Giriş ve Genel Tanımlar
Kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetleri, ulusal ve uluslararası deniz taşımacılığında güvenliğin sağlanması bakımından kritik öneme sahip olup deniz emniyeti, can-mal güvenliği ve çevre korunması ekseninde düzenlenen hizmet kalemleridir. Kılavuzluk Hizmetleri, gemilerin yüksek riskli veya coğrafi olarak güç seyir alanlarında emniyetle manevra yapabilmesini sağlayan, gemilerin rıhtımlara, iskelelere veya platform, dolfen gibi tesislere yanaşma ve ayrılmalarını kolaylaştıran, dar su yolları ve Boğazlar gibi zorlu geçitlerde geçiş emniyetini artıran hizmetler bütünüdür. Bu hizmetler, denizcilik idaresi tarafından belirlenen sınırlar dahilinde zorunlu kılınmakta ve istisna tutulan az sayıdaki gemi hariç olmak üzere çoğunlukla gemi tonajına (500 veya 1000 GT üzeri) göre uygulanmaktadır.
Öte yandan Römorkörcülük Hizmetleri, özellikle kılavuzluk hizmetlerinin de verildiği sahalarda gemilerin kendi teknik manevra imkânlarının yetersiz kaldığı veya güvenli bir yanaşma/kalkma için ek çekme-itme gücüne ihtiyaç duyduğu hâllerde devreye giren, yüksek manevra yeteneğine sahip özel deniz araçlarıyla (römorkörlerle) yerine getirilen hizmetlerdir. Römorkörler genellikle 20 ila 50 metre arasında değişen uzunluklara ve 20 ila 120 ton arasında değişen kanca (bollard pull) çekme gücüne sahip, kaptan, zabit ve mürettebat barındıran gemi statüsündeki araçlardır.
Bu hizmetler, Türk hukuk uygulamasında ayrı niteliklere sahiptir: Kılavuzluk hizmetleri, “yarı kamusal” bir karakter taşıdığı kabul edildiğinden rekabete kapalı veya çok sınırlı ölçüde açıktır. Römorkörcülük hizmetleri ise “tam olarak kamu hizmeti” olarak nitelendirilmemekle birlikte, yatırım yoğunluğu ve deniz emniyeti gerekçeleriyle kontrollü rekabete tabi tutulmaktadır.
Kılavuzluk Hizmetlerinin Yarı Kamusal Niteliği
Kılavuzluk hizmetleri, kamu düzeni ve kamu güvenliği bakımından stratejik önemi haizdir. Zira gemiler, dünya ticaretinin %90’ından fazlasını deniz yoluyla taşımakta; büyük hacimli yükler ve kalabalık yolcu grupları taşınırken meydana gelebilecek kazaların maliyeti ve çevresel zararı, hava veya kara ulaşımındaki kazalara nazaran çok daha yüksek olabilmektedir. Bu noktada, 1979 tarihli Independenta kazası önemli bir örnek teşkil eder. İstanbul Boğazı’nın 5 km açıklarında gerçekleşen bu tanker kazasında 90 bin ton petrol denize karışmış ve gemi 29 gün boyunca yanmıştır. Böylesi bir kazanın oluşturabileceği çevresel ve ekonomik tahribatın boyutları, kılavuzluk hizmetinin neden yarı kamusal nitelik taşıdığını açıkça ortaya koyar.
Diğer taraftan kılavuz kaptan, gemi kaptan köşkünde bizzat bulunarak geminin manevra sorumluluğunu üstlenir ve hem kamu güvenliğini hem de gemi, yük, insan hayatı gibi değerleri korumayı gözetir. Deniz emniyetinin korunması, devletin uluslararası hukuktan ve ulusal mevzuattan kaynaklanan yükümlülükleri arasında yer alır. Geminin bayrak devleti, kıyı devleti ve liman devleti olarak Türkiye’nin çeşitli sorumlulukları bulunmaktadır. Bu kapsamda kılavuzluk hizmetleri, idare hukuku öğretisinde kabul gören “kamu hizmeti” tanımına yakın durmakla birlikte, tamamen “kamu hizmeti” sayılmamakta, ancak “yarı kamusal” statüsüyle özel bir konumda değerlendirilmektedir. Bu özel konum, 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde de teyit edilmiş olup Rekabet Kurumu kararlarıyla da sabittir.
Römorkörcülüğün Hukuki Boyutu ve Kontrollü Rekabet
Römorkörcülük, yüksek maliyetli bir yatırım ve sermaye yoğun bir alan olduğundan, çok sayıda firmanın aynı bölgede hizmet vermesi “yatırım israfı” ve “koordinasyon eksikliği” riski doğurabilir. Ayrıca liman ve boğazlardaki trafik yoğunluğu, emniyet ve çevre güvenliğine dair ciddi sorunlar çıkarabilir. Bu nedenle Türkiye’de, aynı bölgede en fazla iki römorkörcülük teşkilatının görev yapmasına izin verilmekte ve Liman Başkanlıkları tarafından belirlenen bir sıra düzeniyle hizmetler sunulmaktadır. Böylece denizcilik faaliyetleri sekteye uğramadan, bölgesel ölçekte düzen ve rekabet dengesi sağlanmış olmaktadır.
Römorkörcülük teşkilatları, bünyelerinde römorkörleri, bu römorkörleri sevk ve idare edecek gemi kaptanlarını, zabitleri ve diğer gemiadamlarını barındırır. Bu yönüyle römorkörcülük hizmetleri, idare hukuku bağlamında her ne kadar “tam kamu hizmeti” şeklinde kabul görmese de, kamu çıkarlarının korunması esaslı bir planlama ve denetim sistemiyle kontrol edilmektedir.
Uluslararası Düzenlemeler
Kılavuzluk hizmetlerini düzenleyen uluslararası bağlayıcı bir sözleşme henüz bulunmamaktadır. Birleşmiş Milletler’in uzman kuruluşu olan Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO), kılavuzluk hizmetlerini üye devletlerin ulusal düzenlemelerine bırakmakla birlikte, 960 sayılı Kararı aracılığıyla tavsiye niteliğinde bazı ilkeler sunmaktadır. Kılavuz kaptanların uluslararası alanda tanınan yeterlik standartları ise genellikle STCW Sözleşmesi (Denizde Can Güvenliği için Uluslararası Sözleşme) çerçevesinde değerlendirilebilir; ancak STCW metninde kılavuz kaptanlar hakkında özel bir düzenleme yer almamaktadır. Buna karşın uluslararası uygulamada, Uluslararası Kılavuz Kaptanlar Derneği (IMPA)ve Avrupa Kılavuz Kaptanlar Derneği (EMPA) gibi kuruluşların teknik kılavuzları da dikkate alınmaktadır.
Türkiye’de Kılavuzluk ve Römorkörcülük Hizmetlerinin Düzenlenmesi
Türkiye’de bu hizmetlere ilişkin düzenleyici işlemler Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı (eski adıyla Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı) tarafından yürütülmektedir. Bakanlığın düzenleme yapma yetkisi, 15 Temmuz 2018 tarihli 1 No’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile oluşturulan yeni idari yapıda, “Denizcilik İdaresi” olarak tanımlanan mevzuata dayanmaktadır.
Geçmişte kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetleri belirli dönemlerde kanuni veya yönetmelik temeli olmaksızın, Makam Olurları ve alınan taahhütnameler çerçevesinde yürütülmüştür. Uzun bir süre (1993-1998 ve 2004-2019 arası) yönetmelik düzeyinde kapsamlı bir düzenleme olmadan devam eden bu durum, 2019 yılına kadar idarenin “geçici” olarak nitelendirdiği uygulamalarla sürmüştür.
Bu süreçte 31/12/2018 tarih ve 30642 (4. Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Kılavuzluk ve Römorkörcülük Hizmetleri Yönetmeliği” önemli bir adım atarak sektöre ilişkin ayrıntılı düzenlemeler getirmiş, ancak Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu (İDDK) tarafından yürütmesi durdurulmuştur. Akabinde idare bu Yönetmeliği kendisi iptal etmiş ve 08/01/2020 tarihli Yönetmeliği çıkarmıştır. Bu yeni yönetmelik de benzer şekilde yargısal inceleme konusu olmuş ve Danıştay İDDK tarafından yine yürütmesi durdurulmuştur. Dava süreci halen devam etmektedir.
Buna rağmen Türk hukuk sisteminde bu hizmetleri düzenleyen iki temel yönetmelik hâlihazırda varlığını sürdürmektedir:
- 10 Şubat 2018 Tarih ve 30328 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Gemiadamları ve Kılavuz Kaptanlar Yönetmeliği”, kılavuz kaptanlık mesleğinin yeterliklerini, eğitim süreçlerini ve diğer usulleri tanımlamaktadır.
- 08 Ocak 2020 Tarih ve 31002 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Kılavuzluk ve Römorkörcülük Hizmetleri Hakkında Yönetmelik”, hizmetlerin örgütlenmesini, yetkilendirilmesini ve denetimini düzenlemektedir. Ancak bu ikinci Yönetmeliğin yürütmesi, Danıştay İDDK tarafından durdurulduğu için fiilen uygulanamamaktadır.
Bu durum, sektörde fiili bir “geçici görevlendirme” pratiğinin oluşmasına neden olmuş; deniz emniyeti ve ticaretin sürekliliğinin sağlanması amacıyla Bakanlık, Danıştay kararlarına uyumlu fakat hizmetin devamlılığını esas alan idari işlemler tesis etmek zorunda kalmıştır.
2018 Yönetmeliği ve Yargısal Süreç
31 Aralık 2018 tarihli “Kılavuzluk ve Römorkörcülük Hizmetleri Yönetmeliği” yürürlüğe girmesiyle birlikte, kılavuzluk ve römorkörcülük hizmet bölgelerinde belirli kuruluşların yetkilendirileceği ve bu hizmetlerin devrine dair bazı kısıtlar getirileceği öngörülmüştür. Örneğin, aynı teşkilatın aynı bölgede hem kılavuzluk hem de römorkörcülük hizmetini yürütemeyeceği gibi kurallar, sektörde yeni bir yapılanma sürecini tetiklemiştir. Bu kapsamda:
- Haziran 2019 itibariyle, Bakanlık tarafından yeni yetkilendirmeler yapılmış, bazı kılavuzluk ve römorkörcülük kuruluşları eskiden hizmet verdikleri bölgelerde tekrar yetki kazanırken, bazıları farklı bölgelerde yetkilendirilmiş, bazıları ise bekledikleri yetkilendirmeyi alamamıştır.
- Bu gelişmelere tepki olarak, hak kaybına uğradığını düşünen kuruluşlar Danıştay’da yönetmeliğin iptali ve yürütmesinin durdurulması talebiyle dava açmışlardır.
- Danıştay Onuncu Dairesi, ilk incelemesinde yürütmenin durdurulması talebini reddetmiş; fakat davacılar bu karara itiraz ederek dosyayı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na taşımışlardır.
- Danıştay İDDK ise, “kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetlerinin kamu hizmeti niteliği taşıdığı, bu sebeple 1 No’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin dayanak olamayacağı” gerekçesiyle Yönetmeliğin yürütmesini durdurmuştur.
Buradaki temel hukuki çekişme, Anayasa m.104 ile Anayasa m.148 ve m.152’nin öngördüğü “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi”nin düzenleyebileceği alanın kapsamıyla ilgilidir. Danıştay İDDK, söz konusu Yönetmeliğin dayanağı olan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’ni Anayasa’ya aykırı kabul etmiş, fakat Anayasa Mahkemesi’ne iptal için başvurulmadan bu yönde bir karar vermiştir. Doktrinde ve yargı çevrelerinde, İDDK’nın bu tutumunun “fonksiyon gaspı” olup olmadığı, yani mahkemenin Anayasa Mahkemesi’nin yerine geçip geçmediği tartışılmıştır. Zira Anayasa m.152, mahkemelerin anayasal aykırılık iddiasıyla karşılaştıklarında davayı bekletici mesele yaparak Anayasa Mahkemesi’ne başvurma yolunu işaret eder.
2020 Yönetmeliği ve İlgili Yargı Süreci
2018 Yönetmeliği’nin yürütmesi İDDK tarafından durdurulmadan 2 ay 10 gün önce (08/01/2020’de), Bakanlık aynı konuda yeni bir yönetmelik yayımlayarak eski yönetmeliği yürürlükten kaldırmıştır. Bu kez, 08/01/2020 tarihli “Kılavuzluk ve Römorkörcülük Hizmetleri Hakkında Yönetmelik” de benzer konuları düzenlemiş, hizmetin teknik ve idari çerçevesini belirlemiştir. Ancak bu yönetmelik de aynı şekilde Danıştay’a taşınmış ve Danıştay Onuncu Dairesi, davacıların yürütmeyi durdurma taleplerini esastan reddetmiştir. Davacıların bu karara itirazı üzerine dosya yeniden Danıştay İDDK önüne gitmiş; İDDK, itirazı kabul ederek yürütmeyi durdurma kararı vermiştir.
Kararın 16/03/2021’de idareye tebliğ edilmesiyle birlikte, Bakanlık, Anayasa m.138 ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu m.28 hükümleri uyarınca, yargı kararına uymak amacıyla 2020 Yönetmeliği’ni ve bu Yönetmelik dayanak alınarak bölgesel hizmet sahaları için tesis edilen yetkilendirme işlemlerini “askıya almıştır”. Ancak deniz ticaretinin devamlılığı ve deniz emniyetinin üstün kamu yararı nedeniyle, aynı teşkilatlar geçici olarak “görevlendirme”usulüyle aynı bölgelerde hizmet sunmaya devam etmektedir. Burada Bakanlık, “yarı kamusal” niteliğe haiz bu hizmetin kesintiye uğramaması için “idari görevlendirme” formülünü benimsemiştir.
Süreç hâlen devam etmekte olup Danıştay Onuncu Dairesi’nin esasa ilişkin kararına ve akabinde Danıştay İDDK’nın nihai incelemesine göre durum netleşecektir. Daha önce Danıştay Onuncu Dairesi’nin, benzer davalarda yönetmelik aleyhine açılan iptal davalarını reddettiği ve yürütmeyi durdurma taleplerini kabul etmediği göz önüne alındığında, esasa ilişkin yeni kararının da ret yönünde olabileceği ileri sürülmektedir. Fakat bu karar da yeniden Danıştay İDDK incelemesine tabidir ve geçmişte yaşanan “fonksiyon gaspı” ve “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” tartışmaları tekrar gündeme gelebilecektir.
618 Sayılı Limanlar Kanunu ve Yönetmeliklerin Dayanağı
Hukuki dayanak konusundaki önemli bir nokta, 618 sayılı Limanlar Kanunu’nun 2. maddesine 16/07/2008’de eklenen düzenlemedir. Bu madde, “kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetlerinin Denizcilik İdaresince çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceğini” açıkça hüküm altına almaktadır. Doktrinde ve uygulamada, yasa koyucunun bu iradesinin, kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetlerinin yönetmelik düzeyinde düzenlenmesinin yeterli yasal dayanağını oluşturduğu kabul edilmektedir. Danıştay İDDK ise 2018 ve 2020 Yönetmeliklerine dair verdiği yürütmeyi durdurma kararlarında, 618 sayılı Kanun’un bu maddesini görmezden geldiği veya yeterince dikkate almadığı eleştirisiyle karşılaşmıştır.
Değerlendirme ve Sonuç
-
Hizmetin Yarı Kamusal Niteliği ve Kamu Yararı Üstünlüğü
Kılavuzluk hizmetleri, deniz kazalarının önlenmesi ve çevresel felaketlerin bertaraf edilmesi bakımından son derece kritik bir role sahiptir. Bu bakımdan, “kamu hizmeti” tanımına dahil olan birçok unsuru bünyesinde barındıran, ancak devletin yetki devri veya özel sektöre yaptırma yoluyla sunduğu “kamuya ait, yarı kamusal” bir işlev olarak karşımıza çıkmaktadır. Rekabet ortamının, kılavuz kaptanların “en düşük maliyetle en fazla iş alma” rekabetine yol açarak, deniz emniyetinde zaaf yaratma potansiyeli olduğu düşünülmektedir. Bu nedenle kılavuzluk hizmetleri, Rekabet Kurulu kararlarıyla da desteklendiği üzere, rekabete kapalı tutularak kamu yararı öncelenmiştir. -
Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ve Anayasal Çerçeve
1 No’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin, bakanlıkların kuruluş ve görevlerini düzenlediği ve idareye bu alanda düzenleme yetkisi verdiği açıktır. Ancak Danıştay İDDK, söz konusu yetkinin “kamu hizmeti” alanında kullanılamayacağını ileri sürerek yönetmeliklerin yürütmesini durdurmuştur. Burada, Anayasa m.152 uyarınca Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmadan bir “anayasal aykırılık” tespiti yapıldığı için “fonksiyon gaspı” tartışmaları gündeme gelmiştir. Hukukçular, “Anayasa yargısı”nın tek elden Anayasa Mahkemesi tarafından yapılacağı konusunda büyük ölçüde hemfikirdir. -
618 Sayılı Limanlar Kanunu’nun M.2 Düzenlemesi
Yasa koyucu, limanlarda kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetlerine ilişkin geniş bir düzenleyici çerçeve çizmiştir. 2008 tarihli değişiklikle, bu hizmetlerin “Denizcilik İdaresi’nce hazırlanacak yönetmeliklerle” kurgulanacağı açıkça belirtilmiş, böylelikle idarenin düzenleme yetkisi kanunî zemine oturtulmuştur. Dolayısıyla, “Yönetmeliğin dayanağı yoktur” veya “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi bu konuda yeterli değildir” yönündeki görüşler, bu kanun maddesiyle çelişmektedir. -
Geçici Görevlendirme ve Mevcut Durum
Danıştay İDDK’nın yürütmeyi durdurma kararları sonrasında, idare, geçici görevlendirme yoluna başvurarak deniz emniyetinin aksamasını engellemiştir. Şu an gelinen noktada, kılavuzluk ve römorkörcülük teşkilatları, “askıya alınan” yönetmeliklerin yerine, doğrudan Bakanlık Oluru ve geçici idari işlemlerle faaliyetlerini sürdürmektedir. Sektörel belirsizlik sürmekte, ancak kamu hizmetinin kesintisizliği ilkesi gereğince fiilî uygulamalarda aksamalar en aza indirgenmektedir. -
Danıştay 10. Daire Kararı ve Muhtemel Sonuçlar
Danıştay Onuncu Dairesi’nin, daha önceki benzer davalarda olduğu gibi iptal istemini reddetmesi beklenmektedir. Sonrasında dosya yine İDDK’ya gidecek ve orada verilecek karar, 2018 ve 2020 Yönetmeliklerinin nihai kaderini belirleyecektir. Mahkeme aşamasında, eğer iptal kararı kesinleşirse, idare yeni bir düzenleme yapmak zorunda kalacak ve muhtemelen kılavuzluk-römorkörcülük hizmetleri yeniden kapsamlı bir çerçevede ele alınacaktır. Aksi durumda, yani davanın reddi ve mevcut yönetmeliklerin geçerli sayılması halinde, askıya alınan yetkilendirme işlemleri ve yönetmelik hükümleri yeniden yürürlüğe girecek ve “geçici görevlendirme” modeli ortadan kalkacaktır. -
Akademik Perspektiften Değerlendirme
- İdare Hukuku bakımından “kamu hizmeti” ve “yarı kamusal hizmet” ayrımı, sektörel düzenlemelerin özünü oluşturur. Kılavuzluk, kamu düzenine dokunan ve devletin vazgeçilmez güvenlik fonksiyonlarıyla iç içe olan bir alandır. Bu yüzden mevzuattaki düzenlemelerin “rekabet serbestisi” ilkesinden ziyade “kamu yararı ve deniz emniyeti” temelinde şekillenmesi doğaldır.
- Anayasa Mahkemesi’nin, Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri ile ilgili istikrar kazanmış içtihadı, temel hak ve özgürlüklerle doğrudan ilgili olmayan ve Anayasa’da münhasıran kanun ile düzenleneceği öngörülmemiş konularda kararnamelerle düzenleme yapılabileceğini kabul etmektedir. Kılavuzluk ve römorkörcülüğün “kamu hizmeti” niteliği, idari düzenin bir parçası olup, bu konunun kararnamelerle düzenlenip düzenlenemeyeceğine dair nihai sözü söyleme mercii Anayasa Mahkemesi’dir.
- Danıştay İDDK’nın verdiği yürütmeyi durdurma kararları, idari yargıda anayasal denetim tartışmalarını yeniden alevlendirmiş ve “fonksiyon gaspı” (usurpation de fonction) kavramını güncellemiştir. Bu tür ihtilafların kalıcı çözümü için, Danıştay’ın “Anayasa’ya aykırılık” iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurması veya doğrudan Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu kararnamenin kapsamını incelemesi gerekebilir.
Sonuç
Kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetleri, denizcilik hukuku açısından kritik öneme sahip, toplumsal ve çevresel risk potansiyeli yüksek bir faaliyettir. Bu hizmetlerin düzenlenmesi, deniz emniyeti, kamu yararı ve uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesi bakımından büyük hassasiyetle yürütülmektedir. Türkiye’deki hukuki altyapı, 618 sayılı Limanlar Kanunu ve ilgili yönetmelikler (2018 ve 2020 Yönetmelikleri) üzerinden şekillenmiş olsa da, yakın dönem yargı süreci, bu yönetmeliklerin hukuki dayanıklılığına dair önemli tartışmalar doğurmuştur.
Danıştay Onuncu Dairesi ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu arasındaki karar farklılıkları, “kamu hizmeti” kavramının anayasal çerçevede düzenlenmesi ve Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri’nin bu alana uygulanabilirliği noktasında ciddi soru işaretlerine yol açmıştır. İDDK’nın Anayasa Mahkemesi’ne başvurmaksızın yürütmeyi durdurma kararı vermesi, akademik ve yargısal çevrelerde “fonksiyon gaspı” olarak nitelendirilebilmekte, hukukîlikten ziyade siyasî bir yaklaşımı yansıttığı iddia edilebilmektedir.
Halihazırda geçici görevlendirme ile yürütülen kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetleri, Danıştay Onuncu Dairesi’nin vereceği esasa ilişkin karar ve akabinde Danıştay İDDK’nın nihai incelemesi sonucunda kesinlik kazanacaktır. Eğer yönetmeliklerin iptali onanırsa idarenin yeni bir düzenleme yapma zorunluluğu doğacak, aksi takdirde mevcut yönetmelik hükümleri yeniden canlanacaktır. Her iki durumda da deniz emniyetinin sağlanması ve ticaretin sürdürülmesinde devletin takdir yetkisi ve düzenleme gücü, kamu yararı ilkesi ekseninde varlığını koruyacak; sektör, yüksek maliyetli yatırımlar ve uzmanlaşmış personel gerektiren bu hizmetlerin sunumunda mevzuata uygun bir çerçevede faaliyet göstermeyi sürdürecektir.
Böylelikle, kılavuzluk ve römorkörcülük hizmetlerinin yasal çerçevesi ve yargısal süreci, bir yandan idari yargının yetki alanına, diğer yandan Anayasa Mahkemesi’nin görev alanına ilişkin teorik ve pratik soruları gündeme getirmeye devam edecektir. Söz konusu tartışmalar, nihai yargı kararlarıyla somut bir çözüme kavuşuncaya değin, “kamu hizmeti” kavramının Türk hukukundaki sınırları, idarenin takdir alanı ve Anayasa Mahkemesi-Danıştay arasındaki yetki ilişkisi açısından akademik ilgi ve inceleme konusu olmaya devam edecektir.
Yorumlar 2
Kalan Karakter:
Süvari bey yazınız çok uzun tşk ederim fakat bişey anlayamadım tşk ederim sizlere
Kalan Karakter: 1000
Süvari bey selamlar yani ne oluur durumlar
Kalan Karakter: 1000