Çinli firmalar mallarını Malezya veya Türkiye’de hafifçe işleyip “Türk malı” diye ABD’ye satmaya çalışırsa, ABD gümrüğü bunu yakalayıp Türkiye’yi uyarabilir. Hatta bilinçli göz yumulduğundan şüphelenirse, Türkiye’ye ikincil yaptırımlaruygulayabilir. Bu risk, geçmişte İran yaptırımlarında görülmüştür. ABD Hazine Bakanlığı, Türk şirketlerini ve bankalarını yakın takibe alabilir. Bu durumda Türkiye’nin güvenilirliği zedelenir ve ABD ile ilişkiler gerilir. Aynı şekilde, ABD’nin hassas teknoloji ihracat yasağını delmek için Türkiye’nin kullanılması (örn. Çin’in ABD’den alamadığı yarı iletkenleri Türkiye üzerinden tedarik etmesi) Türkiye’yi hedef haline getirebilir. Bu nedenle ticaretin mevzuata uygun ve şeffaf yürütülmesi kritik önem taşıyor.
-
AB ile Gerginlik Riski: ABD’nin tarifeleri sadece Çin’i değil AB’yi de vurduğu için, AB ile ABD arasında da bir ticaret savaşı fitili ateşlenebilir. Böyle bir durumda Türkiye, AB ile gümrük birliği nedeniyle AB’nin yanında yer almak durumunda kalabilir. Örneğin AB, ABD ürünlerine misilleme yaparken (motorsiklet, viski, tarım ürünleri vb. alanlarda) Türkiye de aynı tarifeleri uygulamak isterse (Gümrük Birliği’nin mantığı gereği) ABD ile karşı karşıya gelebilir. Tam tersi, Türkiye ABD’ye yanaşıp AB’den farklı hareket ederse, bu sefer AB ile ilişkilere zarar verebilir. Türkiye’nin iki arada kalma durumu, karar alıcıları zorlayacaktır. AB, Türkiye’nin kendi pazarından Çin menşeli ürünlerin sızmasına aracılık etmesinden endişe duyabilir ve Gümrük Birliği’ni güncelleme görüşmelerinde bunu masaya getirebilir. Yani jeopolitik dengeyi yönetememe riski, ekonomik fırsatları da yok edebilir.
-
Rekabet ve Pazar Kaybı Riski: Her ne kadar fırsatlar olsa da, diğer gelişmekte olan ülkeler de (Vietnam, Meksika, Hindistan vb.) benzer şekilde ABD pazarından pay kapmaya çalışacaktır. Türkiye’nin bu ülkelerle rekabetinde dezavantajlı olduğu noktalar var: Lojistik mesafe (Meksika, ABD’ye coğrafi olarak çok yakın), işgücü maliyeti (Bangladeş, Vietnam gibi ülkelerde daha düşük), ticari anlaşmalar (Meksika’nın ABD ile USMCA anlaşması gibi) Türkiye’nin hamle alanını daraltabilir. Dolayısıyla fırsatlardan yararlanamama ve mevcut pazarların da daha rekabetçi hale gelmesi riski var. Örneğin, Bangladeş ve Vietnam’ın ABD’ye yüksek vergiye tabi olması ilk bakışta Türkiye’ye yarar gibi görünse de, bu ülkeler de ürünlerini Avrupa’ya yönelteceklerinden AB pazarında Türkiye’ye rakip olacaklar. Bangladeş halen AB’ye gümrüksüz ihracat yapabiliyor (GTS avantajı), bu da Türkiye’yi zorlayabilir. Kısaca, küresel rekabetin kızışması ve Türkiye’nin yapısal sorunları (yüksek enflasyon, finansman sıkıntıları) nedeniyle eldeki fırsatlar heba olabilir.
-
Döviz Kuru ve Enflasyon: Ticaret savaşları, küresel risk iştahını azaltarak gelişen ülke para birimlerinde değer kaybına yol açabilir. TL’nin değer kaybı kısa vadede ihracatçıya yarar görünse de enflasyonist baskı yaratır. Özellikle gıda ve enerji fiyatlarının oynaklığı, halkın alım gücünü etkileyerek iç talebi daraltabilir. İç talebin zayıflaması, ihracat artışından kazanılan faydayı kısmen götürebilir. Bakan Bolat her ne kadar tarife kaynaklı kur baskısı beklemediklerini söylese de, finansal piyasalardaki herhangi bir türbülans Türkiye gibi kırılgan ekonomilere hızla yansıyacaktır. Bu nedenle makroekonomik istikrar için Merkez Bankası ve ekonomi yönetimi tetikte olmalıdır.
Küresel Tedarik Zincirlerindeki Değişimler ve Türkiye
Küresel tedarik zincirleri, COVID-19 pandemisi ve sonrasındaki jeopolitik gelişmelerle zaten değişim sürecine girmişti. ABD-Çin ticaret savaşı bu dönüşümü hızlandıran bir katalizör işlevi görüyor. ABD, stratejik olarak tedarik zincirlerini Çin’den uzaklaştırma politikasını benimsediğini açıkça ilan etti (ABD Hazine Bakanı bu günü “ekonomik kurtuluş günü” ilan ettiğini duyurdu). “Friend-shoring” ve “near-shoring” kavramları, son yıllarda sıkça telaffuz edilir oldu. IMF’nin analizinde de belirtildiği gibi, dünya ekonomisi tam bir bloklaşma olmasa da dost ülkeler arasındaki ticaret artarken, rakip bloklar arası ticaret hissedilir biçimde düşüyor. Bu bağlamda Türkiye’nin konumu, risklerle birlikte önemli fırsatlar barındırıyor.
Türkiye, coğrafi olarak Avrupa, Asya ve Afrika’nın kesişim noktasında ve üretim altyapısı güçlü bir ülkedir. Dünya devleri tedarik zincirlerini yeniden yapılandırırken Türkiye’yi değerlendirmeye almış durumdalar. Örneğin, Avrupa şirketleri COVID sonrası tedarik sürelerini kısaltmak için Uzak Doğu yerine Türkiye ve Doğu Avrupa’ya yöneldiler. 2021-22 döneminde Türk tekstil sektörüne Avrupa’dan gelen siparişler rekor kırdı; kısmen bu, konteyner krizinin etkisiyleydi. Şimdi ticaret savaşının getirdiği yeni jeopolitik durum, bu eğilimi kalıcı kılabilir. ABD’li ve Avrupalı şirketler, sadece maliyet değil jeopolitik güvenlik kaygısıyla da “Çin+1” stratejisi benimsiyorlar. Yani Çin’de üretime tamamen son vermeseler bile, en az bir alternatif ülkeye yatırım yapıyorlar. Türkiye, Vietnam, Hindistan, Meksika bu “+1” ülkeler listesinde başı çekiyor.
İstanbul Ekonomi Araştırma Genel Müdürü Can Selçuki’nin ifadesiyle, “Trump’ın çizdiği tablo herkese tedarik zincirlerini yeniden düşünmelerini söylüyor. Türkiye, güçlü üretim altyapısı ve AB’ye yakınlığı ile bu yeniden yapılanmadan faydalanabilecek benzersiz bir konumda”. Gerçekten de Türkiye, hem coğrafi yakınlık (Avrupa pazarına 3-4 günde mal teslimi) hem esnek üretim kabiliyeti(çeşitli sektörlerde KOBİ ağının hızlı uyumu) hem de geniş iç pazar (yatırımcılar için çekici) gibi unsurlarla ön plana çıkıyor. Örneğin, otomotivde elektrikli araç yatırımları için Türkiye hem pazar hem üs olarak düşünülebilir; elektronikte Avrupa pazarına yakın yeni bir üretim hub’ı olabilir.
Nitekim somut yansımalar da başlamıştır: İstanbul’daki organize sanayi bölgelerinde son dönemde yabancı yatırımcı ilgisi artmakta, depo ve lojistik alanlarda doluluk yükselmektedir. İTO Başkanı Avdagić, yüksek tarife riskiyle karşılaşan Çin gibi ülkelerin Türkiye’de fabrika açarak ABD’ye buradan ihracat yapmayı düşünebileceğini belirtmiştir. Genç Müsiad Başkanı Gürkan Yıldırım da “Türkiye uygun yatırım ortamı sunarsa bu şirketlerin yatırımlarını çekebilir” demiştir. Bu söylemler, iş dünyasının fırsatı gördüğünü yansıtıyor. Ticaret Bakanlığı da bunu dikkate alarak ABD ile ticarette sektör bazlı eylem planı hazırlamaya koyulduğunu duyurdu (özellikle tekstil, hazır giyim, makine sektörlerine odaklanma). Bolat ayrıca ABD ile mevcut tarife sorunlarını gidermek için temaslarda bulunacaklarını, ticaret heyetleri düzenleyeceklerini açıklamıştır.
Ancak, küresel tedarik zinciri değişimlerinden yararlanmak için Türkiye’nin iç yatırım ortamını iyileştirmesi şarttır. Yatırımcıları çeken unsurlar kadar kaçıran unsurlar da vardır. Örneğin hukuk güvenliği, öngörülebilir vergi politikası, serbest piyasa mekanizmaları gibi konularda Türkiye’nin notu son yıllarda düştü. Yüksek enflasyon ve para politikasındaki belirsizlik yabancı sermayeyi ürkütüyor. Eğer Türkiye, bu yapısal sorunlarını giderip siyasi istikrarını korursa, gerçekten de küresel değer zincirlerinde yükselme şansını kullanabilir. Aksi halde, fırsat penceresi kapanabilir.
Dünya Bankası’nın Ocak 2025’te yayınladığı bir rapor, Türkiye’nin AB’nin küresel değer zinciri ekosisteminde döngüsel ekonomiye geçişle konumunu güçlendirebileceğini belirtmiştir. Yeşil dönüşüm ve dijitalleşme gibi trendler, tedarik zincirlerini farklı boyutlarda etkilerken Türkiye’nin proaktif davranması gerekiyor. Örneğin karbon ayak izi düşük üretim yapabilmek, AB’nin Yeşil Mutabakat kapsamında uygulayacağı Sınırda Karbon Düzenlemesi’nden (CBAM) az etkilenmek için gerekli. Bu da yeni yatırımların yeşil teknolojiyle yapılmasını gerekli kılıyor. Türkiye, bu yönde adımlar atarsa (yeşil OSB projeleri, yenilenebilir enerji yatırımları vb.), sadece ticaret savaşının değil iklim politikalarının getirdiği fırsatları da değerlendirebilir.
Son olarak, lojistik ve ticaret yollarının jeopolitiği de değişmektedir. Rusya-Ukrayna savaşı sonrası Orta Koridor(Türkiye üzerinden Hazar geçişli Çin-Avrupa hattı) önem kazanmıştır. Dünya Bankası, Orta Asya ve Kafkasya’dan geçen Orta Koridor’un ticareti ve tedarik zinciri direncini artırabileceğini vurgulamıştır. Çin de Kuşak-Yol projesi kapsamında Türkiye’yi kilit bir bağlantı görüyor. ABD-Çin gerilimi bu projeleri sekteye uğratsa da, Türkiye’nin bir lojistik merkez olma potansiyeli sürüyor. Eğer doğru yatırımlar yapılırsa (limanlar, demiryolları, gümrük kolaylıkları), Türkiye hem doğu-batı hem kuzey-güney ticaretinde payını artırabilir.
Sonuç ve Genel Değerlendirme
ABD’nin Çin’e yönelik %104’lük gümrük vergisi hamlesi, küresel ticaret düzeninde bir dönüm noktasına işaret etmektedir. “Ticaret savaşları” olarak anılan ve 21. yüzyılın jeoekonomik rekabetini yansıtan bu süreçte, Türkiye gibi orta büyüklükteki açık ekonomiler denge politikaları ve esnek stratejilerle kazanç sağlayabilir veya tersine rüzgara kapılıp zarar görebilir. Yapılan analizler göstermektedir ki Türkiye’nin ihracat ve ithalat dengesi, bu gelişmeden çift yönlü etkilenecektir. Tekstil, hazır giyim, elektronik, çelik gibi sektörlerde kısa vadede ihracat artışı ve pazar payı kazanımıolasılığı yüksektir. Bunun işaretleri şimdiden görülmekte; Türk ihracatçılar rakiplerinin zayıfladığı alanlarda atılım yapma niyetindedir. Öte yandan otomotiv sektörü gibi dolaylı etki altında kalan alanlarda dikkatli olunmalı, Avrupa’daki daralmanın yansımaları telafi edilmelidir. Tarım sektöründe büyük sıçramalar beklenmese de, girdi maliyetlerindeki azalma avantajı ve niş ürünlerde Çin pazarına giriş fırsatı değerlendirilebilir.
ABD ve Çin’in atacağı adımlar, Türkiye’nin manevra alanını belirleyecektir. Şu anki göstergeler, ABD’nin müttefikleriyle ticari bağları koparmak istemediğini, hatta Türkiye gibi ülkelere “kötünün iyisi” diyebileceğimiz daha düşük oranlar uygulayarak yanına çekmeye çalıştığını gösteriyor. Nitekim ABD, Türkiye’yi en düşük tarife diliminde tutarak bir anlamda “seninle sorunum yok, gel ticaretimizi büyütelim” mesajı veriyor. Türkiye de bunu fırsata çevirmek için ABD ile diyalog kanallarını açık tutmalı, serbest ticaret anlaşması olmasa bile sektörel bazda muafiyet veya kota avantajları sağlamaya çalışmalıdır. Çin tarafında ise, Türkiye bugüne dek ilişkilerini oldukça iyi götürdü; Çin’in Kuşak-Yol girişiminde aktif rol aldı. Çin, Türkiye’yi tamamen karşı cephede görmediği için, ABD ile geriliminde Türkiye’ye cezalandırıcı bir tutum alması şimdilik beklenmez. Hatta Çin, Türkiye’yi ABD’ye kaptırmamak için ekonomik jestler yapabilir (örneğin daha fazla yatırım, kredi veya ticaret kolaylığı sunabilir). Türkiye, ne Çin’i dışlayıp ABD’ye tümüyle yanaşmalı, ne de ABD’yi karşısına alıp Çin blokunda durmalı – her iki süper güçle de iletişimde kalarak çok yönlü bir ticaret diplomasisi izlemelidir.
Küresel tedarik zincirlerindeki değişim, Türkiye için belki de son yılların en büyük yapısal fırsat penceresiniaralamıştır. 1980’lerden itibaren dünyada üretim Doğu’ya (Çin’e) kayarken Türkiye bunun sınırlı faydasını görmüş, ancak şimdi üretimin kısmen Batı’ya ve yakın coğrafyalara geri gelmesi gündemdedir. Türkiye, 1980 sonrası dışa açılım hamlesini nasıl yaptıysa, 2020’lerde de yeni bir atılım yapmak durumundadır. Bu atılımın başarıya ulaşması, içeride ekonomik istikrar ve hukuk devletinin güçlendirilmesine, dışarıda ise akılcı ve proaktif bir ticaret diplomasisinebağlıdır. Ticaret Bakanlığı’nın ABD ile özel sektör temaslarını artırması, lojistik altyapı yatırımlarının hız kazanması, yüksek teknolojili üretime teşvikler bu dönemde kritik önemdedir.
Sonuç olarak, ABD’nin Çin’e uyguladığı %104 tarifesi kararı, Türkiye’ye “talih kuşu” gibi görülmemeli ancak iyi değerlendirildiğinde kazanıma dönüştürülebilecek bir sınav olarak ele alınmalıdır. Türkiye ekonomisi, geçmişte AB ile gümrük birliği, 2001 krizi, 2018 kur şoku gibi büyük sınavlardan geçtiği gibi, küresel ticaret savaşları ortamında da uyum sağlama becerisini göstermek zorundadır. Güvenilir uluslararası kurumların (IMF, Dünya Bankası, WTO) analizleri, ticaretin coğrafi dağılımında yaşanan bu değişimin uzun soluklu olabileceğini belirtmektedir. Türkiye, imalat yeteneği, girişimci ruhu ve jeostratejik konumuyla bu yeni küresel düzende hak ettiği yeri alabilir. Bunun için hem kamu hem özel sektör düzleminde koordineli stratejiler geliştirilmeli; anlık fırsatlardan ziyade kalıcı pazar payı ve yatırım çekme hedeflenmelidir. Eğer başarı sağlanırsa, Türkiye önümüzdeki yıllarda ihracatını çeşitlendirip artırarak, hem ABD ile ticaret hedefi olan 100 milyar $’a yaklaşabilir hem de Çin ile kronik açık veren dengesini bir nebze iyileştirebilir. Aksi takdirde, küresel fırtınada savrulma riski mevcuttur. Bu rapordaki bulgular ışığında, Türkiye’nin “temkinli iyimserlik” yaklaşımıyla hareket etmesi ve ortaya çıkan fırsatları akılcı şekilde değerlendirmesi önerilir.
Elde edilen veriler, ABD-Çin geriliminin Türkiye için yönetilmesi gereken bir süreç olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu süreç, risklerin dikkatle kontrol edilmesi ve fırsatların cesur hamlelerle kullanılması halinde, Türkiye ekonomisinin küresel değer zincirlerinde üst basamaklara tırmanabileceği bir döneme dönüşebilir.
Yorumlar
Kalan Karakter: