benim sonbaharı kaçıran...
bir gölge iniyor istasyon merdivenlerine
renkli camlar ardında kaçak bir sonbahar saklı
göz bebeklerime tutunan uzak bir şarkı
kimlik diye uzattığım şiir konşimentosu mühürsüz
sen her sabah yeniden başlıyorsun
ben her akşam bitişleri uzatıyorum
örselenmiş düşlerden sızıyor eski maceralar
gizli bir trenin koynunda, sınırlar boyu gezinen
bavullara sığmayan hüzünleri sarıyorum
rayların sürgün gölgelerinde kendimi arıyorum
caddeler geceyi kirpiklerimde taşırken
çınar yapraklarının izdüşümü tenimde
vurdukça benliğimin kör kuyularına
adım adım ben de eksiliyorum
vaktiyle venedik’ten taşınan bir sis gibi
gölgeler ağırlıyor beni istanbul’un rıhtımında
mırıldanan ney sesleri karışıyor şehrin pasına
alacakaranlıkta dönüp duran serkeş bir dünya
sur diplerinde bir çocuk ağlaması çınlıyor
eski han odalarında bin hatırayı aynı anda duyuyorum
her durakta başka suret, başka bir sızı
ince uzun bir gölge, kirpikleri tel tel sarmış
ne zaman başlasa kahkahası gök delinirmiş
avucunda çınlayan bir rüzgâr gibi gezgin
adını hatırladıkça yanıyor yüreğim
sanki cenova’dan vapurla kaçırdığım bir sonbahar
dün elimde cam bir kadeh, bugün tutsak serçeler
yakıp yıkarak geçiyor, bir kadın öyle devingen
sözleri arasına gizlenmiş akşam kızıllığı
her baktığım aynada çoğalıyor müphem bir çağrı
sonbahar, yağan bir yafta gibi asılı göğsüme
her yola çıkışta tutunacak cümle arıyorum
sokaklar durduğum dilde tekrar tekrar soluyor
çalınmış bir sabahın sımsıcak ışığı
pamuk ipliğine gerili aşkın türküleri
açılan her bavulda aynı suça dokunuyorum
o sonbaharı her yolcunun parmak izine sarıp
kâh marsilya’da demledim umutlarımı, paylaştım rüzgârla
kâh bir rıhtımda geceyi yaktım, soluğumu duydum karanlıkta
usul usul sızan bir itiraf gibi işledim göğsüme yalnızlığı
her durağa vardığımda, yitik bir yolcu gibi kendimi çözüyorum
eğer istanbul’daysam, yeşil sarıklı bir çınar tutar ellerimden
küçüksu’nun gölgesinde, büyükdere’de bir masal dökülür içime
arnavutköy’ün dingin sularında, bütün tekneler tura açılırken
içli bir bekleyişle, defne kokulu gövdesinde kentin yalnızlığını taşıyan
o suskun tekne geceyle birlikte sabrı da büyütür içinde
ney ıslıkları dağınık sabahlarda dolaşır ruhumun çorak yanını
eğer paris’teysem, ufka çeken atkestanesini ararım adım adım
bolonya korusu’nun aydınlık gemisi, neuilly akşamında soluklanır
izmir’e düşerse yolum, bürümcük bir heves kabarır soluğumda
yıldız serpintileri gizlice dokunur tenimin kuytularına
her şehir unutulmaz bir harf gibi kazınır dudaklarıma
ve ben, tek bir kaçak mevsimi, her adımda yeniden anlatırım
ben o kaçak sonbaharı bilerek taşıdım
avuçlarımda çınlayan şiir, ıslık sesleri
gökyüzünü sarsan yıldızlarına itiraf ettim
gümrük kapılarında kimi zaman durdurulsa da
istenen kimlik yerine uzattığım o mühürsüz konşimentoyla
sararmış bir yaprak gibi içime işlemişti
sen sormadan söylüyorum, geri dönmez o rüzgâr
kaldıysa bir parça ışık, umarsız sokaklarda
bil ki hâlâ onun izinde, onun gölgesindeyim
oysa suçu lostromoya attılar “bin mısra kaçak sonbahar…”
itiraf ediyorum, benim sonbaharı kaçıran
otogarların buzlu lambalarında, kuduran bir vapurun çığlığında
her eylülü, her şehri yeniden büyüttüm
ne adımı gizledim, ne sevdamı inkâr ettim
lostromo, sorgu odasının soğuk duvarlarına üç kelime kazıdı:
“sonbaharı kaptan kaçırdı.”
fısıltısı, pandora’nın kutusundan sızan karanlık gibi dağıldı
kimbilir kaç kez çınladı göğüs kafesimde
geçmişten kalma bu sessiz çığlığın izleri
o kadim isyan, ruhumun tutanaklarına işlenmişken
zamanın en kör noktasında kendimi çoğalttım
kimse sormadı o sonbaharı niye kaçırdığımı
belki içimde yiten mevsimleri
karanlık bir limanda konşimentosuz bıraktım
belki suskun çınarların gövdesinde saklıydı sır
yine de marsilya’da lostromoyu tutukladılar, oysa
bendim bütün bu hüznü bir bavula kilitleyip
sonbaharı kaçıran
Yorumlar
Kalan Karakter: