Sahip olduğumuz denizlerimizin, göllerimizin, nehirlerimizin ve akarsularımızın yabancı güçlerin egemenliğinden kurtarılmasının üzerinden seksen yedi yıl geçti. Büyük önder ATATÜRK’ün Türk ulusuna armağan ettiği Kabotaj kanunu ile emperyalist
Sahip olduğumuz denizlerimizin, göllerimizin, nehirlerimizin ve akarsularımızın yabancı güçlerin egemenliğinden kurtarılmasının üzerinden seksen yedi yıl geçti. Büyük önder ATATÜRK’ün Türk ulusuna armağan ettiği Kabotaj kanunu ile emperyalist devletlerin denizlerimiz üzerindeki hegemonyası da son bulmuştur.Kabotaj hakkımızın kazanılmasından sonra denizcilik tarihimizde yepyeni onurlu bir sayfa açılmıştır. Artık denizlerimizde özgürce dolaşabilecek ve serbest ticaret yapabilecektik. Sahip olunan bu bağımsızlık Türk ulusunun denizlerde kazandığı büyük bir zaferdir. Diğer bir söyleyişle, denizlerimizde gerçekleştirdiğimiz ”Islak Devrim”dir. Böylece 1 Temmuz 1926 tarihinden itibaren, yeryüzünün en mükemmel denizlerine sahip karasularımızda bayrağımız özgürce ve coşkuyla dalgalanmaya başlamıştır. Kabotajın ilanından sonra günün gelişen ekonomik, siyasi, teknolojik ve sosyal koşullarına göre bu sektörde önemli gelişmeler olmuştur. Ama bizler denizcilik alanında sahip olduğumuz değerlerin ve gücün hiçbir zaman farkına varamadık ve olmamız gereken konuma da hiçbir dönemde ulaşamadık. Denizcilik sektöründe, Cumhuriyetin ilk yıllarında büyük önder Atatürk’ün çabalarıyla önemli atılımlar yapıldıysa da, bunlar daha sonra hızını kaybetmiştir. İlk defa İzmir’deki iktisat kongresinde (1923) 300 tonluk gemilere destek kredisinin verilmesi öngörülmüş ve karara bağlanmıştır.
Atatürk daha o yıllarda denizciliğimizin gelişmesi ve Dünya denizlerinde söz sahibi olabilmemiz için devletin desteğinin gerekli olduğunu görmüştür. Türk donanması da kabotajın ilanıyla birlikte Çanakkale’nin serin sularından, Ege’nin mavi tenli dalgalarına doğru özgürce seyir yaparak Kuşadası körfezine demirlemiştir. Denizcilik araştırma, inceleme, bilgi, beceri, güçlü uluslar arası ilişkiler ile bilim ve teknolojiye yatırım gerektiren çok kırılgan bir sektördür. Sürekli gelişme gösteren ve rekabet gerektiren özel bir ihtisas dalıdır. Atatürk’ten sonraki dönemlerde işbaşına geçen iktidarlar denizcilik sektörüne beklenilen ilgiyi göstermemişler, gerekli ve yeterli yatırımı yapmamışlardır. Halbuki AB ülkeleri arasında en çok kıyısı olan ülke Türkiye’dir. En fazla deniz alanına sahip olma özelliği de yine ülkemize aittir. Kıyı uzunluğu 8 bin 333 kilometre olan güzel ülkemizin sahip olduğu denizlerin toplam alanı da 377 bin kilometrekaredir. Bu rakam oldukça geniş bir sular bölgesini kapsamaktadır. Kara bölümündeki doğal ve yapay göllerin yüzölçümü de 40 bin kilometrekaredir. Bu kadar geniş ve uzun bir alana yayılan kıyılarımızı ve denizlerimizi kullanmasını ve korumasını bilmediğimiz sürece, onlara sahip olmamızın hiçbir anlamı yoktur.
İleriye dönük stratejiler belirleyerek kalıcı yatırımlar yapmalıyız. Sektörün gelişmesi, uluslar arası kimlik kazanması, Dünya entegrasyonuna uyumu ve ulusal çıkarlar düşünülerek “Planlı ve Programlı Denizcilik Politikaları”nın hazırlanabilmesi için, öncelikle yüzümüzü denize dönerek onunla barışmalıyız. Türkiye’ nin bu nedenle uluslar arası uyum çerçevesinde yapılandırmasını sürdürerek bir an önce Denizcilik Bakanlığı’nı kurması gerekir. Dünya denizlerinde dolaşan 42 bin geminin 2007 yılında 7,5 milyar ton dolaylarında yük taşıdığı düşünülürse, sektördeki ekonominin gücünü de tahmin edebiliriz. Ülkemizin bu pastadan alacağı pay ise yüzde 2-3 kadar az bir rakamdır. Bu şartlarda uluslararası denizcilik sektöründe nasıl biz de varız diyebiliriz? Tersanelerimizi Ege ve Akdeniz’e doğru kaydırarak oraları da kontrol altına almalıyız. Yönetimi, hukuku, teknolojisi ve altyapısı ile kendimize özgü “ulusal denizcilik misyonu” nu yaratmalıyız.
Türk denizciliği artık hak ettiği yere ulaşmalıdır. Devletin ekonomik desteği ile gelişmelere hız kazandırılmalıdır. Sürekli gelişen ve büyüyen Dünya denizcilik konvansiyonlarına çabuk uyum sağlamak için de uluslar arası denizcilik kriterlerini eksiksiz yerine getirmeliyiz.
Türkiye’nin denizcilik sektöründeki geleceği parlaktır. Yeter ki sahip olduğu bu önemli değerlerin bilincinde olsun ve onlara sahip çıksın. Atatürk’ün dediği gibi ”DENİZCİLİĞİN, TÜRK’ün MİLLİ ÜLKÜSÜ” olarak görülmesi ve benimsenmesidir.