Dönemin en büyük yolcu gemisi RMS Titanic, 14 Nisan 1912'de gece yarısından önce 23:40 sularında bir buzdağı ile çarpıştı ve batmaya başladı.
1912 yılının 10 Nisan günü, Titanic isimli dev bir transatlantik gemi, Kuzey Atlantik'ten New York'a gitmek üzere Southampton limanından yolaçıktı. Sanayi devrimi sonrası kapitalist dünyanın övünç kaynağı olan Titanic, 2300 yolcu taşıyabilen süper lüks bir gemiydi. Ancak bu lüks sadece 1. ve 2. mevkii yolcuları içindi; diğer yoksul göçmenler son derece kötü şartlarda yolculuk ediyorlardı.
Yolculuğun başlamasından iki gün sonra, mürettebat bölgede buzdağları olduğunu bildiren radyo sinyalleri aldı. Ancak bu durum fazla önemsenmedi, çünkü Titanic hiçbir şekilde batmayacak tarzda inşa edilmişti. İç içe geçen güverteleri, su tahliye pompaları, son sistem elektrikli cihazları sayesinde seyahatini güven içinde tamamlayacağına dair kimsenin kuşkusu yoktu.
Fakat olaylar beklendiği şekilde gelişmedi. Ayın 14'ünü 15'ine bağlayan gece, Titanic bir buzdağına çarptı. Çarpışma sonucunda batmaz denilen gemi hızla su almaya başladı. Yaklaşık 25 dakika sonra yolcular cankurtaran filikalarına binmeye başladılar. Filikalara pek az sayıda yolcu binebildi; Titanic bunların çaresiz bakışları altında hızla Atlantik Okyanusu'nun karanlık ve buz gibi sularına gömüldü.
1600 kişiden fazla insanın hayatını kaybettiği bu kaza, dünya çapında büyük yankı yarattı. Kazanın nedenleri üzerine pek çok tartışma yaşandı; ancak sonuçları çok acı bir gerçeği gözler önüne serdi.
Filikalara öncelikli olarak kadınların ve çocukların bindirilmiş olmasından ötürü, hayatını kaybedenlerin %80 kadar erkekti. Birinci mevkiden bilet sahibi olan yolcuların %60'tan fazlası kurtarılmıştı; çünkü onlar her şeyden önce uyarıların kolayca duyulabildiği ve cankurtaran filikalarına ulaşabildiği daha üst kısımlarda yolculuk ediyorlardı. İkinci mevkii yolcularının yalnızca %36'sı hayatta kalırken, üçüncü mevkii yolcuların sadece %24'ü boğulmaktan kurtulabilmişti.
Titanic faciasında sınıf olgusu yolculuk kalitesinden öte bir anlam taşıyordu; bu tam anlamıyla bir ölüm kalım meselesiydi. Amerika'ya yeni ve daha iyi bir yaşam kurmak umuduyla göç eden yoksulların payına bir kez daha ölüm düşmüştü.