Bir gemiyi sadece gemi olarak görmek bazen en büyük hata olur. Hele ki söz konusu gemi, ülkenin donanma tarihinde yeni bir sayfa açacak kapasitedeyse… Şimdi anlatacağım hikâye tam da böyle bir gemiyle ilgili. TCG Anadolu adlı bu devasa platformun hikâyesi, şahsen beni ilk gününden beri heyecanlandıran ve düşündüren bir maceraya dönüştü. Bunda, Sayın Metin Kalkavan’ın nazik davetiyle tersanede henüz Donanmaya teslim edilmeden önce gemiyi ziyaret edebilmiş olmamın payı büyük. Hani derler ya, “Büyük projeler, sessiz sedasız doğar, zamanla efsaneye dönüşür.” İşte TCG Anadolu’nun öyküsü de böyle başladı.
Tersanede o gün gördüğüm manzara, ülkemin gemi inşa sanayiindeki yeteneği ve cesaretini gururla izletti bana. Sonrasında gemi, deniz testlerini yaptı, İstanbul Boğazı’ndan bir geçiş töreniyle halkla tanıştı; Karadeniz’e açılıp geri döndü ve nihayet Sarayburnu’na yanaştı. Bütün bu süreç, medyada da büyük yankı buldu, çünkü sadece “boyu şu kadar, genişliği bu kadar” diyen teknik bilgilere değil, aynı zamanda “Bu gemi artık bizim denizcilik tarihimizde bir dönüm noktası mıdır, yoksa abartılıyor mu?” tartışmalarına da şahit olduk.
Benim bu makaleyi yazmaktaki amacım, tam da bu tartışmaya ışık tutmak ve iki önemli soruya yanıt aramak:
- TCG Anadolu bir uçak gemisi midir, değil midir?
- Gemiye güç veren ve manevra kabiliyetini şekillendiren SiPOD tahrik sistemi gerçekten problemli midir, değiştirilmeli midir, yoksa abartılıyor mu?
Bu iki sorunun etrafında ilerlerken, Çin’in Varyag uçak gemisinden aldığı derslerden, “Hafif uçak gemisi” (Light Aircraft Carrier, CVL) kavramına, denizcilik felsefesinden ülkemizin yarı kapalı deniz gerçeğine, insani yardımdan Bayraktar Kızılelma gibi İHA/SİHA’ların gemi konuşlu kullanımına kadar uzanan geniş bir yelpazede değerlendirmeler yapacağım. Aynı zamanda konuyu olabildiğince “renkli” ve “felsefi” bir yaklaşımla ele almaya özen göstereceğim, çünkü teknik ayrıntılar kadar, o teknik ayrıntıların ardındaki insan hikâyeleri ve vizyon da beni en az motorun beygir gücü kadar ilgilendiriyor.
Bu yazı uzunca olacak, ancak okudukça gemi inşa sanayiine, denizcilik stratejisine, uluslararası hukuka ve elbette büyük platformların insani boyutuna dair geniş bir resimle karşılaşacağınızı umuyorum. Haydi, başlayalım.
TCG Anadolu'yu Deniz Kuvvetlerine teslimi öncesi inşa edildiği tersanede ziyaret etmiştik.
METİN KALKAVAN’IN DAVETİYLE TERSANEDE BİR İLK TANIŞMA
Öncelikle, “Bu gemiyle yolum nasıl kesişti?” sorusuna yanıt vermeliyim. Yıllardır gemi inşa sanayii, savunma sektörü, felsefi ve teknolojik gelişmeler üzerine yazan, çizen, tartışan biriyim. Özellikle askeri gemiler ve uçak gemisi teknolojileri her zaman ilgimi çekmişti. Dünyada uçak gemisi sahibi ülkelerin hepsinde, bu gemilerin toplumsal hafızada da büyük bir yer kapladığını biliyordum. “Denizlerde güç projeksiyonunun en somut hali, uçak gemisidir,” derler ya. İşte tam bu ilgi alanımın merkezinde, Türkiye’de bir şeyler olduğunu duymuştum: “İspanya’nın Juan Carlos I’inden ilham alan bir amfibi gemi, TCG Anadolu adıyla inşa ediliyor.”
Bu proje çok konuşuldu. Bazıları heyecanlandı: “Türkiye uçak gemisi yapıyor!” Kimileri ise “Yok canım, o uçak gemisi falan değil, amfibi gemi” diyordu. İşte bu sözler, benim merakımı daha da körükledi. Derken, bir gün Sayın Metin Kalkavan’ın daveti ulaştı. “Buyrun, tersanede henüz Donanmaya teslim edilmeden önce TCG Anadolu’yu ziyaret edin, görün, inceleyin,” diyordu. Kendi gözlerimle görme fırsatına “hayır” demem tabii ki mümkün değildi.
Gemiyle ilk yüz yüze geldiğimde, şunu düşündüm: “Bu, benim ömrümde Türkiye’de gördüğüm en büyük ve en komplike askeri platform.” Gerçekten de devasa bir yapı, aynı anda pek çok farklı disiplini (uçuş, çıkarma, lojistik, komuta-kontrol, bakım-onarım, vs.) bir arada yürütebilecek bir “yüzen şehir” gibiydi. Gözlerim kablolar, vinçler, dev jeneratörler, rampalar, hangar kapıları arasında dolaştı. O an şunu hissettim: “Bu proje, sadece bir gemi yapmak değil; bir ekosistem ve kültür inşa etmek demek.” Çünkü okyanus ötesi kabiliyet sunacak böylesi bir gemi, Donanma için de, tersaneler için de, savunma sanayii firmaları için de yepyeni bir deneyim. İspanya’dan alınan tasarım desteğine rağmen, yerli katkı oranının belirli bir yüzdeye ulaşması da cabası.
Bu ilk izlenim, makalenin başına yazdığım “Bir gemiyi sadece gemi olarak görmeyin” düşüncesini pekiştirdi. Daha sonra gemi tamamlandı, testleri yapıldı, Boğaz’dan geçti, Karadeniz’e açıldı, Sarayburnu’na yanaştı; her aşaması haber oldu. O ilk göz temasımda TCG Anadolu, henüz tam anlamıyla “kendi ayakları üzerinde duran” bir platform değildi; pek çok sistemi test ediliyordu. Lakin yine de o heybet, o potansiyel çarpıcıydı. Şimdi, bu heybetin ve potansiyelin ne anlama geldiğini birlikte sorgulayalım.
TCG ANADOLU VE UÇAK GEMİSİ SORUNSALI: “Evet” mi “Hayır” mı?
Gelelim can alıcı soruya: “TCG Anadolu bir uçak gemisi midir?” Bu soru etrafında kopan fırtına, aslında geminin türü üzerinden değil, insanların hayallerinin ve beklentilerinin çarpışması üzerinden yürüyor. Kimileri, Amerikan Nimitzveya Gerald R. Ford sınıfı devasa “süper uçak gemileri”ni göz önüne alıp, “Olur mu canım, bizimki nerede onlarınki nerede!” diye kestirip atıyor. Öte yanda, geminin üzerinde harici bir uçuş rampası (ski-jump) olduğunu, kısa kalkış ve dikey iniş (STOVL) veya V/STOL kabiliyetli uçakların veya SİHA’ların konuşlanabileceğini görenler, “Bu elbette bir uçak gemisi” diyor.
Belki de en doğrusu, “Hafif Uçak Gemisi (CVL) sınıfı” diyerek orta yolu bulmak. Zaten denizcilik literatüründe de LHD (Landing Helicopter Dock) veya LHA (Landing Helicopter Assault) sınıfı gemiler, küçük uçak gemisine benzer özellikler taşır. Yani TCG Anadolu, amfibi harekât kabiliyeti, helikopter ve S/VTOL hava araçlarını destekleyebilmesi ve “well deck” aracılığıyla çıkarma yapabilmesi sayesinde, “çok yönlü” bir platformdur. Supercarrier sınıfına girmiyor olması, onun “uçak gemisi” sayılmasına mutlak suretle engel değil. Burada terminoloji fazlasıyla esnek.
Britannica, uçak gemisini “Sabit kanatlı uçakların kalkış ve iniş yapabileceği donanma gemisi” olarak tanımlıyor. Wikipedia da “Denizde hava üssü olarak hizmet gören, uçakları taşıma, silahlandırma, konuşlandırma ve kurtarma donanımlarına sahip bir savaş gemisi” diyor. TCG Anadolu, eğer F-35B veya Harrier gibi dikey iniş kabiliyetli uçaklara sahip olursa, tam olarak bu tanımlara oturacak. Şu an fiilen bu uçaklara sahip değiliz, o yüzden gemi pratikte “helikopter ve İHA” ağırlıklı görev yapıyor. Ama tasarım kabiliyetleri, gemiyi “gündelik dille” uçak gemisi kategorisine yaklaştırıyor.
VARYAG uçak gemisi İstanbul Boğazından geçiyor
Burada Çin örneği akla gelebilir. Çin, Varyag adlı eksik gemiyi Liaoning olarak tamamladı; sonra Shandong diye neredeyse tıpatıp bir ikizi üretti. Sonra durmadı, Fujian adlı elektromanyetik mancınıklı (EMALS) devasa üçüncü nesil uçak gemisine geçti. En sonunda da nükleer tahrikli 004 sınıfını planlayarak “Süper güç” statüsünü pekiştirmeye yöneldi. Bizim de TCG Anadolu bu yola çıkıştaki ilk gemimiz olabilir. Bugün “LHD mi, uçak gemisi mi?” diye tartışsak da, belki ikinci gemi TCG Trakya çok daha farklı özelliklerle donatılacak, belki üçüncü, dördüncü gemilerde “tam boy düz güverte” veya hatta “nükleer tahrik” arayışı başlayacak. Şimdiden “imkânsız” demeyelim; Çin 20 yıl içinde bu mesafeyi aldıysa, biz de 20-25 yıl içinde kim bilir nerelere evrilebiliriz?
Felsefi bir bakışla söylemek gerekirse, “Denizciliği seçen millet, ufkunu genişletir.” TCG Anadolu’nun “uçak gemisi midir, değil midir?” tartışması, aslında Türkiye’nin ufkunun ne kadar genişlediği meselesini yansıtıyor. Eğer okyanus aşırı misyonlar, denizaşırı lojistik ve insani yardım bizim gündemimizde yoksa, gemiyi “uçak gemisi” saymamıza da gerek kalmayabilir. Ama eğer bir gün, tıpkı Çin gibi, “Ben de büyük tonajlı bir gemiyle Hint Okyanusu’nda varlık göstereceğim” dersek, TCG Anadolu sınıfı gemileri “küçük uçak gemisi” olarak nitelendirmemiz kaçınılmaz. Yani bu tamamen stratejik vizyon meselesi.
.
Çin'in Varyag'ın kopyası olarak inşa ettiği Shandong uçak gemisi
ÇİN’İN VARYAG’LA ÖĞRENDİKLERİ VE BİZİM TCG ANADOLU’DAN NE ÖĞRENECEĞİMİZ
Hem TCG Anadolu’nun “uçak gemisi” yönü, hem de ileride TCG Trakya veya başka projeler yapılacağı beklentisi, bizi doğal olarak Çin’in Varyag deneyimine götürüyor. Zira Varyag, boğazlardan 2001’de geçerken bize “Gemiyi turistik amaçlarla kullanacağız” demişler, büyük teminatlar vermişler, hatta “Turist getiririz” sözü etmişler, en sonunda da gemiyi alıp uçak gemisi olarak yeniden inşa etmişlerdi. O dönemde “Çin aslında teknoloji öğrenmek istiyor” diyenler haklı çıktı. Bizim TCG Anadolu da benzer bir “başlangıç tecrübesi” yaratıyor. Zira bu gemiyle, amfibi harekât kabiliyetinden hava operasyonları yönetimine, well deck kullanımından deniz lojistiğine kadar yepyeni bir “know-how” ediniyoruz.
.
Çin'in 3. nesil uçak gemisi Fujian: Elektromanyetik mancınık ile en ileri düzeyi yakaladı
Çin örneğinin parlak yönü şu: Bir yandan kopya veya adaptasyon yoluyla hızla üretim yapmayı başarıyorlar, öte yandan hızla özgün tasarıma geçiyorlar. “Liaoning” (Varyag’ın yenilenmiş hali) ile “Shandong” (neredeyse kopyası) sonrası, “Fujian” (Tamamen özgün ve EMALS’li) ve şimdi de “004 sınıfı” (nükleer) gibi aşamalara çok kısa sürede eriştiler. Bu, “Başlarsanız, devamı gelir” diyor. Türkiye de TCG Anadolu ile çok yönlü görev konseptini öğrenip, belki ikinci gemide elektromanyetik mancınık, belki arrestor cable, belki farklı tahrik sistemi gibi yeniliklere yönelecek. En önemlisi, “kendi gemi inşa tecrübemiz” katlanacak. Üstelik bu tecrübeyle tersaneler, üniversiteler, savunma sanayii şirketleri, deniz kuvvetleri personeli hep birlikte büyüyecek.
Tabii, “Bütün bunlar o kadar kolay mı?” sorusunu da sormamız lazım. Hayır, kolay değil. Özellikle böylesi büyük projelerin maliyet ve idame tarafı unutulmamalı. Ayrıca, Montrö Sözleşmesi gibi kısıtlar, Karadeniz’de nükleer tahrikli gemi geçişleri, Ege’de Yunanistan faktörü, Doğu Akdeniz’de farklı dengeler gibi pek çok uluslararası boyut var. Ama yine de, “Bir yerden başlamak” deyimi tam da burada anlam kazanıyor. TCG Anadolu, işte o yerden başlamanın ifadesi. Hem de gayet somut, suya inmiş, Boğaz’dan geçmiş, Karadeniz’e açılmış bir ifade.
Çin'in kısa sürede katettiği yol: Elektromanyetik mancınığa ve nükleer güce sahip 004 sınıfı uçak gemisi
SİPOD TARTIŞMASI: “MOTOR PROBLEMİ” Mİ, “PERVANE DİNAMİĞİ” Mİ?
Gelelim ikinci büyük soruya: “SiPOD’lar değişmeli mi, yoksa kalmalı mı?” Bu konu, Türk savunma çevrelerinde bir süredir tartışma yaratıyor. Özellikle, TCG Anadolu’nun kardeş gemisi sayılabilecek Juan Carlos I (İspanya Donanması) ve HMAS Canberra (Avustralya Donanması) gibi gemilerde yaşanan titreşim, kavitasyon, gürültü sorunları “Aynısı bizde de olur mu?” endişesini doğurdu.
Önce şunu açıklamak gerek: SiPOD (Siemens-Schottel) sistemi, geleneksel şaft-pervane-dümen dizaynından farklıdır. Burada, geminin kıç tarafında, 360 derece dönebilen pod üniteleri var ve elektrik motoru bu podun içinde, doğrudan pervaneyi çeviriyor. Güya bu sayede daha iyi manevra kabiliyeti, yakıt verimliliği ve daha esnek tasarım elde ediyorsunuz. Ama Juan Carlos I’de bu sistem kavitasyon ve titreşim problemine yol açmış. Gemide kritik durumlarda itişin kaybedildiği, geminin “tehlikeli şekilde limana dönmek zorunda kaldığı” rapor edilmiş. Sonrasında, pervaneleri değiştirmişler, yine olmamış; en sonunda da ABB Azipod gibi başka bir sisteme geçmeyi planlamışlar. Bunun da 30 milyon Euro civarı maliyeti olacağı söyleniyor.
Avustralya Donanması da benzer sorunlar yaşamış. HMAS Adelaide ve HMAS Canberra gemilerinde SiPOD tahrik sisteminin istediği verimi vermediği, gemilerin limit hızlarına ulaşmakta sıkıntı çektiği iddiaları var. Resmî açıklamalar sessiz kalsa da, “pratikte sorun yaşadıkları” biliniyor. Dolayısıyla, “İspanyollar 2025’te bu sistemi söküp ABB’nin Azipod’u takacak, Avustralya da benzer değişimi yapacak, biz niye aynı sistemi kullandık?” diye soru soranlar haklı.
Ancak, “TCG Anadolu tam olarak Juan Carlos I’in kopyası değil” diyenler de var. Bazı değişiklikler, modifikasyonlar yapıldı, pervane kanatlarının geometrisinde veya montaj açılarıyla ilgili iyileştirmeler uygulandı; belki de titreşim sorunları bizim gemimizde asgari düzeye indi. Bu aşamada kesin bir yargıya varmak zor, çünkü gemi uzun süre denizde işletilmeden “Sorun var mı yok mu?” denilemez. Her halükârda, “SiPOD yapısal olarak sıkıntılı” diyen denizcilik uzmanları da var, “Doğru montaj ve tasarımla sorun yaşanmaz” diyenler de. Muhtemelen, ilerleyen birkaç sene içinde netleşecek.
Şayet TCG Anadolu’da da belirgin bir titreşim ve kavitasyon sorunu çıkarsa, “İşte o zaman ne yapacağız?” Evet, biz de 30 milyon Euro veya benzeri bir meblağla Azipod’a geçebiliriz. Belki de “klasik şaft-pervane-dümen” sistemine dönüşürüz. Dünyanın sonu değil, ama tabii ki masraflı ve zahmetli. Gelecekte inşa edilecek TCG Trakya gemisinde ise, bu deneyim ışığında “SiPOD kullanmayalım, ya klasik düzene dönelim ya da Azipod tercih edelim” kararı verilmesi mümkün.
Bu arada, bu tartışmada jeneratör setleri ile pervane sistemi arasındaki ayrımı net tutmak gerek. Juan Carlos I’deki sorun, dizel jeneratörlerin yetersizliği değil, bizzat pervane ve pod sisteminin kavitasyon yaratması. Bazıları, “Bizim gemide jeneratörler farklı, o yüzden sorun yaşamayız” diyor, ama bu argüman çok geçerli değil. Zira sorun jeneratörde değil, su altında dönen pod ünitesindeki akış dinamiğinde.
Peki, bu işin felsefi veya pratik yanı nedir? Şu ki, “Büyük inovasyonlar bazen risk almaktır.” SiPOD, kağıt üzerinde müthiş avantajlar sunuyor. Fakat uygulamada titreşim, kavitasyon gibi problemlerle karşılaşmak mümkün. Bazen yepyeni bir sistemi geminize entegre etmek, “kullanıcı hatası veya montaj hatası” gibi faktörlere çok duyarlı olabiliyor. TCG Anadolu ile de “öğrenme maliyetimiz” olacak. Bu öyle bir maliyet ki, belki geminin ilk denemelerinde ciddi revizyonlar yapmamızı gerektirecek. Ama uzun vadede, eğer sistemi doğru optimize edebilirsek, elde edeceğimiz manevra kabiliyetiyle övünebiliriz de.
DENİZCİLİK VE FELSEFİ BAKIŞ: BİR GEMİ YALNIZCA GEMİ MİDİR?
Şimdi, bu teknik tartışmalar içinde boğulmuşken, biraz da “renk” katalım ve felsefi bir çerçeveden TCG Anadolu’nun önemine bakalım. Denizcilik, yüzlerce yıldır yalnızca bir ulaşım veya savunma faaliyetinden ibaret olmadı. Farklı kültürler, denizlerle tanışarak “Keşif, etkileşim, kıtalararası diyalog, ticaret, sömürgecilik, göç” gibi devasa başlıkların kapısını açtı. Büyük devletler, denizleri kontrol edenin dünyayı kontrol edeceğine inandı. Mahan ve Corbett gibi deniz stratejisi teorisyenleri, deniz üstünlüğünün bir ülkenin küresel güç olmasında kritik eşik olduğunu söyledi. TCG Anadolu, bu anlamda “Denize çıkış kapımızı” ve “sınırlarımızın ötesini” düşünme biçimimizi dönüştürüyor.
Gerald R. Ford, ABD'nin uçak gemisi teknolojisinde ulaştığı son noktayı temsil ediyor
TCG Anadolu ile yakın boyutlara ve özelliklere sahip olan ancak rampası bulunmayan ABD'nin LHA 7 tipi amfibi taarruz gemisi USS Tripoli, 20 adet F35-B uçağı ile seyirde.
Mesela, TCG Anadolu “Mavi Vatan” kavramıyla özdeşleşebilir mi? Evet, çünkü Mavi Vatan dediğimiz konsept, ülkemizin deniz kaynaklarını ve stratejik çıkarlarını koruma arayışını simgeliyor. Eğer bu konuyu halkın gündemine taşıyacak bir sembol arıyorsak, TCG Anadolu pekâlâ bu sembol olabilir. Gemi, halkın gözünde “Uçak gemimiz var artık” diye bir heyecan yaratıyor. O heyecan, gençleri “Deniz subayı olma, gemi inşa mühendisi olma, denizcilik işletmeciliği okuma” gibi tercihlere itebilir. Böylece, denizle olan ilişkimiz sadece askeri yönüyle değil, ekonomik, teknolojik ve kültürel yönleriyle de derinleşir.
Gelelim “Uçan platformla yüzen platformun bir arada olması” meselesine. Bu, pek çok donanma için “yeni kabiliyet” anlamına gelir. Yani gemiyle birlikte, “gemide uçuş operasyonları, gemide bakım, gemide hava trafik kontrol” gibi yepyeni bir kültür inşa edeceğiz. Uçak gemisi sahibi ülkelerin en önemli farklarından biri, kendi “deniz havacılık” geleneklerine sahip olmalarıdır. Bizde helikopter gemileri ve korvetlerden kalkan helikopterler vardı; ama TCG Anadolu ölçeğinde “düzenli uçuş” konsepti, tamamen yeni bir deneyim demek. Bu deneyim, “Kara havacılığı, deniz havacılığı” gibi ayrımları da dönüştürecek, uzun vadede.
Juan Carlos I gemisinde kullanılan SIEMENS-SCHOTTEL işbirliği ürünü SiPOD'lar. İki pervane arasında kalan uçak motoruna benzeyen kısımda elektrik motoru yer alıyor.
Bu geminin barış dönemindeki rolü de hafife alınmamalı. Örneğin, 6 Şubat 2023 depremlerinde İspanya’nın Juan Carlos I gemisini Hatay açıklarına insani yardım için göndermesi gibi, TCG Anadolu da benzer görevler yapabilir. Tsunami, kasırga, deprem gibi felaket bölgelerine hızlı şekilde intikal edip, üzerindeki hastane, helikopterler, insansız hava araçları ve lojistik imkânlarla “yüzer bir yardım merkezi” oluşturabilir. Geminin suya dayanıklılık, stabilite ve taşıma kapasitesi, kurtarma ekiplerinin hızla sevkini kolaylaştırır. Bu da “TCG Anadolu’yu sadece askeri bir proje” olmaktan çıkarıp “insani misyon” boyutuna taşıyor. Bir gemi, nasıl olur da böylesine farklı roller üstlenir? İşte büyük platformların sihri bu.
İKİNCİ GEMİ TCG TRAKYA VE DAHA ÖTESİ: NASIL BİR YOL HARİTASI?
İnsan sormadan edemiyor: “Madem TCG Anadolu’dan bu kadar bahsediyoruz, ikinci gemi TCG Trakya ne olacak?” Projeyi yakından izleyenler, TCG Trakya’nın büyük ihtimalle TCG Anadolu’nun tıpatıp ikizi olmayacağını söylüyor. Belki Juan Carlos I’in kopyalaması yerine, biz de kendi “Fujian”ımızı tasarlayacağız. “Düz güverte, elektromanyetik mancınık, yakalama teli, belki açılı pist, lazer silahları, railgun” gibi pek çok fütüristik konsept konuşuluyor. Evet, bunlar kulağa uçuk gelebilir, fakat 20 yıl önce kim derdi ki Türkiye, bayraktar sınıfı insansız hava araçlarında dünya ligine girecek? Demek ki “teknolojik sıçrama” zaman zaman hayallerin ötesine geçebiliyor.
Elbette işin parasal boyutu var. Bir gemiyi inşa etmek bir defalık bir masrafken, onu 30-40 yıl yaşatmak, modernize etmek, personelini eğitmek, lojistik destek sağlamak ayrı bir külfet. O nedenle, “ikinci gemi” kararı da “önce TCG Anadolu’yu tam kapasiteyle kullanmayı öğrenelim, deneyim kazanalım, sonra yenisini planlayalım” şeklinde ilerleyecek. Ayrıca, politik irade ve uluslararası konjonktür de etkili olacak. “Ülkenin savunma önceliği nedir, hangi cephelerde risk görüyoruz, nükleer tahrik gibi bir opsiyonu masaya koyacak mıyız?” gibi sorular, TCG Trakya’nın kaderini belirleyecek.
TCG Trakya: İniş-Kalkışların daha kolaylıkla yapılabileceği bir açılı güverteye ve helikopter operasyonları için normal güverteye sahip, elektromanyetik mancınık sistemi, lazer ve elektromanyetik toplar ile güçlendirilmiş sistem (Atom reaktörü??)
Burada Çin’in ardışık uçak gemisi projeleri akla geliyor. “Varyag” (Liaoning), “Shandong”, “Fujian” ve şimdi “004 Sınıfı” diye nükleerli gemi... Hepsi neredeyse 20 yıl içinde oldu. Bu korkunç hızın arkasında, devasa bir sanayi ve mühendis ordusu, devletin stratejik yönlendirmesi, ekonomik kaynaklar ve tabiî ki “dışarıdan kopyalayıp hızla uyarlama” becerisi var. Bizde de benzer bir “tersine mühendislik” kabiliyeti gelişirse ve devlet desteği sürerse, TCG Trakya veya sonraki gemilerde “özgün tasarım” oranı artabilir. Mesela, “Biz bu sefer SiPOD yerine yerli üretim hibrit tahrik sistemi takalım,” diyebilir miyiz? Kim bilir, belki de evet.
KULLANIM KONSEPTİ: BARIŞTAN SAVAŞA GENİŞ BİR YELPAZE
TCG Anadolu gibi bir gemi, savaş durumunda elbette “çıkarma operasyonu, hava desteği, deniz-deniz harekâtı, denizaltı savunma harbi (ASW)” gibi görevlerde rol alacak. Ancak dediğim gibi, barış zamanında da “diplomatik ziyaret, insani yardım, eğitim ve tatbikat” gibi pek çok fonksiyonu üstlenebilir. Büyük donanmaların en önemli kozlarından biri, gemilerini “güç gösterisi” (show of force) veya “dost liman ziyareti” amacıyla okyanuslarda gezdirme imkanına sahip olmasıdır. Biz de TCG Anadolu’yu, mesela Afrika açıklarına veya Hint Okyanusu’nda bir “barış koruma” görevine gönderebilir miyiz? Donanmamız isterse ve diplomatik izinler alınırsa, evet.
Bu “okyanus seferi” durumu, Montrö Sözleşmesi ile de pek çelişmez, çünkü Montrö esasen Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletlerin büyük tonajlı gemileriyle ilgili. Türkiye kendi gemisini Boğaz’dan geçirip okyanusa açabilir; burada teknik engel yok. Sadece bu tür uzun menzilli görevlerde “yakıt, ikmal, lojistik zincir, personel rotasyonu” gibi konular devreye girer. O yüzden, TCG Anadolu tek başına değil, fırkateyn, korvet, lojistik destek gemileriyle birlikte hareket edecek, bir “görev grubu” oluşturacak. Aynen “carrier strike group” mantığı gibi, ama “light” versiyonu.
Savaş dışındaki en önemli kullanım alanlarından biri de S/İHA’ların gemiden havalanması ve operasyon yürütmesi. Bayraktar Kızılelma gibi insansız savaş uçağı projeleri, TCG Anadolu gibi gemilere “uçan-mühimmat platformu” olabilir. Bu da, “uçak gemisi pilotu” derdi olmadan, insansız sistemlerle denizden hava operasyonu yapma imkânı demek. Tabii, Kızılelma’nın iniş-kalkış ihtiyacı, rampanın açıları, iniş sırasında yakalama teli eksikliği gibi detayları var. Zaman içinde belki gemiye yakalama teli entegre edilir, belki TCG Trakya’ya elektromanyetik mancınık da eklenir. Gelişmeler, “sabit bir noktada durmak yerine, sürekli evrilen” bir yapıyı gösteriyor.
ÇOK BOYUTLU BİR SONUÇ VE ÖZET: NEYE EVRİLİYORUZ?
Kaldı ki gemiler, sadece donanmanın ihtiyacına göre şekillenmez; ülkenin ekonomik şartları, diplomasi stratejisi, milli gurur projeleri, teknolojik atılım hedefleri gibi pek çok etmenden beslenir. TCG Anadolu da tam bu kesişimde duruyor. “Bir dönem kapanıyor, yeni bir dönem açılıyor” dense yeridir. Bakın, gemi henüz Donanmaya bile tam devredilmeden herkes “İkinci gemi ne zaman?” diye sormaya başladı. Bu heyecan, belki de “Denizci millet olma” idealine giden bir işarettir. Osmanlı’nın son döneminde çürümeye terk edilen donanmadan, Cumhuriyet döneminde sınırlı kıyı savunma anlayışına, NATO döneminde fırkateyn ve korvet modernizasyonuna, oradan da “kendi büyük platformumuz”a uzanan bir çizgiyi görmek mümkün.
Bu çizgide elbette hatalar da, gecikmeler de olacaktır. “SiPOD sorunu” bunun tipik bir örneği. Sorun yaşarsak, çözüm arayacağız, değiştireceğiz veya geliştireceğiz. “F-35B projesinden çıkıldık, şimdi rampamız boşa mı gitti?” diyenler var. Bunu da bir şekilde dolduracağız, belki SİHA’larla, belki ileride tedarik edilecek başka uçaklarla. “Gemi çok masraflı, barışta ne yapacağız ki?” diyenler, insani yardım ve diplomatik görevlerin önemini görecek. Yani, TCG Anadolu’nun varlığı, bizi “denizcileşme” yolunda zorunlu olarak bir üst seviyeye taşıyor. Bu da iyi bir şey. Gemi, sadece tonaj olarak büyük olmakla kalmıyor, toplumun denize bakışını da büyütüyor.
Kapanışa gelirken, Metin Kalkavan’ın tersanedeki davetinin belleğimde bıraktığı izlenimi bir kez daha anmak istiyorum. O gün gemiyi gezerken, sadece sac ve pervanelerle değil, insanlarla da karşılaştım. Herkes gururluydu, heyecanlıydı. Mühendisinden teknisyenine, askeri danışmanından yüklenici firma çalışanına kadar herkes, sanki tarihe tanıklık ettiklerinin farkındaydı. O heyecanı hissetmek, benim için işin en önemli boyutuydu. Çünkü büyük projeler, önce insanları heyecanlandırır; sonra bu heyecan, başarıya giden yolu açar.
Belki de TCG Anadolu’yu tarif etmenin en doğru yolu, “Bir gemiden fazlası” demek. Evet, kimine göre bir uçak gemisi, kimine göre değil. Kimine göre SiPOD’ları sorunlu, kimine göre değil. Ama sonuçta bu gemi, Türkiye Cumhuriyeti’nin deniz stratejisinde yepyeni bir sayfa açmakla kalmadı, o stratejiyi derinden etkileyerek “Bu denizlerde ve ötesinde ben de varım!” deme cesaretini perçinledi. Fikir ayrılıkları, teknik tartışmalar, maliyet hesapları elbette devam edecek. Ama bilinsin ki, TCG Anadolu’nun gövdesi suya değdiği an, biz çoktan bir sıçrama yapmış bulunuyoruz.
İster “Light Aircraft Carrier” deyin, ister “Amfibi Hücum Gemisi,” ister “milli gurur,” ister “gereksiz masraf.” Son tahlilde, bir toplumu ileri taşıyan şey, vizyon ve ufuktur. TCG Anadolu, işte bu ufkun somutlaşmış hali.
Ve eğer bir gün, tıpkı Çin’in Varyag’la yaptığı gibi, TCG Anadolu’dan yola çıkarak daha ileri gemiler inşa edersek, belki de “Türkiye de denizlerde yeni bir döneme adım attı” diyeceğiz. O gün geldiğinde, bu ilk gemiye, ilk heyecanlı deneme seferlerine, “SiPOD mu Azipod mu?” sorusuna ve “F-35B mi, yoksa İHA mı?” tartışmasına nostaljik bir tebessümle bakacağız. Kim bilir, belki de Metin Kalkavan veya başka dostlarımız, bizi yine tersaneye davet edecek ve biz, “Başlangıç ne güzeldi, devamı harika oldu” diyeceğiz.
Son söz niyetine, denizci özdeyişlerine bir atıf yapayım: “Rüzgârı arkamıza aldığımızda yolculuk kolaylaşır, ama asıl marifet rüzgâra rağmen yol alabilmektedir.” TCG Anadolu projesi, pek çok zorluğa rağmen yola devam eden, rüzgârı bazen karşısında bazen arkasında bulan bir proje. Çıkacak sorunlar, ister SiPOD’dan, ister uçak tedarikinden, ister ekonomik bütçeden olsun… Önemli olan, bu proje etrafında oluşan öğrenme ruhu ve denizcileşme hevesi. Geriye dönüp baktığımızda, bir ulusun “karacı” kimlikten “denizci” kimliğe doğru dönüşümünde, TCG Anadolu gibi gemilerin sembolik etkisi büyük olacak.
Kimbilir, belki de bu gemi, ülkemizin Mavi Vatan doktrininde gerçek manada “okyanus ötesi” boyuta sıçramasının ilk adımıdır. Belki de kısa vadede amfibi gemi, uzun vadede tam teşekküllü uçak gemisi hayalini besleyecek bir katalizör. Yeter ki şu iki soruyu sormayı bırakmayalım:
- Uçak gemisi miyiz, değil miyiz? – Cevap: İkisinin ortasında bir yerde, ama “olmaya” da adayız.
- SiPOD sistemini değiştirelim mi, değiştirmeyelim mi? – Deneyip göreceğiz; gerekirse farklı bir sisteme, hatta belki kendi yerli hibrit sistemimize geçeceğiz.
Sonuçta, “Büyük hayaller, büyük cesaret ister” diyorlar. TCG Anadolu, bu cesaretin ete kemiğe bürünmüş hali gibi duruyor. Geriye düşen, işletecek mürettebatın, komutanların ve tersanelerin bu cesareti hakkıyla sürdürmesi. Eh, bunca deneyim, heyecan ve birikimle, neden olmasın?
Ve her zaman olduğu gibi, son sözü hayalgücüne bırakalım: Belki yarın TCG Trakya, belki öbür gün TCG Rumeli, belki başka sürpriz projeler… Heyecan burada bitmiyor; deniz, keşfin ve maceranın sonsuz alanı. Bize düşense rotamızı doğru belirleyip dümenimizi sağlam tutmak. Çünkü denize açılan her ulus, kendi kaderini tayin etmek için sonsuz bir fırsat yakalar. TCG Anadolu, işte o fırsatların kapısını aralayan devasa bir yelken gibi duruyor karşımızda. Zaman, bize gösterecek ne kadar ileri gidebileceğimizi.
Yorumlar 5
Kalan Karakter:
titreşim konusunda yazarın tespit ettiği hususlar doğrudur. Bu gemide görev yapan birisi olarak paylaşmak istiyorum. Şuan aynı titreşim sorunu anadoluda var. Boşu boşuna sorunun kaynağı sanılan orjinal gaz turbini iptal edildi, dizel makina kondu ama titreşim devam etti. Siyasi polemiğe yol açmaması için şuan açıkça dile getirilemiyor. Keşke batıda olduğu gibi bizdede şeffaf politikalar izlense boyle meselelerde. Ispanyollar yeni pod pervane siparişi verdiler isveçten. Alman siemens sipod T marka model pod pervaneyi 2025 te söküp yerine isveç ABB marka azipod M model pod pervane takılınca sorun çözülürse bizimkilerde aynı yolu izleme durumu söz konusu olacaktır. Keşke ispanyollar en başta denenmemiş siemens sipod t yerine, kendini kanıtlamış ABB azipod M yi seçselerdi. Ama almanların adı var işte. Alman olunca hersey kaliteli olunacak sanılıyor ama her zaman öyle olmuyor. benzer şekilde Alman MEKO fırkateynler, eski Amerikan G sınıfı Perry fırkateynler ile denizlerde boy ölçüşemiyor.
Kalan Karakter: 1000
BASLAMAK BITIRMENIN YARISI.
DAHA BUYUKLERINI YAPABILMEK VE BARIS ICIN KULLANABILMEK DILEGI ILE
Kalan Karakter: 1000
Teşekkür ederiz, doyurucu ve ufku genişleten bir bilgiseldi.
Kalan Karakter: 1000
Her eleştirinin dikkate alınarak değerlendirilmesi taraftarıyım. Ama bu her eleştiride söz konusu edilen şey doğrudur anlamına gelmez. Saygılarımla.
Kalan Karakter: 1000
Sayın yazı sahibine
Ertürk paşa bu geminin ana tahrik sorunu olduğunu ve bu çözülmeden geminin deniz kuvvetleri envanterine alınmaması gerektiğini savunuyor sizce böyle bir sorun varmıdır varsa bunun için deniz kuvvetleri ne gibi önlem alıyor teşekkürlerimle
Kalan Karakter: 1000