Ölü Bir Deniz Yıldızı
Ey sonbahar! ey düşsel yolculuk! seni
Dolaştım yaz sıcaklarında, bekledim
Duydum ki benim değildi artık, doğanın
Kalbiydi uçurumlar toplamı kalbim.De bana, anlat bana, öyleyse neden hatırlıyorum onu
O fırtına kuşunu gölgesini yere düşüren
Gittiydi geldiği yere, uzaklığına
Döner mi bir daha dönmez mi bilmem
Yüklenip yittiydi gözden onca çırpınışları
Ne sevinç bıraktıydı içimde, ne keder, ne acı
Bir sen kalmıştın sen, ey sonbahar ilimi, dörtnala gelen
Bir atın kalkışı gibi kalkıp da gözlerimden.Parlar ki şimdi arasıra geceleri
Diplerde, derinlerde, yalnızlığımda
Ölü bir deniz yıldızıdır mutluluk
O nedensiz mutluluk, olsa da olur olmasa da.
Edip Cansever’in “Ölü Bir Deniz Yıldızı” adlı şiiri, okurunu ilk dizeden itibaren iki kutuplu bir yolculuğa çıkarır: zamanın ve doğanın akışına bir yandan hayranlık duyan, öte yandan kendi içsel uçurumlarında kaybolan bir benlik bu ayrı kutupları oluşturur. Sonbaharın düşsel yanı, yaz sıcaklarında beklenerek elde edilemeyen bir huzur arayışı, hayal mevsimleriyle gerçeklik arasında gidip gelen duygu dalgalanmaları... Şiirdeki bu arayış, dörtnala gelen bir at gibi ansızın belirip sonra kaybolan ama her seferinde insan kalbinin derinliklerine yeni bir soru işareti bırakmayı sürdüren bir gizem hâline bürünür.
Cansever’in dizelerinde hissedilen doğa ve insan arasındaki bu çetrefilli ilişki, denizin çağrıştırdığı enginlik, fırtına kuşunun uzaklara gidişi ve ardından gözde kalan anı kırıntıları, bizi Ernest Hemingway’in dünya edebiyatının klasikleri arasında sayılan “Yaşlı Adam ve Deniz” romanıyla derin bir diyaloğa ulaştırır. İlk bakışta bu iki metnin ortaklığını sağlayan en görünür motif elbette “deniz”dir. Ancak bu benzerlik, sadece mekânsal veya sözcüksel düzeyde kalmaz; her ikisi de insanın kendi içindeki uçsuz bucaksız denizi, tutkuları ve düş kırıklıkları ile birlikte öne çıkarır.
Deniz Metaforu ve İçsel Uçurumlar
Cansever, “doğanın kalbiydi uçurumlar toplamı kalbim” derken, insan ruhunun doğanın bir yansıması olduğunu anlatır bir yandan da. Nasıl ki doğa mevsimlerle, fırtınalarla, sükûnetle ve bazen de beklenmedik patlamalarla kendini gösteriyorsa, insanın kalbi de korkularıyla, tutkularıyla, özlemleriyle benzeri dalgalanmaları yaşar. Şair, kendi kalbini “uçurumlar toplamı” olarak niteler; tıpkı doğanın büyüklüğü ve zaman zaman ürkütücülüğü gibi, insan ruhu da sonu görünmeyen uçurumlara benzeyebilir.
Hemingway’in yaşlı balıkçısı Santiago da benzer bir içsel uçurumun kıyısında gezinir. Denize açılıp büyük bir balıkla mücadele ederken, dışarıdan bakıldığında ‘doğayla savaşıyor’ gibi görünse de aslında kendi azmi, yalnızlığı ve varoluş sorularıyla boğuşmaktadır. Bir anlamda, Santiago’nun kalbi de doğanın bir parçasına dönüşür: Denizin öngörülemezliğiyle, balığın gücüyle, fırtınaların çarpıcılığıyla birbirine karışır. Onun başarısı ve yenilgisi, doğayla değil kendi içindeki inançla şekillenir.
Yoruldun ihtiyar" dedi. "Ruhun yoruldu.
Ernest Hemingway (Yaşlı Adam ve Deniz)
Cansever’in şiirinde “fırtına kuşu” benzeri bir sembol yer alır: “O fırtına kuşunu gölgesini yere düşüren / Gittiydi geldiği yere, uzaklığına…” Bu betimleme, Santiago’nun da mücadele ettiği ‘uzaklık’ kavramını çağrıştırır. Uzaklık, mekândan öte bir ruh hâlidir; insan, aradığı cevaba hiç kavuşamasa da her gün bir kez daha o uzaklığa yelken açar.
Anılar, Bekleyiş ve Döngüsellik
Şiirin merkezinde, “bir daha döner mi dönmez mi bilmem” ifadesiyle, belirsizlik içinde bir bekleyiş yatar. Zamanın akışı, mevsimlerin geçişi, uzak bir hatıranın geri dönme ihtimali ya da sonsuza dek kaybolma ihtimali… Bu belirsizlik, edebiyatın en evrensel temalarından biridir. Hemingway’in romanında da her gün yeniden denize açılmak, aslında bir belirsizliğe atılan adımdır. Balık tutmak, karaya zaferle dönmek ya da eli boş kalmak… Hepsi ihtimal dâhilindedir. Santiago için uzun bir süre “hiçbir şey yakalayamama” durumu yaşar ve bu hâl, bir yandan sıkıntı getirir, diğer yandan umudu besler.
Cansever, bekleyişi şu dizelerle derinleştirir:
“Bir sen kalmıştın sen, ey sonbahar ilimi, dörtnala gelen
Bir atın kalkışı gibi kalkıp da gözlerimden.”
Burada sonbahar, bir mevsim olmanın ötesinde ‘sonra gelecek kışın ve kaçınılmaz sonların’ habercisi gibi durur. Ancak aynı zamanda içimizdeki renkleri yeniden tanımlamaya, hayatın döngüselliğini kabul etmeye çağırır. Santiago’nun bekleyişiyle sonbaharın gizli karamsarlığı arasında ince bir köprü kurulur: İkisi de insanı, geleceği bilinmez bir hüzünle karşı karşıya bırakan bir tür “gelmekte olan” duygusunun eşiğindedir.
Mutluluğun Kırılganlığı
Şiirin sonundaki şu dizeler Cansever’in asıl vurucu mesajını verir:
“Diplerde, derinlerde, yalnızlığımda
Ölü bir deniz yıldızıdır mutluluk
O nedensiz mutluluk, olsa da olur olmasa da.”
Burada mutluluk, ölü bir deniz yıldızına benzetilir. Güzelliğini koruduğu hâlde can veremeyen, kıpırtısız, belki bir hatıranın tortusu olarak kalmış bir nesne... Santiago’nun dev balığı yakalayışında hissettiği coşku da eninde sonunda tuzlu suda eriyip gidecek kadar kırılgandır. Balığı karaya götürse de geriye sadece balığın iskeleti kalır. Bu, başarının ya da mutluluğun, yaşandığı anda parlak ve güçlü görünüp gerçekte bir an gibi çabucak yok olabileceğinin simgesidir.
Cansever, “nedensiz mutluluk” ifadesiyle, çoğu zaman mutluluğun kaynağını bilmeksizin onu aradığımızı söyler gibidir. Santiago’nun da balığı yakalamak, ondan kazanç sağlamak, onurlu olduğunu kanıtlamak gibi amaçları olsa da en nihayetinde uğraş ve umut, bizzat o maceranın kendisinde saklıdır. Sonuç gelip geçici, hatta “ölü”dür. Belki de asıl mutluluk, insanın tek başına ve kendisiyle mücadele edebileceğini görme cesaretinde saklıdır.
Balığı yalnız hayatta kalmak ve yiyecek olarak satmak için öldürmedin, diye düşündü. Gururdan ve balıkçı olduğun için öldürdün. Hayattayken onu sevdin, öldürdükten sonra da. Eğer onu sevdiysen öldürmek günah değildir. Yoksa daha mı fenasıdır ?
Ernest Hemingway (Yaşlı Adam ve Deniz)
Doğanın Kalbinden İnsan Kalbine
Edip Cansever, “Ölü Bir Deniz Yıldızı” ile bizi doğanın görkemine ve insan kalbinin derinliklerine çağırırken, aynı zamanda zamanın mevsimler gibi durmadan akıp geçtiğini, her mevsimin aslında bir öncekinden izler taşıdığını hatırlatır. Tıpkı Santiago’nun okyanusla kurduğu o bitmeyen ilişkide olduğu gibi, insan ne kadar çabalarsa çabalasın, doğanın ve kaderin döngüsel ritmine uymaktan kaçamaz. Ama bu döngünün içinde, birkaç anlık parıltı ve bekleyiş –mutluluk ya da hüzün– varlığımızı büyüten, bizi insan kılan yegâne deneyimlerdir.
Her iki metin de (şiir ve roman), “kaybetmek” ile “kazanmak”, “yalnızlık” ile “bir olma” arasındaki zıt kutuplar üzerinden varoluşsal bir sorgulamaya girer. Cansever’in “uçurumlar toplamı” olarak tanımladığı kalp, Santiago’nun denizle yüzleştiği andaki cesaretin ve kaçınılmaz yalnızlığın da metaforudur. Sonunda ölü deniz yıldızı gibi elimizde kalan, belki de bir avuç anıdır. Ve bu anılar, hayatın hem güzelliğini hem de geçiciliğini bütün çıplaklığıyla önümüze koyar.
İhtiyar balıkçı hiçbir zaman ne umudunu, ne de güvenini yitirmişti. Ancak tüm bunlar, dinginliğe koşan meltem rüzgarları gibi giderek azalıyordu.
Ernest Hemingway (Yaşlı Adam ve Deniz)
Belki de en önemlisi şudur: Cansever’in ölü deniz yıldızı, Hemingway’in yakalanıp iskelete dönüşen dev balığıyla aynı yazgıyı paylaşır: yüceliğin ve zaferin geçici ışıltısı, geride cansız bir “imge” ya da “hatıra” bırakır. Ancak bu, insanı çaresizliğe sürüklemekten çok yaşamın özünü kavramaya davet eder. Geriye kalan, o kısa anda parlayan ve hızla sönse de insana yolunu hatırlatan derin bir sezgidir. Belki de mutluluğun kendisinden ziyade, ona doğru yola çıkmak ve o yolda direnmek, yaşamın en esaslı anlamıdır.
Tıpkı şiirdeki sonbahar gibi, tıpkı romanın sınırsız denizi gibi... Belirsizliğin, bekleyişin, küçük zaferlerin ve kaçınılmaz kayıpların sonsuz döngüsü içinde, insanın kalbi doğanın kalbiyle uyum içinde atar. Ve o kalp atışı, her defasında bize varoluşumuzun hem muhteşem hem de kırılgan olduğunu anımsatır.
Yorumlar
Kalan Karakter: