Türk Kurtuluş Savaşı’nın tüm aşamalarında deniz cephesi , savaşan ordumuzun başta silah, mühimmat ve diğer lojistik ihtiyaçlarını temin etme bağlamında hayati bir önem taşımıştır. Hatta o kadar ki kimi yazarlar bu durumu “ Kurtuluş Savaşı önce denizde kazanıldı “ demek suretiyle vurgulamaktadırlar.
Balkan Savaşı ve Kurtuluş Savaşında Deniz Lojistiği :
Birinci Dünya Savaşının sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ile Ege , Akdeniz ve Marmara kıyıları İtilaf devletlerinin kontrolüne bırakılmış olduğundan Milli Mücadele yıllarında denizde verilen savaşın kalbi Karadeniz olmuştur. Bu süreçte ordumuzun en hayati ihtiyaçları işgal altındaki İstanbul’dan bin bir güçlükle temin edilen silah ve mühimmatı sivil motorlar yani takalarla gizlice Anadolu kıyılarına ulaştırmak ya da Sovyetlerin aynı mahiyetteki yardımlarını Tuapse ,Novrosiski, Batum gibi Karadeniz limanlarından Trabzon’a ve İnebolu’ya taşıyan takalar ve sınırlı sayıdaki askeri gemiler sayesinde sağlanabilmiştir.
Ancak kısaca başlık olarak verdiğimiz bu konuları daha detaylı anlatmadan önce deniz ikmali bağlamında sivil insiyatif ile gerçekleştirilen bir başka kahramanca , ve fedakarane çabanın Balkan Savaşı yıllarında gerçekleştiğini belirterek bu konuda da özet bir bilgi verelim :
Bahsettiğimiz laz takalari ile ilgili elimizde bulunan kitaplar ve dökümanlar sınırlı sayıdadır. Bu tarihi olguyu belgeleyen kitaplardan biri de İbrahim Balcı tarafindan kaleme alınmış olan “ Takalar Kumandanı Ketencioğlu Hacı Yakup Ağa “ isimli değerli eserdir.
Kitapta bahsi geçen Hacı Yakup Ağa Rize eşrafından oğullarıyla beraber İstanbul civarına yerleşmiş ve motor taşımacılığı yapan , çevresinde lider konumunda yaşlı ve sevilen bir kişidir. İlk olarak Balkan Savaşı yıllarında devlet tarafindan kendisinden ücret mukabili yardım istenmiş , ancak yardım etmeyi kabul edip ücret almayı kabul etmemiştir.
Harbiye Nezareti Umumi Levazımat Reisi İsmail Hakkı Bey kendisini makamına davet ettiğinde Yakup Ağa’dan bu milli görev için ricada bulunuyor :
“ Yakup Ağa biliyorsun Balkan Savaşı bütün hızıyla devam ediyor. Ordunun pek çok ihtiyacı var. Yiyecek, içecek, silah ve cephane. Bunların karadan naklinde zorluk var. Denizden naklinde ise bir çok kolaylık tespit edilmistir. Sen Takalar reisisin ,seni herkes tanır, sever ve sayar. Takacılarla konuşacak ve onların bu işte calışmasını temin edeceksin. Tabi herkes ücretini alacak, ayrıca yükleme ve boşaltma işi için tayfaları da sen sağlayacaksın. ”
Ketencioğlu Hacı Yakup Ağa
Bunun üzerine Yakup Ağa Komutana şöyle bir cevap veriyor :
“ Oğul benim yaşım sekseni geçti, doksana bir karış kaldı. Benim bu vatan savunmasında sadece katkım olur. Ben ve çocuklarım büyük ve küçük iki takamla çalışırım. Duadan başka bir şey de istemem. Paraya pula ihtiyacım yok. Diğer arkadaşlar için takdir sizlerindir. ”
Bu vesile ile devlete yardımcı olan Yakup Ağa , oğulları ve diğer taka reisleri Kurtuluş Savaşında da benzer hizmetleri verdiler .
Bu organizasyonda adı geçen taka kaptanları arasında Kurtuluş Savaşının efsane milis reislerinden İpsiz Recep Kaptanı da görmekteyiz. Diğer adı geçen bazı taka reisleri ise şunlardır :
Oflu Kasım Reis, Oflu Halim Reis, Osman Kaptan, Giritlioğlu Hacı Şakir Kaptan ve
efradı , Dalyancı Yusuf Bey, Ketencioglu Ahmet, Mehmet, İbrahim ve İsmail Hakkı kardeşler, İbrahim Ağa, Hüseyinzade Bombacı Ahmet Efendi, Laz Hafız Muharrem Efendi, Milis Yüzbaşı İlyas Sami Bey ( Kalkavan ) ,Şevki Reis , Balıkçı Adil Efendi, Hacı Bayram Kaptan .
Kurtuluş Savaşının ilk dönemlerinde silah ve mühimmat ihtiyacının önemli bir bölümü eski İttihatçıların kurmuş oldukları Karakol ve Felah teşkilatları aracılığı ile gizli olarak İstanbul’dan Anadolu’ya taşımacılık yapan takalar, motorlar, yelkenliler sayesinde gerçekleşmiştir.
Karakol teşkilatının idaresi İttihat ve Terakki’nin önemli isimlerinden Kara Kemal ve Kara Vasıf beylerin elindeydi. Bu teşkilat gayet başarılı bir biçimde İstanbul’dan Anadolu’ya silah sevkiyatını sağladığı gibi Anadolu’ya geçmek isteyen asker , devlet adamı , aydın ve diğer vatanseverlerin yolculuklarını da organize etmekteydi. Özellikle Kara Kemal beyin bir tür esnaf loncası başkanlığı yapmış olması sebebiyle çok geniş bir ilişkiler ağı vardı.
Bu kutlu yolculuğun ilk duraklarından biri İstanbul Anadolu kıyısında bulunan Özbekler Tekkesiydi. Özbekler Tekkesi 1752'de Buharalı Nakşibendi dervişleri tarafından Ahmet Yesevi geleneğinde Üsküdar, Sultantepe'de kurulmuştu.
Amerika’nın en ünlü plak ve yapım şirketlerinden birinin sahibi olan merhum Ahmet Ertegün bu tekke şeyhinin torunlarındandır ve rahmetli olduğu zaman cenazesi burada defnedilmiştir.
İstanbul’dan gerçekleştiren bu silah sevkiyatında bazı Karadenizli armatörler ,taka reisleri ve denizciler hiçbir maddi karşılık beklemeksizin cansiperane fedakarlıklarla büyük emekler vermişlerdir. Milis Yüzbaşı olarak Kuvayı Milliye ordusunda rütbe alan İlyas Sami Kalkavan Bey kendisinin de öncüleri arasında bulunduğu bu vatanseverleri 1957 senesinde yayınladığı “ Milli Mücadele Hatıralarım” isimli kitabında hatırlayabildiği kadarıyla isim isim yazmıştır. Kitapta isimleri geçen ve büyük çoğunluğu denizci ve Karadenizli olan bu yurtseverlerin isimleri aşağıda alıntılanmıştır :
“…Kalkavanzade İbrahim Kaptan , Kalkavanzade Rıza Kaptan ,Sadıkzade Ruşen bey, Sadıkzade Hüseyin Kaptan ,Tavilzade Hafız Hüseyin , Tavilzade Hacı Hasan bey ,Tavilzade Muharrem bey ,Tavilzade Mustafa bey, Tavilzade Ahmet bey, Tayyarzade Necip bey, Velizade Dursun bey, Rize'nin Kalamoz köyünden Mehmet, Rizeli Giritlioğlu Hacı Şakir Kaptan, Rizeli Hacıoğlu Hafız Mehmet Ragıp Efendi, Rizeli Osman Saruhan Reis (Sonradan milis binbaşı rütbesini alacaktır.), kardeşi Mustafa Saruhan Reis, Memati oğlu Recep Reis, Rizeli Giritlioğlu oğlu Mesut Reis, Rizeli Şahinoğlu Ali Osman Kahya, Pazarlı Altındiş Mustafa Kaptan, Rizeli Hasan Kahya, Hemşinli Mehmet, Hoho namıyla maruf Rizeli aşçı Hasanoğlu Halim Reis, Rizeli Hacı Lahana oğlu Kerim Reis, Rizeli Hacıömeroğlu Aziz Reis, Rizeli Şükrü Kalkavan Reis, Rizeli Hacı Efendi oğlu Armatör Şevki Kaptan, Rizeli Mori oğlu Rıza Reis, Rizeli Armatör Rasim Kalkavan Kaptan, Rizeli Ali Uzunoğlu Reis, Rizeli Salih Kaptan, Rizeli Osman Varlı Reis, Rizeli Yahya Varlı Reis, Rizeli Çekmiş Oğulları Hasan, Ömer, Sürmeneli Temel Reis, Yusuf Reisler, Rizeli Altıkonak oğulları Mehmet, İsmail, İlyas Reisler, Rizeli Arap oğulları Ali ve Süleyman Reisler, Rizeli Küçük Süleyman Reis, Rizeli Şahin oğulları Mustafa ve Hüseyin Reisler, Rizeli İbrahim Yavaşı Reis, Rizeli Kara Mahmutoğulları , Kara Ali ve Şükrü Reisler, Rizeli Hafız Muhittin Kotil Reis, Rizeli Ofli namıyla Maruf Halim Reis, Rizeli Kopuz Şakir Reis, Rizeli Mehmet Kopuz Reis, Rizeli Hafız Mustafa Reis, Of kazasından Sabur Bahri Reis, Rizeli Musa oğulları Halim, Rıdvan, Harun Reisler,
Rizeli Hacı Memiş oğlu Tahsin Reis, Rizeli Nafiz Keltoş Reis, Rizeli Hacı oğlu Nazım Reis, Rizeli Nalbant oğlu Ahmet Reis, Rizeli Gencalioğlu Mehmet Reis, Rizeli Sinan oğlu Nazım Reis, Rizeli Kavranoğlu Mustafa Reis, Rizeli Sakoğlu İshak Reis, Rizeli Hordoloş oğlu Mustafa Reis, Rizeli Tafuli Hamdi Reis, Rizeli Uzun Mustafa oğulları İlyas, Kolcu Mehmet, Mustafa Reisler, Rizeli Muharrem Oğulları Muharrem ve Mustafa Reisler,
Milli Mücadeleye Hizmet Etmiş Bazı Armatör , Kaptan ve Reisler
Rizeli Mete İsmail Reis, Rizeli Salih oğlu Recep Reis, Rizeli Ofli namıyla Maruf Kasım Reis, Sarıyerli Balıkçı Adil Reis, Sarıyerli Şevki Reis, Sürmeneli Enbiya Reis, İtfaiye Yüzbaşısı Halit Bey, Binbaşı Eyüp Sabri Bey, Topçu Yüzbaşısı Rizeli Süleyman Bey, Kağıthane'de depo muhafızları Yüzbaşı Kemal ve Yüzbaşı Ziya Beyler, depolar Başçavuşu İzmirli Abdülkadir, Anadolu Kavağı depo amiri Yüzbaşı Kemal (Altuğ),
Muavini topçu zabiti Faruk (Tengüz), Anadolu Torpil Bölüğü Komutanı Turgut Reis, Gambotu sabık 2.kaptanı Dilşad Bey, Beykoz Birinci Ordu Harekat Şubesi Erkan-ı Harp Binbaşısı bilahare Tümgeneral olan Kenan Bey ( Esenkut ) , Ali Hakkı Küçükyüksel Bey ,Unkapanı polis memurlarından Sürmeneli Mazhar ve kardeşi Unkapanı’nda kahveci Faik beyler .
İstanbul’dan yapılan bu bahsettiğimiz silah sevkiyatını büyük Türk şairi Nazım Hikmet “ Kuvayı Milliye Destanı “ isimli manzum eserinde Arhave’li İsmail’in hikayesiyle ölümsüzleştirmiştir.
ÜÇÜNCÜ BAP
YIL 1920
ve
ARHAVELİ İSMAİL'İN HİKÂYESİ
Ateşi ve ihaneti gördük.
Düşman ordusu yine başladı yürümeğe.
Akhisar, Karacabey,
Bursa ve Bursa'nın doğusunda Aksu,
çarpışarak çekildik...
,1920'nin
29 Ağustos'u :
Uşak düştü.
Yaralı
ve dehşetli kızgın
fakat toprağımızdan emin,
Dumlupınar sırtlarındayız.
Nazilli düştü.
Ateşi ve ihaneti gördük.
Dayandık
dayanmaktayız.
1920 Şubat, Nisan, Mayıs,
Bolu, Düzce, Geyve, Adapazarı :
İçimizde Hilâfet Ordusu,
Anzavur isyanları.
Ve aynı sıradan,
3 Ekim Konya.
Sabah.
500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla Delibaş
girdi şehre.
Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.
Ve Manavgat istikametlerinde kaçıp
ölümlerine giderken
terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler.
Ve 29 Aralık Kütahya :
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani Çerkez Ethem,
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırları,
koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
düşmana geçti.
Yürekleri karanlık,
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
atları ve kendileri semizdiler...
Ateşi ve ihaneti gördük.
Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.
Beygirler çirkindiler,
bakımsızdılar,
hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
İnsanlar uzun asker kaputluydu,
yalınayaktı insanlar.
İnsanların başında kalpak,
yüreklerinde keder,
yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
İnsanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
İnsanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
köy odalarında unutulmuştular.
Ve orda sargı,
deri
ve asker postalları halinde
yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.
koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden
eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında toprak ve kan vardı.
Ve asker kaçakları,
korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla
karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.
Acıkmıştılar,
merhametsizdiler,
bedbahttılar.
Şosenin ıssız beyazlığına inip
nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor
ve Bolu dağında ekmek bulamadıkları için
deviriyorlardı uçurumlara :
şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları.
Ve çok uzak,
çok uzaklardaki İstanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgârdılar.
Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
Şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve Kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı Karadeniz'e.
Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar uzun eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...
Karanlıkta kurşunîi derisi kırmızıya boyanan
baltabaş gemi
İngiliz torpitosudur.
Ve dalgaların üstünde sallanarak
alev alev
yanan :
Şaban Reisin beş tonluk takası.
Kerempe Fenerinin yirmi mil açığında,
gecenin karanlığında,
dalgalar minare boyundaydılar
ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
Rüzgar :
yıldız - poyraz.
Esirlerini bordasına alıp
kayboldu İngiliz torpitosu.
Şaban Reisin teknesi
ateşten diregiyle gömüldü suya.
Arheveli İsmail
bu ölen teknedendi.
Ve şimdi
Kerempe Fenerinin açığında,
batan teknenin kayığında
emanetiyle tek başınadır,
fakat yalnız değil :
rüzgârın,
bulutların
ve dalgaların kalabalığı,
İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.
Arheveli İsmail
kendi kendine sordu :
«Emanetimizle varabilecek miyiz?»
Kendine cevap verdi :
«Varmamış olmaz.»
Gece, Tophane rıhtımında
Kamacı ustası Bekir Usta ona :
«Evlâdım İsmail,» dedi,
«hiç kimseye değil,» dedi,
«bu, sana emanettir.»
Ve Kerempe Fenerinde
düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
İsmail, reisinden izin isteyip,
«Şaban Reis,» deyip,
«emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip
atladı takanın patalyasına,
açıldı.
«Allah büyük
ama kayık küçük» demiş Yahudi.
İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi,
bir sağnak daha,
peşinden üç-kardeşler.
Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer
alabora olacaktı.
Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor.
Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor :
Sıvastopol'a giden bir geminin
sancak feneri.
Elleri kanayarak
çekiyor İsmail kürekleri.
İsmail rahattır.
Kavgadan
ve emanetinden başka her şeyin haricinde,
İsmail unsurunun içinde.
Emanet :
bir ağır makinalı tüfektir.
Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini
ta Ankara'ya kadar gidip
onu kendi eliyle teslim edecektir.
Rüzgâr bocalıyor.
Belki karayel gösterecek.
En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
Nuri Kurtcebe’nin Kaleminden Arheve’li İsmail
Fakat İsmail
ellerine güvenir.
O eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini
aynı emniyetle tutarlar.
Rüzgâr karayel göstermedi.
Yüz kerte birden atlayıp rüzgâr
bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
düştü.
İsmail beklemiyordu bunu.
Dalgalar bir müddet daha
yuvarlandılar teknenin altında
sonra deniz dümdüz
ve simsiyah durdu.
İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri.
Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
Bir ürperme geldi İsmail'in içine.
Ve bir balık gibi ürkerek,
bir sandal
bir çift kürek
ve durgun
ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı.
Ve birdenbire
öyle kahrolup duydu ki insansızlığı
yıldı elleri,
yüklendi küreklere,
kırıldı kürekler.
Sular tekneyi açığa sürüklüyor.
Artık hiçbir şey mümkün değil.
Kaldı ölü bir denizin ortasında
kanayan elleri ve emanetiyle İsmail.
İlk önce küfretti.
Sonra, «elham» okumak geldi içinden.
Sonra, güldü,
eğilip okşadı mübarek emaneti.
Sonra...
Sonra, malûm olmadı insanlara
Arhaveli İsmail'in âkıbeti...
Nazım Hikmet Ran
Kurtuluş Savaşının ilk döneminde düzenli ordu henüz kurulmamıştı ve Milli Mücadele büyük ölçüde Anadolu’nun her köşesinde kurulan Müdafaa-i Hukuk Dernekleri ile
işbirliği halinde mücadele veren çete ve milis reisleri aracılığı ile verilmekteydi.
Bunların en bilinenleri Çerkez Ethem , Demirci Mehmet Efe , Yörük Ali Efe ,Topal Osman , İpsiz Recep gibi milis reisleridir. Ancak bu milisler genelde gerilla taktikleri uygulayarak düşmanın ilerleyişini geciktirmişlerse de Yunan ordusunun Anadolu içlerine doğru ilerlemesiyle yetersiz kalmaya başlamışlar ve özellikle disiplinsizlik ve başı bozuklukları yüzünden sorun olmaya başlamışlardı. Bu reislerin içerisinde özellikle Çerkez Ethem emrindeki insan sayısı ve silah gücüyle ön plana çıkmıştır.
Çerkez Ethem emrindeki milislerle düzenli ordu kurulana dek TBMM'ye karşı girişilen ve arkasında işgal güçlerinin emrindeki gericilerin olduğu bazı isyanları başarıyla bastırmıştır. Anzavur Ayaklanması, Çopur Musa Ayaklanması ile Gerede ve Yozgat isyanlarını bastıran Çerkez Ethem'in isyancıları yargılamadan cezalarını vererek infaz etmesi TBMM üyeleri ve İstiklal Mahkemeleri görevlileri tarafından doğru bulunmuyordu. 1.İnönü Savaşı sürecinde kurulan düzenli orduya iştirak etmek istememesi ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ile olan anlaşmazlığı, Çerkez Ethem’in yanındakilerle beraber karşı tarafa geçerek Milli Mücadele dışında kalmasıyla sonuçlandı.
Düzenli ordunun kurulması ile beraber Milli Ordu’nun ikmal meselesi çok daha önemli ve ivedilikle halledilmesi gereken bir mesele haline gelmiştir. Ekim 1917 Bolşevik
İhtilali ile kendi devrimini gerçekleştiren Sovyet Rusya Brest-Litovsk Antlaşması ile savaş dışında kaldı. Ancak devrime karşı savaş veren Beyaz Ordu’nun bazı İtilaf devletlerinden ciddi lojistik destek görmesi ile devam eden kanlı iç savaş ve Kafkasya bölgesindeki zengin petrol ve maden sahaları üzerinde hükümranlık kurmak isteyen başta İngiltere olmak üzere bazı itilaf ülkeleriyle olan problemler , Lenin’i güney sınırlarını güvence altına almak yolunda bazı tedbirler almaya ve çözümler üretmeye yöneltti. İngiltere Kafkasya bölgesinde Kızıl Ordu’ya karşı isyan eden Beyaz Ordu generallerini destekliyor , bölgenin insanlarını Sovyetlere karşı dini ve etnik hassasiyetler üzerinden kışkırtıyordu. Aynı taktikleri Anadolu’da Milli Hükümete karşı da uygulamışlar başta Düzce , Adapazarı, Konya olmak üzere Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde Milli Mücadeleye karşı gerici isyanlarını kışkırtmışlardı. Tüm bu siyasi dinamikleri çok yakından takip eden Mustafa Kemal Paşa doğru bir zamanlamayla Sovyet yardımı ile ilgili yapılan çalışmaları kontrolü altına aldı ve yönlendirdi .
Ancak Anadolu Hükümetinin Sovyetlerle ilişki kurmasında devrik İttihatçı liderler Talat Enver ve Cemal Paşaların büyük rol oynadığını dile getiren tarih yazarları da vardır. Tarihçi Emel Akal “Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal , İttihat Terakki ve Bolşevizm “ adlı değerli çalışmasında bu tezleri destekleyecek çok önemli belgelere ,tanıklıklara yer vermektedir.1.Dünya Savaşının kaybedilmesiyle Almanya’ya giden Talat ve Enver Paşalar , Berlin’de 1919 yılının Eylül ayında Sovyet Rusya’nın önemli komünist liderlerinden Karl Radek ile bir görüşme yaparlar. Esasen görüşme Alman devletinin de bilgisi altında o esnada Radek’ in yatmakta olduğu hapishanenin misafirhanesinde gerçekleşmiştir. Radek’ in Sovyet Rusya ve komünist camiada neden bu kadar önemli bir isim olduğu Emel Akal’ın bahsettiğimiz çalışmasının 79.sayfasında aşağıdaki şekilde anlatılmaktadır. :
“…….…Radek, 1919 yılı Ocak ayında yapılacak olan Alman Komünist Partisi’nin kuruluş kongresine katılmak üzere Berlin Sovyeti tarafından davet edilmiştir . Alman sınırını yasadışı olarak Avusturyalı kılığına girerek geçen ve Berlin’e ulaşan Bolşevik Partisi Merkez Komitesi üyesidir ve daha sonra, kurulacak olan III. Enternasyonal-Komintern’in başkanı olacaktır. Ancak 12 Şubat 1919’da Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katledildikleri olaylar sonucunda Radek Berlin’de tutuklanmıştır . Radek Ağustos ayında tutuklu bulunduğu hapishanede özel bir bölüme alınmış ve ziyaretçi kabul etmesine izin verilmiştir. ………”
İttihatçı liderler ,düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla Sovyet Rusya ile kurulacak bir ittifakın Anadolu’nun kurtuluşu için faydalı olacağını değerlendirmekteydiler. Talat Paşa Radek’le olan görüşmesini ve Sovyetlerle kurulması gereken ilişkiler hakkındaki düşüncelerini Mustafa Kemal Paşaya yazdığı mektupta da ifade etmektedir. Bu mektubun bir bölümüne aynı çalışmanın 81.sayfasında yer verilmiştir :
“……….Buradaki Bolşevik rüesası ile hal-i temastayım. Şimdiye kadar mahbus bulunan (Radek) ile defeat ile görüştüm. Ve balada zikrettiğim esaslar dairesinde çalışmak üzere (Lenin) ‘nin tasdikine ta’likan anlaştım. (Radek) in tahliyesi ve tayyare ile Moskova’ya gidebilmesi için Almanlar nezdinde pek çok çalışarak muvaffak oldum ve başka bir nam altında esbab-ı seyahatini temin ettim. Bundan dolayı (Radek) ve burada bulunan Bolşevik’ler bize medyunu şükrandırlar. (Radek)
Bolşevik’ler hükümetinin şark mesaili mütehassısı olduğundan mukarreratımızın merkezce kabul edileceğini suret-i katiyyede temin ediyor ………”
Karl Radek ( En solda gözlüklü ,sandalyede oturan kişi )
Radek bu görüşme sonrasında İttihatçı liderleri Moskova’ya davet eder Enver Paşa ve Cemal Paşaların da içinde bulunduğu bir İttihatçı ekip 1920 senesinin Mayıs ve Temmuz ayları arasında Sovyetlerin başkentinde büyük bir ilgi ve ihtimam ile ağırlanır. Talat Paşa İttihatçıların meşhur Maliye Nazırı Cavit Bey’e yazdığı 21 Aralık 1919 tarihli mektupta açıkça
“….Ben ümidimi kamilen güneşin doğduğu tarafa bağladım.Bütün varlığımla o dairede çalışacağım …( Tanin 1944 , Tefrika 52 )…..” demektedir.
Tüm bu gelişmelere paralel olarak Mustafa Kemal Paşa Erzurum Kongresinde yaptığı ( 23 Temmuz – 04 Ağustos 1919 ) konuşmasında Sovyetler’i öven sözlere yer vermiştir :
“……..Son zamanlarda devletler arasında ortaya çıkan rekabet sebebiyle İngilizlerin Kafkasya’dan tamamen çekilmesine karar verilmiş ve uygulamaya bir süreden beri başlanmıştır. İtalyan kuvvetlerinin Batum yoluyla Kafkasya’ya gelmesi kararlaştırılmış ise de İtalya ve Kafkasya’daki iç durum sebebiyle bu kararı uygulamaya koymaktan korkuyorlar.
Millî bağımsızlıklarını tehlikede gören ve her taraftan işgale uğrayan Rus milleti, bu genel zorbalığa karşı, milletinin bütün bireylerinin ortak gücüyle çarpışmış ve herkesçe bilindiği üzere bu kuvvet, kendi memleketleri içinde üstün gelmiş, çareyi kendi üzerlerine belâ olan milletleri etkileri ve kontrolü altına almakta bulmuşlardır.
Kuzey Kafkasya, Azerbaycan ve Gürcistan birleşerek millî varlıklarına karşı yürümek isteyen Denikin Ordusu’nu savaşa zorlayarak Karadeniz sahiline sürmüştür…”
Sovyet Dışişleri Komiseri Çiçerin’de Sovyet Dışişleri «Müslüman Yakın Doğu Dairesi» başkanı Neriman Nerimanov'un imzasıyla Sivas kongresinden iki gün sonra 13 Eylül 1919'da “Türkiye İşçi ve Köylülerine” bir bildiri yayınlamıştır. Bildiride;
Anadolu Milli Mücadelesine Rus İşçiler ve Köylüler Hükümetinin kardeşlik elini uzatacağı belirtilmektedir.
1919 yazının sonlarında, Anadolu, milliyetçileri ile Sovyet yöneticileri uzaktan uzağa birbirlerine karşılıklı iyi niyetlerini ifade etmişlerdir.
Erzurum Kongresi sırasında İstanbul’a gelen bazı Sovyet temsilcileri Karakol Cemiyeti ile de temas etmişlerdir. Cemiyet başkanı Kara Vasıf Bey Ankara’da bulunan Ali Fuat Paşa'ya durumu bildirir . Ali Fuat Paşa Erzurum’da bulunan Mustafa Kemal Paşa'yı durumdan haberdar eder . Mustafa Kemal Paşa Karakol Cemiyetinin İttihâtçılar’Ia bağlantılı olduğunu bildiği halde milli çıkarlar gereği bu görüşmelere onay verir.
Esasen tarihçi Emel Akal’ın yukarıda alıntıladığımız “ Milli Mücadelenin Başlangıcında Mustafa Kemal , İttihat Terakki ve Bolşevizm “ isimli eserinde verilen bilgiler ışığında Sovyetlerle ilişki kurma hususunda ilk adımı atanların başta Talat Paşa olmak üzere eski İttihatçı liderler olduğu söylenebilir. Emel Akal kitabında bu tezlerini bir ileri noktaya taşımakta ve esas itibarı ile Anadolu direnişinin aşağıdan yukarı bir örgütlenmeden çok yukarıdan aşağı bir organizasyon olduğunu öne sürmektedir. Bu tezini özellikle İstanbul ve İzmir’in işgalinden sonra yurdun birçok köşesinde kurulan Reddi İlhak ve Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyetlerinin kurucu üyelerinin neredeyse tamamının eski İttihatçı kadrolardan oluşmasına dayandırmaktadır. Yine benzer biçimde Anadolu’ya ilk olarak gerçekleştirilen silah mühimmat sevkiyatı ve insan nakli İttihatçıların başında olduğu Karakol ve Felah teşkilatları aracılığı ile gerçekleştirilmiştir.
Sovyetlerle ilişki kurma konusunda bu gelişmeler olurken tutuklu olduğu Bekir Ağa Bölüğünden kaçarak Sivas’a gelen Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa ( Kut ) Sovyetlerle temas sağlayarak yardımlarını temin etmekle görevlendirilir.
Önce Kafkasya'ya oradan da Moskova'ya geçen Halil Paşa Dış İlişkiler Komiseri Çiçerin ve yardımcısı Karahan ile görüşür. Bu temaslardan sonra 1920 senesinin ilk aylarında başlangıç olarak Sovyet yardımı bir miktar silah, cephane ve altın para olarak temin edilmiştir. Irak Cephesi ve Kafkas İslam Ordusunda askeri görevlerde de bulunmuş olan Halil Paşa yardımları görüşmek üzere ayrı bir heyetin daha Ankara’dan gönderileceğini de bildirmişti.
İstanbul'un 16 Mart 1920’de İtilâf devletlerince işgal edilmesi ve Yunanlıların Anadolu içlerine doğru işgal girişimleri , Sovyetlerle direkt resmi ilişki kurma hususunda var
olan bazı tereddütleri tamamen ortadan kaldırır. Halil Bey’e bu ziyarette eşlik eden Fuat Sabit Bey’de Çiçerin ’e Milli Mücadelenin prensiplerini izah etmiştir .Halil Paşa ardından Sovyet Harbiye Komiseri Kamanev ile de görüşmüş ve gizli tutulmak kaydıyla 1.000.000 altın ,60.000 tüfek, 180.000 fişek ,108 sahra topu ve 12 ağır top yardım yapılması karara bağlanmıştır. Ancak yapılan bu ilk yardım saklı tutulmak kaydıyla gayri resmi bir mahiyetteydi.
İlk Sovyet yardımını Türkiye getiren kişinin bizzat Enver Paşa’nın amcası olması yukarda belirtildiği gibi bu teması ilk kuranların eski İttihatçı liderler olduğu savını kuvvetlendirmektedir.
Sovyet Rusya ile Anadolu Hükümeti arasında gerçekleşen bu yakınlaşmanın iki ülke içinde oldukça tutarlı bazı nedenleri vardır. Türkiye Yunanistan’a karşı olan bağımsızlık savaşını kaybettiği takdirde bu durum İngiltere kontrolünde Türk Boğazlarını da kontrol eden güçlü bir Yunanistan anlamına gelecek ve Sovyet Rusya’nın Türk Boğazları üzerinden askeri ve sivil deniz ulaşımı olumsuz olarak etkilenecekti . Ayrıca Türk topraklarını işgal edenler Kafkasya’yı da işgal etmişlerdi.
İngiltere bunun yanı sıra İran ve Afganistan’da da hâkimiyet kurarak Sovyet Rusya’ya karşı yakın bir tehdit oluşturmaktaydı. Bu durumda Türkiye’nin düşmanı , aynı zamanda Sovyet Rusya’nın da düşmanıydı. Sovyet Rusya’nın Türk-Müslüman
halklarının Bolşeviklere karşı gelen General Denikin’ in kuvvetlerine karşı savaş vermeleri de Bolşevikleri memnun etmektedir. Türklere yapılacak yardım hem Türkler , hem de Sovyet Rusya topraklarındaki diğer Müslüman halklar nezdinde Sovyet Rusya'ya karşı sempati doğuracak ve kendilerine olan desteği arttıracaktı. Diğer yandan Mustafa Kemal Paşa 05 Şubat 1920 tarihinde tüm kolordu ve eşiti komutanlıklara çektiği telgrafta yaptığı değerlendirmede Türkiye’nin her taraftan kuşatıldığını, bu nedenle Kafkaslar bölgesinin açık tutulmasının hayati öneme haiz olduğunu, emperyalist ülkelerin bu bölgede nüfuz alanı kurmalarının mutlaka önlenmesi gerektiğini, bu hedefe uygun olarak Kafkasların kontrol altında tutulmasını,
ancak mevcut imkân ve kabiliyetlerimiz ile bu başarılamıyorsa, Bolşevik Rusya’nın bu bölgede yerleşmesine yeşil ışık yakılmasını, işgal güçleri tarafından ülkemize karşı bölgede kesin bir set çekilmesi durumunda Türkiye’nin direnme olanağının tamamen ortadan kalkacağını söylemektedir.
Ankara'da meclisin açılmasından üç gün sonra Mustafa Kemal Paşa'nın İmzası ile Lenin 'e gönderilen mektupla beraber Anadolu hareketinin Sovyetler'e ilk resmi müracaatı gerçekleştirilmiş , resmi ilişkiler başlamıştır.
Mustafa Kemal Paşa Lenin’e yazdığı mektupta Sovyetler Birliği’nin, emperyalizme karşı savaşan Türkiye’ye yardımda bulunulacağına inandığını ifade ederek ; 5.000.000 altın lira ile, görüşmeler sonucu miktarı sonradan saptanacak silah ve cephane, askeri teknik malzeme, birliklerin gereksinimlerini karşılayacak gıda malzemeleri talebinde bulunur. Söz konusu resmi mektubun orijinal metni aşağıda alıntılandığı gibidir.
“……Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Moskova Hükümetine Birinci Önerisidir.
Ankara, 26 Nisan 1920
- Emperyalist hükümetlere karşı harekatı ve bunların egemenliği ve sömürüsü altında bulunan ezilen insanların kurtuluşu amacını güden Bolşevik Ruslarla çalışma ve hareket birliğini kabul ediyoruz.
- Bolşevik güçleri Gürcistan üzerine askeri harekat yapar ya da izleyeceği politika ve göstereceği etki ve nüfuz ile Gürcistan'ın da Bolşevik birliğine girmesini ve içlerindeki İngiliz güçlerini çıkarmak için bunlara karşı harekata başlamasını sağlarsa, Türkiye Hükümeti de emperyalist Ermeni Hükümeti üzerine bir askeri harekatı yönetmeyi ve Azerbaycan Hükümeti'ni de Bolşevik devletleri grubuna sokmayı yükümlenir.
- Önce milli topraklarımızı işgal altında bulunduran emperyalist güçleri kovmak ve ilerde emperyalizme karşı meydana gelecek ortak mücadelelerimiz için iç güçlerimizi kurmak üzere şimdilik, ilk taksit olarak, beş milyon altının ve kararlaştırılacak sayıda cephane ve diğer savaş makine ve araçlar ve sağlık araçlarının ve yalnız doğuda harekat yapacak güçler için yiyeceklerin Rus Sovyet Cumhuriyetince sağlanması rica olunur.
Üstün saygılarımızın ve içten duygularımızın kabul edilmesini dileriz.
Büyük Millet Meclisi Reisi
Mustafa Kemal …….”
24 Ağustos 1920 tarihinde Türk ve Sovyet Rusya Harici Heyetlerinin yaptıkları temaslardan sonra imza edilen “ Sovyet Yardım Antlaşması “ ile söz konusu yardımlar istikrarlı ve planlı bir biçimde artmış ve sevkiyat hızlanmıştır. Esas işi Sovyet Rusya ve Trabzon limanı arasında deniz yoluyla yapılan silah sevkiyatlarını düzenlemek olan Trabzon Kaçakçı Müfrezesi 21 Eylül 1920’de 13.Tümen Kumandanlığı’na bağlı olarak kurulmuş , daha sonra TBMM tarafından Ankara’da kurulan Umuru Bahriye Müdürlüğü’ne bağlanarak , adı Trabzon Nakliye Kumandanlığı olarak değiştirilmiştir. İlgili kumandanlığa bağlı olarak Novrosiski , Batum ve Tuapse’de Kıdemli Deniz Subaylıkları oluşturulmuştur.
Buraya kadar anlatılanlara genel bir çerçeve ve bir diğer perspektif olarak Profesör Dr.Baskın Oran’ın Türk Dış Politikası adlı değerli eserinin 1.Cilt (1919-1980 ) ,
162-163. sayfalarında her iki ülkeyi birbirleri ile dostluk ilişkisi kurmaya yönelten nedenler aşağıda olduğu gibi özetlenmiştir.
“……..Ankara açısından şu nedenler geçerlidir :
a) Her iki taraf için de geçerli olan "düşmanımın düşmanı dostumdur" ilkesinedeğinmek gerekir. Her ikisi de emperyalist işgalcilere karşı savaşan Moskova ve Ankara'yı işbirliğine iten ilk neden budur.
b) Kendi savaş sanayiine sahip olmayan Ankara'nın (Fransa'nın 192l'de çekilirken bıraktığı silahlar dışında) en önemli askeri malzeme ve ekonomik yardım kaynağı Moskova olmuştur
c) Ankara, Kafkaslarda Bolşevik yönetimlerin kurulmasına göz yumma karşılığında doğu cephesini güvenceye alarak, tüm gücünü batı cephesine aktarabilmiş , savaşın kazanılmasında bunun önemli rolü olmuştur.
ç) Bolşeviklerin Ankara'yla iletişim kuran ilk hükümetlerden biri ve Türkiye'nin bağımsızlığı ile toprak bütünlüğünü kabul ederek kapitülasyonları 1921 antlaşmasıyla reddeden ilk devlet olması Ankara için önemli olmuştur.
d) 21 Şubat-12 Mart 1921'de toplanan Londra Konferansında görüldüğü gibi, Ankara'nın Batılılarla ilişkilerinde Moskova'yı bir koz olarak kullanmasından söz edilmelidir.
Moskova açısından da geçerli nedenler şunlardır :
a) Moskova açısından bakıldığında da "düşmanımın düşmanı dostumdur" ilkesi geçerlidir.
b) Üstelik, lngiltere'nin desteklediği Yunanistan'a karşı Ankara hükümetinin kazanacağı zafer, İngiltere'nin sömürüsü altındaki Müslümanları uyandırabilirdi.
c) Türkiye'nin emperyalizme karşı savaşı kazanması Moskova'nın güney cephesini güvenceye alması anlamına geliyordu. Bu, bir yandan Kafkaslarda Bolşevik hükümetlerin kurulması, diğer yandan Boğazları Müttefikler yerine bağımsız bir Türkiye'nin denetim altında tutmasıyla gerçekleşecekti. Ayrıca, Moskova soyutlanmaktan da kurtulacaktı.
ç) Ankara'yla kurulan iyi ilişkiler, Orta Asya halklarıyla ilişkilerde olumlu bir referanstı.
d) llişkilerin başlangıç aşamasında (en azından 1921 antlaşmasına değin) Bolşevik devrimini Anadolu hükümetine benimsetme umudu da Moskova açısından ilişkileri geliştirmede olumlu bir etmen oldu.
e) Moskova "Doğu Sorunu" çözülmeksizin uluslararası sistemde istikrarın sağlanamayacağını görerek, bu sorunun Ankara lehine çözümünde etkin rol oynamaya çalıştı…………….”
Kimi tarih yazarı ve yorumcularının iddia ettiği üzere Sovyet yönetimi Anadolu Hükümetinin Bolşevik olması gibi bir beklenti içinde değildi. Türkiyenin nerdeyse yok denecek düzeyde bir endüstrisi olduğunu , ağırlıklı olarak bir tarım toplumu olduğunu çok iyi biliyorlardı. Bolşevik hareketin dayanabileceği hatırı sayılır bir işçi sınıfı mevcut değildi. Nitekim dönemin Sovyet Büyükelçisi Semyon İvanoviç Aralov , hatıralarını aktardığı “ Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları (1922-1923) “ isimli kitabında Anadolu’ya hareketinden önce Lenin ile yaptığı görüşmenin detaylarını anlatmaktadır. Aşağıda alıntılayacağımız bu bölüm Sovyet yönetiminin dönemin Türkiye’ sine bakışını özetlemektedir:
“…...- Türkler, ulusal kurtuluşları için savaşıyorlar. Bunun için Merkez Komite, askerlik işlerini bilen birisi olarak sizi oraya gönderiyor. Emperyalistler Türkiye’yi soyup soğana çevirdiler, hâlâ da soyuyorlar. Köylüler ve işçiler buna katlanamadılar ve başkaldırdılar.
Sabır bardağı taştı; gerek Doğu halkları gerek biz emperyalist kurtlara karşı savaşıyoruz. Sovyet Rusya emperyalistlerin işini bitirdi, onları bozguna uğrattı ve memleketten kovdu. Onların dişlerini söktük, keskin tırnaklarını vücudumuza geçirmelerine izin vermedik.- Lenin Türkiye’de olup bitenleri çok iyi biliyordu:
- Mustafa Kemal Paşa, tabii ki sosyalist değildir,-diyordu Lenin, -ama görülüyor ki, iyi bir örgütçü, yetenekli bir komutan, burjuva-ulusal devrimini yürütüyor, ilerici bir insan, akıllı bir devlet adamı. Bizim sosyalist devrimimizin önemini anlamış olup, Sovyet Rusya’ya karşı olumlu davranıyor. O, istilacılara karşı bir kurtuluş savaşı yapıyor. Emperyalistlerin gururunu kıracağına, padişahı da yardakçılarıyla birlikte silip süpüreceğine inanıyorum. Halkın ona inandığını söylüyorlar. Ona yardım etmek, yani Türk halkına yardım etmek gerekiyor. İşte, sizin işiniz budur. Türk hükümetine, Türk halkına saygı gösteriniz. Büyüklük taslamayınız. Onların işlerine karışmayınız. İngiltere onların üzerine Yunanistan’ı saldırttı. İngiltere ile Amerika bizim üzerimize de sürü ile memleket saldırttı. Sizi ciddi işler bekliyor. Yoldaş Frunze bu günlerde Ukrayna Cumhuriyeti adına Ankara’ya gidecektir. Herhalde onunla Türkiye’de karşılaşacaksınızdır.
Gerçi kendimiz de yoksul isek de Türkiye’ye maddi yardımda bulunabiliriz. Bunu yapmamız gereklidir. Moral yardımı, yakınlık, dostluk, üç kat değeri olan bir yardımdır. Böylece, Türk halkı yalnız olmadığını hissetmiş olacaktır. İngiliz işçileri ve öteki ülkelerin işçileri bize yakınlık gösterdikleri, grev yaptıkları, bizimle savaşan Polonya’ya gönderilmekte olan silahları gemilere yüklemedikleri zaman, bu bizim için büyük bir yardımdı. Bu bize mücadelemizde büyük bir güç katmıştır. Bundan işçilerimiz büyük bir moral güç kazanmışlardır.-
Lenin, sözlerine devam ederek, - Çarlık Rusyası, yüz yıllar boyunca Türkiye ile savaşmıştır,- dedi, - bu elbette halkın belleğinde derin izler bırakmıştır, bu halkın içinde Rusya’nın, Türkiye’nin amansız düşmanı olduğuna ilişkin propaganda yapılmıştır. Bütün bunlar, Türk köylüsünde, küçük ve orta mal sahiplerinde, tüccarlarda, aydınlarda ve idareci çevrelerde Rııslara karşı dostça olmayan duygular ve güvensizlik uyandırmıştır. Bilirsiniz ki, güvensizlik yavaş geçer. Bunun için de sabırlı, dikkatli, ihtiyatlı bir çalışma gerekmektedir. Eski Çarlık Rusya’sı ile Sovyet Rusya arasındaki ayrımı, sözle değil işle göstermek ve anlatmak gerekmektedir. Bu bizim ödevimizdir. Siz de bir elçi olarak, Sovyet Rusya’nın, Türkiye’nin işlerine karışmamak politikasının, halklarımız arasında samimi bir dostluğun savunucusu olmak zorundasınız. Türkiye, bir köylü, bir küçük burjuva ülkesidir. Sanayisi çok azdır. Olanı da Avrupalı kapitalistlerin elindedir. İşçisi çok azdır. Bunu dikkate almak gerekmektedir. Bir kez daha tekrar ediyorum, dikkatli ve sabırlı olunuz! Hükümet temsilcileriyle, halkla konuşmalarınızda her zaman nazik ve güler yüzlü olunuz ! Tanrı sizi kibirden korusun ! -
Lenin bu sözleri söyleyince gülümsedi, Tanrı’nın elbette bu işle bir ilgisi olmadığını ekledi ve sözlerine şöyle devam etti, - En önemlisi halka saygı göstermektir. Emperyalistlerin yağmacı, istilacı politikalarına karşılık bizim, hiçbir çıkara dayanmayan dostluk ve memleketin iç yaşamına karışmama durumumuzu açıklayınız ! İşte sizin ödeviniz !... Ne gibi yardımlarda bulunacağımızı da bildirelim; en kuvvetli bir olasılıkla silah yardımında bulunacağız. Gerekirse başka şeyler de veririz. Dil öğreniniz. Basit insanlarla, toplumda tanınan insanlarla görüşünüz, Çarlık rejiminin elçileri gibi kendinizi, çitlerle, kale duvarlarıyla emekçi halktan ayırmayınız! Çarlık elçileri, büyük vezirleri, memurları rüşvetle satın alıyorlardı. Bu, bizim işimiz değildir. Biz halkla dostluk kurmalıyız.-….. “
Yine Kaynak Yayınları tarafından baskısı yapılmış Emre Adıgüzel tarafından derlenen ve Fatma Mercan tarafından çevirisi yapılan “ Komintern Belgelerinde Türkiye Kurtuluş Savaşı “ isimli önemli eserin 54-55. Sayfalarında Komünist Enternasyonal Yürütme Kurulunun “ Türkiye Halkına Barış , Avrupa Emperyalizmine Savaş “ başlıklı bildirisi Sovyetlerin Milli Mücadeleye bakışınının kısa bir özeti gibidir. Bildirinin bazı bölümleri aşağıda alıntılanmıştır :
“….. Türkiye, İttifak Devletlerinin sırtına sapladığı hançerle yaşayamaz ve Rusya, kendi buğday ve kömür bölgeleri İngiliz donanmasının etki alanı içinde kaldığı sürece güvenlikte olamaz.
İşçiler ! Türk hükümeti, işçilerin ve köylülerin hükümeti değildir; subayların bir kesiminin hükümetidir, aydınların hükümetidir, hiç kuşkusuz bizim amaçlarımızla uyuşmayan bir hükümettir. Bu yüzden Türkiye işçi sınıfı, Türkiye iktisadi açıdan kalkındığı ölçüde bu hükümete karşı mücadele etmek zorunda kalacaktır. Ama Türkiye işçileri, kendileriyle bu hükümet arasındaki ilişkiler ne olursa olsun, Türkiye'nin mücadelesinin yoksul bir köylü halkın uluslararası sermayenin köleleştirme çabalarına karşı verdiği bir mücadele olduğunu anladılar. Ve uluslararası proletarya Türk hükümetiyle ilişkisi bir yana, sırf kendi öz çıkarları gereği, ittifak Devletleri emperyalizminin yeniden Türklere karşı silaha sarılmasını, lngiliz dünya egemenliğinin çıkarlar uğruna Avrupa proleteryasının yeniden kanını dökmesini bütün gücüyle engellemek zorundadır.
İşçiler ! Özellikle siz İngiltere, Fransa, İtalya, Sırbistan ve Romanya işçileri ! Sizin göreviniz, Türkiye' ye karşı atılacak herhangi bir askeri adıma karşı var gücünüzle ve ısrarla mücadele etmektir.
Sizin göreviniz, İttifak Devletlerinin, Boğazları müttefiklere açması için Türkiye'yi zorlayarak yeni savaşlar hazırlamalarını engellemek için tüm gücünüzü ortaya koymaktır. Yakın Doğuda sonuca bağlanan sorunlar, sadece Karadeniz kıyılarında yaşayan halklar için değil, aynı zamanda Avrupa proleteryası için de birer ölüm kalım sorunudur.
Kahrolsun İttifak Devletleri emperyalizmi !
Türkiye halkına özgürlük ve barış !
Kahrolsun yeni emperyalist savaşlar !
Kahrolsun diplomasi bezirganları !
Moskova, 25 Eylül 1922
Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi …….”
Türkiye Komünist Partisinin Kurulması :
Mustafa Kemal Paşa’nın kontrolü ve insiyatifi ile 18 Ekim 1920 tarihinde Türkiye Komünist Partisi ( fırkası ) kurulmuştur. TBMM çatısı altında kurulan bu partinin Bakü’de kurulan Mustafa Suphi’nin Komünist partisiyle ya da “Ankara” veya “Eskişehir” merkezli Türkiye iştirakiyun Fırkası’yla hiçbir ilgisi yoktu. “Resmi” veya “danışıklı” olarak kurulan bu parti esasen Sovyet yardımı ve nüfuzundan cesaret alarak bu alanda söz sahibi olmak isteyen yukarıda adı anılan diğer partilerin etki alanını sınırlamak için kurulmuştu. Bu parti sayesinde “komünistlik” Mustafa Suphi ve yoldaşlarına bırakılmamış olacaktı. Diğer yandan Yeşil Ordu Cemiyeti’nde yer almış olan olan Talat ve Enver Paşalara bağIı İttihatçılann denetlenmesi imkan dahilinde olacaktı.
Mustafa Kemal Paşa Türkiye'de komünist hareketlere karşı sıcak bakmamasına ve karşı tedbirler uygulamasına rağmen Sovyetler'den gelen yardımın devamlılığını sağlamak adına komünistlere kontrollü bir alan açma ihtiyacını duymuştur. Ancak Türk komünistlerinin Bolşeviklerin etkisinde ve denetiminde olmalarını istememiştir.
Türkiye Komünist Partisi’nin kurucuları arasında, Tevfik Rüştü Aras, Mahmut Esat Bozkurt, Celal Bayar, Yunus Nadi, Kılıç Ali, Hakkı Behiç Bayiç, İhsan Eryavuz, Refik Koraltan, Eyüp Sabri Akgöl ve Süreyya Yiğit vardı. Bu kadronun büyük bölümü komünizm ile uzaktan ya da yakından bir ilişkisi olmayan , ancak Mustafa Kemal Paşa’nın yakınında olan ,güven duyduğu kişilerdi. Partinin Kurulmasının ardından Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, İsmet İnönü, Celal Bayar ve Kâzım Karabekir de üye oldular. Yeni Gün gazetesi partinin yayın organı olarak çıkarıldı. Türkiye Komünist Partisi Komintern’e üyelik için başvurduysa bu müracaat kabul görmedi. Parti kuruluşundan yaklaşık üç ay sonra kapatılmıştır.
Sovyet Yardımı Kurtuluş Savaşı Cephelerine Nasıl Ulaştırıldı ? :
Sovyet Rusya ile yapılan resmi anlaşmalar gereğince yardım malzemeleri Tuapse, Batum ve Novrosiski limanlarından yüklenerek Trabzon’a getirilecek, buradan da Anadolu’ya dağıtımı yapılacaktı. Yine ilgili antlaşma uyarınca Lazistan milletvekili Osman Bey Tuapse limanında konsolos olarak görevlendirildi. Osman Bey tarafından teslim alınan yardım malzemelerinin muhafazası ve sevkiyatı görev ve sorumluluğu “ Esliha Silahlar Komisyonu ” üyesi Güverte Binbaşı Ahmet Rasim Bey’e verildi.
Yine Novrosiski limanında da bir Kıdemli Deniz Subaylığı kurularak buraya Güverte Önyüzbaşı Mahmut Sait Bey (Hamlan) gönderilir. Rusya’dan getirilen yardım malzemelerinin yerlerine ulaştırılması görevi Trabzon’da bulunan 3. Kafkas Tümeni’ne verilmiştir. Tümen Komutanı Albay Şükrü Bey’in 23 Eylül 1920 tarihli gizli emriyle, Ambarlar Müdürü Binbaşı Fahri Bey başkanlığında bir “Tesellüm Komisyonu” kurulmuş ,bu komisyon gelen silah ve cephaneyi hızla teslim almak, gece yarısı Değirmendere’deki ambara yerleştirmekle görevlendirilmiştir.
Bu organizasyonun koordinasyonu ile gerçekleştirilen ilk sevkiyatlar çoğunlukla sivil teknelerle yapılmıştır. Motorlardan indirilen malzemeler burada bekletilmeden daha geride bulunan Maçka’daki ambarlara taşınır. Ancak daha sonra çok zaman kaybedildiği anlaşılarak yardım malzemelerinin tüm imkânlar seferber edilerek deniz yoluyla İnebolu’ya gönderilmesi kararlaştırılır.
Başlangıç safhasında gerçekleştirilen sevkiyatın ayrıntılı dökümü şöyledir :
• 22 Eylül 1920 tarihinde bir motorla 184 adet tüfek, 192 kasatura ve 422 sandık cephane,
• 25 Eylül 1920 tarihinde Salih Efendi’nin Hayrettin motoruyla 315 adet tüfek, 315 kasatura ve 299 sandık cephane,
• 27 Eylül 1920 tarihinde Şükran motoruyla 191 adet tüfek, 191 kasatura ve 59
sandık cephane,
• 01 Ekim 1920 tarihinde Harun Kaptan’ın Yıldız motoruyla 205 adet tüfek, 205 kasatura ve 30 sandık cephane,
• 04 Ekim 1920 tarihinde Nazım Kaptan’ın Mebruke motoruyla 858 adet tüfek, 1108 kasatura ve 727 sandık cephane.
29 Ocak 1921 tarihinden 21 Aralık 1921 tarihleri arasında gerçekleştirilen yardım nakliyatının özeti ise aşağıda olduğu gibidir :
• 23 Kasım 1921 tarihinde Tiran Motoru kaptanı Hacı Ahmet Efendi İnebolu’ya 500 sandık kısa İngiliz tüfeği ile 500 sandık kısa tüfeğe ait kasatura,
• 27 Kasım 1921 tarihinde Hûda motoru kaptanı İhsan Efendi İnebolu’ya 302 sandık uzun İngiliz tüfeği, 302 sandık uzun tüfeğe ait kasatura, 296 sandık kısa tüfeğe ait kasatura,
• 21 Aralık 1921 tarihinde de Turgut motoruyla Ahmet Kaptan İnebolu’ya 1150 sandık kısa İngiliz tüfeği ile bu tüfeğe ait 1150 sandık kasaturası, 93 sandık Avusturya tüfeği,
• Midilli motoruyla İnebolu’ya 1 sandık uzun İngiliz tüfeğine ait kasatura, 113 sandık kısa İngiliz tüfeğine ait kasatura, 2 sandık sivri cins kasatura,
• Mumhane Ambarı’nda Üsteğmen İbrahim Efendi’ye teslim edilmek üzere 564 sandık kısa İngiliz tüfeği ile bu tüfeğe ait 576 sandık kasatura,
• 29 Ocak 1921 tarihinde Selâmet motoruyla İnebolu’ya 302 sandık uzun İngiliz tüfeği, 2510 sandık kısa İngiliz tüfeği, 93 sandık Avusturya tüfeği, 302 sandık uzun İngiliz tüfeğine ait kasatura, 2645 sandık kısa İngiliz tüfeğine ait kasatura, 2 sandık sivri cins kasatura,
• Bahr-i Cedid motoruyla İnebolu’ya 137 sandık uzun İngiliz tüfeği ile 60 sandık İngiliz tüfeği,
• Üsteğmen İbrahim Efendi’yle İnebolu’ya 500 sandık Avusturya tüfeği,
• Giresun vapuruyla Samsun’a 437 sandık uzun İngiliz tüfeği ile bu tüfeğe ait 437 sandık kasatura.
İlk dönem sevkiyatlarında sivil motorların ve onların kahraman kaptan ve personelinin bu kadar önemli bir rol oynamasının başlıca nedeni , 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinin çok ağır şartları , özellikle de ilgili antlaşmanın 6. ve 8. Maddelerinin Osmanlı Donanması’nı adeta tasfiye etmiş olmasıydı. İlgili maddeler aşağıda alıntılanmıştır :
Madde 6 : Osmanlı karasularında güvenlik ve buna benzer hususlar için kullanılacak küçük gemiler hariç olmak üzere Osmanlı sularında veya Devlet-i Aliye tarafından işgal edilen sularda bulunan bütün harp gemileri teslim edilip, gösterilecek Osmanlı liman veya limanlarında gözaltında tutulacaktır.
Madde 8 : Bugün Osmanlı topraklarında bulunan bütün liman ve demir yerlerinden İtilaf gemileri tarafından istifade edilecek ve bu yerler İtilafla harp halinde bulunanlara karşı kapalı bulundurulacaktır. Osmanlı gemileri de ticaret ve ordunun terhisi hususlarında bu koşullardan yararlanacaktır.
Mondros Mütareke’nin imzalanmasından kısa bir süre sonra Osmanlı Donanması’na ait gemiler birer birer Haliç’in içine alınarak Deniz Bakanlığı önünden Hasköy’e kadar kıçtankara bağlanmıştır. Enterne edilen gemilerin mütareke koşulları gereğince torpido ve cephaneleri boşaltılmış, toplarının kamaları ve nişangâhları ile kazan kapakları çıkartılarak cephaneleriyle birlikte Fişekhane ’deki ambarlara kaldırılmıştır. Bu ambarların güvenliği de İngiliz ve Fransız askerleri tarafından sağlanmaktadır.
Mütareke öncesi Osmanlı Donanması toplamda yaklaşık 62.000 ton iken Kurtuluş Savaşının başlarında , o da ele geçirilen ve Milli Mücadeleye düşmandan kaçarak katılan askeri gemilerle beraber toplamda ancak 7000 ton civarını bulabiliyordu. Kurtuluş Savaşı başlarında tonaj olarak İtilaf Donanması ,Milli Donanma’nın neredeyse 100 katı iken savaş sonunda bu oran donanmamıza kazandırılan gemilerle 1/36 oranına kadar düşmüştür.
Türk Donanması 1920 yılının sonbaharıyla birlikte hızlı bir örgütlenme faaliyetine girişmiştir.
Kurtuluş Savaşı Donanması’nı oluşturan bu gemilerden bazıları İstanbul’dan kaçarak milli saflara katılmış , bazıları sahipleri tarafından bağışlanmış, itilaf devletleri ve onların müttefiklerine ait olan bazılarına da zorla el konulmuştur. 1920 yılı sonuna kadar Anadolu Donanması’na katılan bazı gemiler şunlardır:
Arslan Motoru : Rum çetelerine ait ,el konulmuş 20 tonluk, 5 mil süratinde küçük bir teknedir.
Mebruke Motoru : Sivil şahıslara ait 90 tonluk, 5 mil süratinde bir teknedir. 06 Eylül
1920 tarihinde Ereğli Liman Başkanlığı tarafından el konulur.
Fulya Motoru : 28 Haziran 1920 tarihinde Topal Osman’ın da yardımlarıyla ele geçirilmiş bir Yunan motorudur.
Dafni Vapuru : 1920’de Ereğli’de el konulmuş bir Yunan vapurudur.
Rüsumat No. 4 : Karadeniz’deki kaçakçılığa engel olması amacıyla İstanbul Hükümeti tarafından görev
Yorumlar 5
Kalan Karakter: