Kırım'dan Açe'ye Osmanlı Deniz Politikaları
Denizlerin önemine dikkat çekip, bu konuda ilk ciddi çalışmaları başlatan padişah hangisiydi? Osmanlı Devleti'nin denizlerdeki en büyük rakipleri kimlerdi? Dünden bugüne deniz kültürümüz nasıl gelişti? Cevapları Prof. Dr. İdris Bostan verdi.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü, 2010 Avrupa Kültür Başkenti ünvanı alan İstanbul’da kültür ehlini yeni bir programla tanıştırdı: “Deniz Kültürü”… Organizasyonu İBB Kültür A.Ş tarafından gerçekleştirilen program kapsamında her ay İstanbul merkezli deniz temasını içeren söyleşi ve seminerler gerçekleştirilecek.
“Deniz Kültürü” program dizisinin ilk bölümünde Prof. Dr. İdris Bostan “Osmanlı Deniz Politikaları” üzerine kuşatıcı bir konuşma gerçekleştirdi. 29 Ocak 2010 Cuma günü Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde dinleyicilerle buluşan programın düzenleyicisi araştırmacı-yazar Mehmet Mazak, üç yanı denizlerle çevrili bir ülkenin içinden deniz geçen tek dünya şehri İstanbul’da denizlerle ilgili bir program yapılmamış olmamasının ciddi bir eksiklik olduğunu, bu noktadan hareketle böyle bir organizasyonu konularının uzmanı isimlerle gerçekleştirmeye karar verdiklerini söyledi.
Türk ve Osmanlı tarihinde deniz kültürü ve deniz politikalarının yerini anlamaya çalışırken tarihte vuku bulmuş birkaç örneği dile getirmenin önemli olacağını belirten Mehmet Mazak, uluslararası diplomaside yaşanan bir olayı nakletti: 1860 yılında Ahmet Vefik Paşa Paris elçisidir. Fransa’nın İstanbul elçisi Boğaz’da çifte kürekli saltanat kayığı sipariş ettirip, onunla gezmeye çıkmıştır. Ahmet Vefik Paşa da Paris’te beyaz fayton sipariş edip Paris sokaklarında dolaşmaya başlar. Bu davranışının iki ülke arsındaki münasebetlerde huzursuzluk doğurabileceğini söyleyenlere cevabı son derece net olmuştur, Vefik Paşa’nın: “O kayık ne zaman Boğaz’dan kalkarsa ben de vazgeçerim!”…
Mehmet Mazak, denizlerin önemine dair bir uygulamanın da altını çizdi: İstanbul’un fethinden sonra padişahlar Eyüp Sultan’a kılıç kuşanmaya gelirken yolun bir kısmını karadan arabayla, bir kısmını da denizden saltanat kayığıyla katederlerdi. Bu yolculuk şekli padişahın kara ve denizlerin imparatoru olduğu manasına gelirdi.
Bu kısa girişin ardından Prof. Dr. İdris Bostan’ın “Osmanlı Deniz Politikaları” konulu konuşmasına geçildi. 1955 yılında İzmit’te doğan İdris Bostan, 1978’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden mezun oldu. 1985 yılında “18. Yüzyılda Tersane-i Âmire” adlı teziyle doktorasını tamamlayan Bostan, 1998 yılında profesörlüğe yükseldi. Prof. Dr. İdris Bostan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyeliğinin yanı sıra Harp Akademileri’nde Türk Denizcilik Tarihi dersleri vermektedir.
“Osmanlı Donanma Gemileri” konulu bir slayt gösteriminin de yer aldığı programda Prof. Dr. İdris Bostan şu düşünce ve görüşleri dile getirdi:
Yaygın bir kanıya göre Türkler karacı bir millettir, kara devleti kurmuşlar, bununla yetinmişlerdir gibisinden acımasız bir yargı mevcuttur.
Türkler Anadolu’ya geldikten sonra denizciliğe dair ilginç emareler ortaya koymuşlardır.
Bunlardan birisi de denizcilik literatürüne geçen isimlerle alakalıdır. Mesela “Akdeniz”, “Karadeniz” olarak adlandırılan denizlere bu isimler Anadolu’ya yerleşen Türkler tarafından verilmiştir. Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri geleneğe göre yön tayininde kuzey, “kara”; batı “ak” olarak belirtilmekteydi. “Kızıldeniz” de güneye işaret ettiği için bu isimle adlandırılmıştır.
Türklerin denizlere hükmetme süreci nasıl başladı; hangi politikalarla denizlere hâkim oldular?
Osmanlılar sahillere ulaştıktan sonra iki büyük ticaret ve silahlı güce sahip devletle karşılaştı: Venedik ve Cenevizliler. Bu iki devlet ticaret yollarına hükmetmekteydi.
Bizans o dönemlerde deniz gücünü kaybetmişti. Daha çok karadan mücadelesini sürdürmekteydi.
Denizlerin önemine dikkat çekip, bu konuda ilk ciddi çalışmaları başlatan padişah Yıldırım Bayezit’tir. Bayezit Gelibolu’daki eski deniz üssünü yeniledi. 1390 yılında bir filo hâlinde harekete geçmek üzere 10 senelik süre zarfında 40 adet savaş gemisi (Kadırga) inşa edildi. Yıldırım Bayezit bilindiği üzere İstanbul’u fetih projesi kapsamında Anadolu Hisarı’nın yapımını gerçekleştirmiştir.
1452 Kasım ayında Fatih Sultan Mehmet yayınladığı bir ültimatomla Karadeniz’den Boğaz’a geçen bütün gemilerin taşıdıkları yükü bildirmek için Rumeli Hisarı’na yanaşma zarureti getirdi. Osmanlı deniz politikalarının ikinci büyük gelişimi Fatih Sultan Mehmet zamanında yaşanmıştır. Fatih, İstanbul’un fethi için Gelibolu’da yüzlerce gemi inşa ettirdi. Tarihî bir gerçektir ki İstanbul’u fetheden devletler Karadeniz’e de hâkim olmak ihtiyacını duymuşlardır. Şartlar bu coğrafyada hakimiyet kuran devletleri Karadeniz ve Akdeniz’e de hükmetmek için zorlamıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Çanakkale Boğazı’ndaki adalar, Mahmut Paşa komutanlığında Trabzon, Gedik Ahmet Paşa öncülüğünde de 1475 yılında Kırım fethedilerek aşağı yukarı bütün Karadeniz’de Osmanlı egemenliği hissedilmeye başlanmıştır.
İstanbul’da tersanenin Yavuz Sultan Selim tarafından kurulmasına kadar Gelibolu denizcilik üssü olmuştur. Burada 100 civarında donanmanın belkemiği Kadırga ve küçük gemi inşa edildi. Gelibolu havzasında donanma için hem kürekçi hem halatçı temin edilmekteydi.
16. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar denizlerde üstünlük Venedik ve Cenevizlilerdeydi. Ne var ki Osmanlı hâkimiyetindeki Boğazlar onların Karadeniz’e çıkmasını engelliyordu.
1480 yılında Osmanlı Devleti’nin Gedik Ahmet Paşa yönetimindeki Otranto seferini, Fatih’in vefatı aksattı.
İtalya seferi başarılı olsaydı Katolik dünyasının merkezi ele geçirilmiş olacaktı.
İkinci sefer Sadrazam Mesih Paşa komutasında 1480 yılında Rodos’a yönelikti. Ne var ki o da başarısızlıkla sonuçlandı.
1538 yılında Osmanlı Donamasının başında Barbaros Hayrettin Paşa bulunmaktadır. İspanya, Venedik, Fransa gibi denizlere hâkim büyük Akdeniz güçleri Barbaros’u kendi deniz kuvvetlerinin başına getirmek istiyorlardı.
Yemen’in fethi
Barbaros’un Preveze körfezindeki önemli zafere imza attığı yıl bir başka önemli sefer de Hadım Süleyman Paşa tarafından gerçekleştirilecektir. Süleyman Paşa'nın bu seferi Osmanlı donanmasının Hint seferlerine başlaması açısından önemlidir.
Hadım Süleyman Paşa Kanuni Sultan Süleyman saltanatı döneminde 1541-1544yılları arasında sadrazamlık makamında bulunan Osmanlı devlet adamıdır. İki kez Mısır Valisi olan Süleyman Paşa, 1538 yılında 80 yaşında Süveyş limanından 72 yelkenli ve 20.000 askerle yola çıkmıştır. Aden'i ele geçirerek bir Sancak tesis eden Süleyman Paşa, bir kaç hafta sonra Gücerat sahillerine asker çıkarmıştır
Süleyman Paşa’nın asıl faaliyetleri Yemen’de olmuş, Yemen’in bir bölümünü ele geçirmiştir. Kendisinin Hint kaptanlığından alınmasından sonra, diğer komutanlar Yemen’in tamamını fethetmiştir. Hatta, bunlardan Özdemir Paşa sonraki yıllarda Kızıldeniz’de karşı yakaya geçip, Habeşistan kıyılarını ele geçirmeğe başlamıştır.
Piri Reis’in mirası
16. yüzyıl başlarına kadar dünya haritasına baktığımızda Amerika kıtasının bilinmediği, İngiltere ötesindeki denizlerin karanlık denizler olarak tanımlandığı görülmektedir. Avrupa devletleri Akdeniz etrafında konuşlanmış durumdadır. Bu dönemde Portekiz ve İspanya’dan denizlere açılan kaşifler ve maceraperestler yeni coğrafyalara ulaştılar. Amaçları Doğu dünyasının zenginliğine ulaşıp, baharat ve ipek ticaretini ele geçirmekti. Ticaret merkezi doğu dünyasındaydı. Haçlı seferleri biraz da doğunun göz kamaştırıcı zenginliklerini ele geçirmek amacıyla düzenlenmişti. 15. yüzyıl sonları 16. Yüzyıl başlarında Akdeniz çevresinde bütün tarihler yaşanıyordu.
Batılıların Arap asıllı denizcilerle karşılaşıp, onların denizcilik bilgileriyle tanışması, eserlerinin Batı dillerine tercüme edilmesini de beraberinde getirdi.
Biz maalesef tercüme faaliyetinde eksik kalmışız. Denizci millet olmak için denizleri iyi tanımak lazım. Piri Reis, Akdeniz’i detaylarıyla inceleyip, çizmiş; adaları, limanları göz ardı etmeden bizlere bir denizcilik mirası bırakmış.
Osmanlı deniz politikalarını anlamak istiyorsak onların neler yaptığını anlamamız lazım.
Ateşli silahların donanmada kullanılması
Donanmada ilk top ne zaman kullanıldı? 1488’de Çukurova’da yaşanan Osmanlı-Memluk savaşında II. Bayezit’in sevkettiği donanmada ilk defa ateşli silah (toplar) kullanıldı.
Topkapı Sarayı’nda bulduğumuz bir belgeden donanmada yer alan gemi cinsleri ve topların miktarını tespit etmek mümkün olmuştur.
Yavuz Sultan Selim, Haliç tersanesinde inşa edilen gemilerin sırrını ve çalışmanın muhtevasını rakip devletlerin öğrenmesinden çekiniyordu. İspanya, Venedik, Fransa arşivlerinden kesin olarak biliyoruz ki bütün Avrupa’nın gözü İstanbul’dadır. O dönem “Kaptan Paşa geliyor” demek Osmanlı donanmasının hangi devletin üzerine gideceğini işaret etmesi bakımından önem taşımaktaydı. Sefere çıkıldığında serdar bile ilk anda nereye gittiğini bilmiyordu. Donanma neredeyse hemen her sene sefere çıkardı.
Ticaret filoları
Ticaret filoları da donanma kadar değerliydi. Akdeniz-Karadeniz-Kızıldeniz ve Basra körfezinde ticaretin hâkimi Osmanlılardı.
Kahve ticareti 18. yüzyılda Osmanlı gemileriyle yapılmaktaydı. Akdeniz’de çok sayıda Fransız gemisi kahve taşımasına rağmen bu ticaretin organizasyonu Osmanlılarca gerçekleştirilmekteydi.
Karadeniz ve Kızıldeniz’deki mutlak hâkimiyet
16. yüzyıl başlarından itibaren 18. yüzyıl sonlarına kadar Karadeniz’de 300 yıla yakın yalnız Osmanlı Devleti gemileri ticaretle meşgul olmuştur. Sadece İstanbul’a iaşe sağlamak için Tuna yakınlarında 120 gemi Unkapanı’na zahire getiriyordu.
16. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra Portekizliler Kızıldeniz’e giremedi. Selman Reis 1517 yılında Cidde’de müthiş bir savunmayla Portekizlileri püskürttü. 16. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren 19. yüzyıla kadar Kızıldeniz’de sadece Osmanlı gemileri ticaretle uğraştığını görüyoruz. Kızıldeniz Osmanlı Devleti’nin harimiydi adeta. 1780’lerde birkaç İngiliz gemisinin Süveyş kanalına gelmesi büyükelçilik nezdinde kınanacaktır.
II. Mustafa’nın 1703 yılında Rus Çarı’na, III. Ahmet’in yine Rus çarına aynı ifadeyle yazdıkları mektup şöyledir: “Karadeniz bikülli kabza-i tasarrufta olup, ahardan bir kayığın geçmesine bile tasarruf yoktur.”
Benzer ifadeler 1780’lerde Kızıldeniz için İngiliz elçisine karşı da dile getirilecektir.
Denizlere verilen ehemmiyeti bu örneklerle az çok anlama imkanına sahibiz.
Osmanlı Devleti Akdeniz’e ulaşınca kendisiyle dost olan uluslarla ahidname imzalamıştır. Venedik elçileri ahidnamede öncelik hakkı elde etmek, ticaret yapma izni istemiştir. Osmanlı da bu hakkı tanımıştır. Osmanlı, batıdaki bütün devletlerle mücadele ederken dost kazanma ihtiyacı da duymuştur. Mesela Venedik, Katolik dünyayı temsil etmektedir. Onun dostluğunu kazanmak İspanya’nın gücünü zayıflatacaktır.
İnebahtı savaşında (1571) yüzlerce Osmanlı gemisi batırılmıştır. İspanya, Venedik, Fransa, Napoli işbirliği halinde bütün güçlerini birleştirip, Osmanlı donanmasını mağlup etmiştir. Osmanlı Devleti bu yüzden bazı Katolik devletlere, mesela Fransa’ya destek vermiştir.
Açe, Portekiz, Gücerat
Açe bölgesindeki Türk varlığı kamuoyunda maalesef makus âfat yaşandıktan sonra gündeme gelmiştir. Oysa Türklerin bölge ile ilişkileri yüzyıllar öncesine dayanmaktadır.
Vasco de Gama’nın 1948 yılında Afrika’nın güneyini dolaşarak, Atlas Okyanusu'ndan Hint Okyanus'una geçmesinden sonra, Portekizliler Hint Okyanusu’nda güçlü bir donanma oluşturmuş, Kızıldeniz ve Basra Körfezinin Hint Okyanusu’na açılan ağızlarının denetimini ele geçirmiş, o zamana kadar Güney Asya mallarının Avrupa’ya ulaşmasında önemli rolü olan Baharak Yolunu işlevsiz bırakmışlardı.
1517 yılında Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethetmesinden sonra, Osmanlı Devleti Kızıldeniz’e ulaşmış, fakat deniz hâkimiyetini sağlayamamıştı. Bu sebepten, Osmanlı Devleti Portekiz’in Hint Okyanusundaki egemenliğini sınırlamak istiyordu.
Öte yandan Hindistan’ın batısındaki Güceratdevleti de Osmanlı Devleti’nden Portekizlilere karşı yardım talebinde bulunuyordu.
Portekiz’in Haremeyn’i ortadan kaldırma amacı
Portekiz’in amacı Hint denizlerine ulaşıp, Kızıldeniz’e girmek olarak gözükse de esas amacı Müslümanların kıblegâhı olan Haremeyn’i ortadan kaldırmaktı. Bu görüşü Portekiz belgeleri desteklemektedir. İki yıl önce (2008) Deniz Kuvvetleri Komutanlığı “Hint seferleri” toplantısı düzenlemişti. Bu toplantıya Portekizli tarihçiler de katıldı. Portekiz’in resmi amacının Müslümanların mukaddes mekânlarını ele geçirip, Kabe’yi ortadan kaldırmak olduğunu o toplantıya katılan Portekizli tarihçiler teyit ettiler.
Fas kıyılarından aşağı inen Portekizliler ticaretin cazibesine kapılıp Kızıldeniz’e gelince saldırıya başladılar. 1517 yılında Cidde çıkarma harekâtını Selman Reis engellemeseydi, büyük ihtimal bölgeye girip mukaddes mekânları târümar edebilirlerdi.
16. yüzyıl boyunca Portekiz artık Osmanlı Devleti ile anlaşma yapma sürecine girmiştir.. Çünkü ticaret yolları doğudan en uygun şekilde ya Basra körfezi ya da Kızıldeniz üzerinden geçmekteydi.
Osmanlı donanmasının Hint denizleri ve Açe’ye seferi
1560’lı yıllarda Portekiz baskısından bunalan o zamanın Ace sultanı Alaüddin Şah Veziri Hüseyin'i Portekizlilere karşı yardım istemek ve bağlılığını bildirmek üzere Osmanlı ülkesine gönderdi. Elçiler İstanbul'a geldiklerinde Kanuni Sultan Süleyman Zigetvar seferindeydi (1566). Ancak kısa bir süre sonra İstanbul'a Padişah'ın vefat haberi geldi. Onun yerine tahta geçen II. Selim, huzuruna çıkan Açe elçilerini ağırlayıp ikramda bulunarak Alaüddin Şah'ın mektubunu okudu ve en kısa sürede Açe'ye gerekli yardımı sağlayacağını bildirdi (1567).
Kurdoğlu Hayreddin Hızır Reis komutasındaki donanma günümüzde Endonezya'nın Sumatra adasındaki bölgeye sefere çıkarken Yemen imamı isyan etmiştir. Bu isyanda Portekiz’in etkisi olduğu düşünülmektedir. Sefer böylelikle bir yıl sonraya ertelenecektir.
22 parçadan oluşan donanmasıyla 1568'de okyanusa açılan Kurdoğlu Hızır Reis 1569'da güvenli bir şekilde Açe sularına ulaşır. Burada Açe’deki askerleri eğitme faaliyetinde bulunurlar. Bu sefer sonrasında Osmanlı devleti egemenlik alanını Asya, Afrika ve Avrupa'dan sonra Okyanusya kıtasına taşımış oluyordu.
Bu kadar uzak diyarlara ulaşan Osmanlı için, deniz politikası var mıydı sorusunu sormanın yorumunu takdirlerinize bırakıyorum.
Osmanlı Devleti’nin gemi inşa teknolojisi
Osmanlı Devleti denizlerdeki bu hâkimiyetini yüzlerce yıl hiç şüphesiz gemi inşasındaki başarılı teknoloji birikimi ve gücüyle sürdürdü.
Osmanlı Devleti bu kapsamda üç ana teknolojiyi özümseyip, benimsemişti:
İlk teknoloji dönemi kürekle giden gemilerin hâkim olduğu kadırga düzeniydi. 17. Yüzyıl ortalarına kadar devam etti bu dönem.
Sonra kalyonlar dönemi geldi. Kalyonlar yelkenle hareket eden okyanus tipi gemilerdi. 17. yüzyıl ortalarında başlayan bu dönem 18. yüzyılda kendisini ispat ederek 19. yüzyılda ortadan kalkmıştır.
19. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra buharlı gemiler dönemi başlamaktaydı. Yüzyıl sonunda da zırhlılara büründü bu gemiler. Osmanlı tersaneleri vapur dedikleri buharlı makinelere yabancı kaldı. Oysa 450 yıl boyunca denizlerde kullanmış oldukları onlarca gemi cinsini inşa etmişlerdi.
Teknolojinin gelişim tarihinde ateşli silahlara göre gemi inşası zarureti ortaya çıkmıştır. Gemi teknolojileri Osmanlı Devleti, Venedik ve İspanya arasında amansız bir rekabete yol açmış, rakip devletlerin gemi inşa etme biçim ve yöntemleri ülkeler arasında casusluk faaliyetleriyle öğrenilmeye çalışılmıştır. Bu teknolojik rekabet öyle bir boyuta ulaşmıştır ki, mesela Barbaros Hayrettin Paşa mağlup ettiği donanmaların gemilerini Cezayir limanına çekerek teknik incelemeye tabi tutmuş, yeni gemi tasarımları için bilgi ve fikir edinmiştir.
Türk gemi teknolojisinin aşamalarını öğrenmek için kadırgalardan kalyona geçiş sürecini iyi etüd etmek, aradaki farkları kavramak, buradan hareketle denizcilik tarihimizin kıymetini anlamamız gerekiyor.
Programın sonunda bu teknolojik farkları minyatür ve çeşitli çizimlerle belirten “Osmanlı Donanma Gemileri” başlıklı 20 dakikalık bir slayt gösterimi, Prof. Dr. İdris Bostan’ın sunumuyla gerçekleştirildi.
Yorumlar
Kalan Karakter: