“Güverte Güncesi-Şilepte Bir Yolcu” isimli kitabı okurken almış olduğum notlarımı kendi görüşlerim ile harmanlayarak deniz ve kitap severlerin keşfine sunmak istiyorum.
Popüler bir kitap sitesinin denizcilik ile ilgili yayınları arasında dolaşırken dikkatimi çekti Prof. Dr. Ömer Bozkurt’un “Güverte Güncesi-Şilepte Bir Yolcu” isimli kitabı (Kırmızı Kedi Yayınevi, Şubat 2018, İstanbul, 268 sayfa). 2018 yılında basılmış kitabın tanıtımında 2006 yılında bir yolcunun ticaret gemisi ile gerçekleştirdiği seyahate ait anılarını anlattığı yazmaktaydı. Denizcilik üzerine yazılmış anı kitaplarını severek okumama rağmen bu kitaba ilk kez rastlıyordum. Kitabın açıklamasını incelediğimde ilk olarak aklıma gazeteci Faik Sabri’nin 1933 senesinde şilep ile yapmış olduğu İstanbul-Londra yolculuğunu anlattığı ve gazetede yayınladığı köşe yazılarını birleştirerek oluşturduğu “İstanbul’dan Londra’ya şileple bir yolculuk” isimli kitap geldi. Bu kitabı Kpt. Uluç Hanhan ağabeyin paylaşmış olduğu bir makale ile keşfetmiştim. Ben de bu makale ile “Güverte Güncesi-Şilepte Bir Yolcu” isimli kitabı okurken almış olduğum notlarımı kendi görüşlerim ile harmanlayarak deniz ve kitap severlerin keşfine sunmak istiyorum.
“Güverte Güncesi-Şilepte Bir Yolcu” ismi kitabın içeriği hakkında güzel bir sunum yapmaktadır. Kendisini yolcu olarak tanımlayan yazar Ömer Bozkurt, IRMA isimli ticaret gemisi ile 2006 yılında Hollanda’nın İjmuiden limanından başlayıp 26 gün süren, Atlas Okyanusu geçişi dahil Kanada göller bölgesini de kapsayan ve Amerika’nın Duluth limanında sona eren gemi yolculuğunu adeta kendi günlüğünü anlatır gibi okurlar ile paylaşmaktadır. Kitap içerisinde kendisinden yolcu olarak bahseden yazarın kullandığı dili, denizcilik operasyonlarına aşinalığı ve gemide gerçekleşen operasyonlara ait detayları mesleğin dışarısındaki birisinin penceresinden aktarıyor olması kitabı denizci olmayan okurlar için bile kolay okunası yapmaktadır. Kitabı okurken yazarın yerine IRMA gemisinde yolcu olarak bulunduğum hissine kapıldım ki baş kahramanın yerine kendimi koyabildiğim hikayeler hep ilgimi cezbetmiştir.
Güverte Güncesi (Kişisel arşiv)
Güney Kıbrıs bayraklı, 200 metre uzunluğundaki dökme yük gemisi IRMA’nın personelinin tamamı Polonyalıdır. IRMA gemisindeki yolculuğun yazarın ilk deniz yolculuğu olmadığını ve daha önce iki farklı gemi ile de yolculuk deneyimi yaşadığını kitabı okurken anlıyoruz. Yazar IRMA gemisi ile yolculuk yapmayı tercih etme sebebini gemi kaptanı ile yaptığı sohbette kendi cümleleri ile şu şekilde paylaşıyor (s-199): “bu yolculuğa Amerika’ya gitmek için, yani Amerika’da ya da Kanada’da şu ya da bu kenti görmek için çıkmadım. Benim için önemli olan Atlantik’te seyir, ardından da St.Lawrence Suyolu’nu ve Büyük Gölleri görmekti”. Yolcunun esas planı İjmuiden den alınan kargonun göller bölgesindeki Kanada ve Amerika limanlarında tahliye edilmesi sonrasında henüz belli olmayan Avrupa kıtasına dönüş seferine de iştirak ederek gemiden ayrılmaktır. Fakat Kanada vizesi bulunmamasının sorun haline gelmiş olması sebebiyle seyahatinin planlanandan daha kısa sürmesi gerekiyor ve gemiden erken ayrılmak zorunda kalıyor. Yine de yolcunun amacına ulaştığını söyleyebiliriz ki bu kitabın ortaya çıkışıyla da bunu fazlasıyla anlayabiliyoruz. Yolcunun IRMA gemisinde geçirmiş olduğu nispeten kısa süreye rağmen böylesine bir eser üretebilmesinin araştırmacı ve gözlemci kimliğinden kaynaklandığını düşünüyorum.
Kitap içerisinde dikkatimi çeken ve yazarın iyi bir gözlemci olduğunu gösteren anekdotlar ise şu şekildedir:
-Yükleme limanı olan İjmuiden de rulo saç yüklemesinin ve ambar için istiflenmesinin inceliklerini anlatmaktadır.
-Kuzine (mutfak) ve zabitan yemek salonu işleyişi hakkında masa oturma planlarını bile detaylı bir şekilde tasvir etmektedir.
-Liman kalkışı sırasında borda iskelesinin gemi personeli tarafından toplanışını hiçbir adımı atlamadan aktarması, işim gereği oldukça aşina olduğum bu süreci okurken gözümde canlandırmamı sağlamıştır.
-Gemide katıldığı yangın ve gemiyi terk talimlerini adeta talim raporlarını çıkartacak şekilde tüm ayrıntıları ile anlatmaktadır. Burada filika koltuklarının emniyet kemerlerinin düzenli bırakılmadığı ve yan koltuktakilerle iç içe geçmiş durumda olduğu için bağlamayı başaramadığını belirterek gemi personeli için de dışarıdan bir göz olarak önemli bir tespitte bulunuyor. Benim de denizde çalıştığım dönemde role talimlerinde benzer gözlemim olmuştur. Genellikle o kemerler her talimde dağınık bırakılır ve bir sonraki talimde personel yan koltuğun kemerini mi aldım acaba diye yanındaki arkadaşı ile kontrol içerisine girer.
-Yolcunun paylaşmış olduğu detaylardan IRMA gemisinde pusula hatası hesaplamasının yolcunun katıldığı sefer süresince yapılmadığını anlıyoruz. Yolcu burada adeta bir liman devleti kontrolü edasıyla bu eksikliği yakalıyor.
-Yolcunun yaptığı gözlemler sonucu yakaladığı bir diğer eksiklik ise St. Lawrence seyri sırasında kılavuz kaptan alındıktan sonra Hotel flamasının toka edilmediğini fark etmesi ve bunu nöbetçi zabite hatırlatması olmuştur. Yolcu burada esasen flamanın yerinde olup olmamasından ziyade flama toka edilirken fotoğrafını çekebilmek amacı taşıdığını itiraf etmektedir.
-Yolcu Montreal limanındaki demir manevrasına katılarak gözlem yapmış ve demir operasyonunu bile tüm ayrıntıları aktaracak şekilde paylaşmıştır.
-Kanada göller bölgesinde havuzlara geminin girişi ve bağlaması ile başlayarak, havuz sistemlerinin çalışma mekanizmaları üzerine de detaylı bilgiler veren yolcu ayrıca bu havuzlara ait haritaları ve kendi çektiği fotoğrafları da kitap içerisinde paylaşmıştır. Havuz içerisine geminin sokulması manevrasını “iğne deliğinden iplik geçirmeye” benzetmiş ve geminin “ayaklarını sürüyerek yürüyen yaşlı bir insanın hızıyla” havuza doğru ilerlediği şeklinde güzel benzetmelerde bulunmuştur.
-Yolcu seyir yapılan bölgenin keşfi ve geçmişi üzerine de güzel tarihi bilgi ve notları bizlerle paylaşıyor. Bu özelliği ile kitabın tarihi bir yönü olduğunu da söyleyebiliriz. Yolcu sefere çıkmadan önce detaylı bir hazırlık yapmış olmasına rağmen denizcilik haritalarında kara yerleşimlerinin isimlerini bulamaması sebebiyle büyük ölçekli bir kara haritası almamış olmasına ise hayıflanıyor ve öz eleştiri yapıyor.
Kitabı okurken almış olduğum diğer notlarım ve ilgimi cezbeden alıntılar ise şu şekildedir:
-Yolcu gemide bulunduğu süre boyunca köprüüstünün karşısında yer alan armatör kamarasında kalmıştır. Yolculuğunun ilk günü alışık olmadığı için rahat uyuyamamıştır ve şu benzetmede bulunmuştur (s-68): “Sanki gerçekten karayolundaymış gibi, oturduğu yerde insan, eğer kendini bırakırsa, bu sefer bir öne bir arkaya, hani tekleyen otobüs veya kamyonlarda olduğu gibi aynen, sarsılıyor”. Göller bölgesinde sığ sularda seyir sırasında omurga altı su derinliğinin iyice azalması sebebiyle gemide titreşimler artıyor ve yolcu gece uykusundan uyanıyor. Burada da şu güzel benzetmede bulunuyor (s-193): “gemi, nöbet geçiren yüksek ateşli hasta gibi titriyordu”.
-Sefer süresince yolcu yaşam mahalli etrafındaki güverteler üzerinde korunaklı bir yere sandalyesini çıkartarak deniz manzarasının, yağmurlu havanın veya okyanusta gökyüzünün keyfini çıkartıyor. Denizciler ile ilgili olarak ise yaptığı şu çarpıcı tespitin altını çizmiş bulunuyorum (s-96): “Gemiciler için yerkürenin şu ya da bu ilginç coğrafyasında olmak çok önemli değil. Onların yapılacak günlük işleri var”.
-Konteyner gemileri için yazarın kullanmış olduğu “kutuyük gemisi” tabiri ilgimi çekti. Bu şekilde yaygın kullanımına çok fazla rastlamamıştım.
-Yolcu karaya ilk kez 14 gün sonra ayak basıyor. Bu durumun kişide değişik duyumsamalara yol açtığını belirtiyor ve borda merdiveninin alt tavasına adımını attığı anda sanki yürüyemeyecekmiş gibi bir hisse kapıldığını itiraf ediyor. Yolcu limanda dışarıya çıktığında uzun yürüyüşler yapmayı, o bölgenin tarihi yerlerini gezmeyi ve kitapçılarında bulunmayı seviyor.
-Seyir süresince boylam farklarına göre Greenwich Ortalama Zamanı (GMT) ile saat farkı ayarlamasının yapılması ile ilgili olarak yolcunun tespitleri yine ilgimi çekmiştir. Yolcu gemide yapılan saat ayarlaması ile ilgili olarak şu cümleyi paylaşmıştır (s-53): “birçok ülkede yaz ve kış saati uygulaması gibi, nihayetinde keyfi bir uygulama yapılıyorsa, süvari de gemisinde, iş gerekleri nedeniyle keyfi bir uygulama yapıyor”. Bu satırları okurken ülkemizde de popüler tartışma konulardan birisi halinde olan kış saati uygulamasının kaldırılması tekrar zihnimi kurcalıyor.
Gemideki insan ilişkileri ve insan psikolojisi üzerine de yolcunun yerinde ve doğru tespitlerde bulunduğunu düşünüyorum. IRMA gemisindeki personelin gemi kaptanından çekindiğini belirtiyor ve ekliyor (s-46,47): “bu sadece bir hiyerarşik üste, içtenlikle duyulmasa bile, en azından gösterilmesi gereken saygının ötesinde bir şey. Mürettebat kaptanına bir tür endişeyle, neredeyse korkuyla yaklaşıyor izlenimini edindim”, “fakat süvarinin kişiliği, bu korunması gerekli mesafe ve karşılıklı ilişkilerin türünü etkiliyor. Bu ilişkiler, değişik gemilerde işlevsel yetkeden, süvarinin yeteneğinden kaynaklanan saygı ile hiyerarşik korku arasındaki bir yelpaze üzerinde gidip geliyor”.
Böyle bir gemi ortamında belki operasyon anlamında sorunlar çıkmıyor gözükse bile gemi personeli mutlu değildir ve herkes sadece kendi görevleri dahilinde üstüne düşeni yapar, farkındalıklar kapalıdır ve kimse daha fazlası için bir çaba içerisinde bulunmaz. Hep bir gerginlik hali hakimdir, gemi personeli iş dışında birbirleriyle gereksiz diyaloglara girmekten ve fikir beyan etmekten kaçınırlar.
Yolcunun gemi kaptanı hakkındaki şu tespitlerini de önemli buluyorum ve bu durumun sadece gemide değil iş hayatının her alanında yöneticilerin dikkat etmesi gerekli bir durum olduğunu düşünüyorum (s-130,147): “Mürettebata güvensizliğini her fırsatta belli ediyor (Kaptan hakkında konuşuyor)”, “kaptanın davranışlarında istikrarsızlık görüyorum. Biraz sıkça fikir değiştiriyor gibi. Sanki tereddüt içinde”, “ama bunu etrafa, özellikle de yolcuya hissettirmekten kaçınmaması bana aykırı geliyor”.
Yolcunun Kanada vizesi bulunmaması sebebiyle karşılaştığı durumda da anlıyoruz ki özellikle gemi gibi kısıtlı bir alanda, sadece birlikte çalışmak değil aynı zamanda yaşamak zorunda kalan insanlar arasındaki iyi iletişim çok önemlidir. Yaşanacak küçük problemler bazen iyi yönetilemediği takdirde daha sıkıntılı durumlara yol açabilirler. Yolcu da bu karşılaşılan durumda benzer sıkıntıları yaşıyor. Yolcu yaşadığı durumu haksızlık olarak görse de içinde bulunduğu durumu şu cümleler ile açıklıyor (s-141): “Surat asmaktan başka yapabileceğim hiçbir şey yok gibi görünüyordu. Bir geminin süvarisi (daha sonra haksız kararlarına karşı başka yollardan hak aranabilse de) sefer sırasında, “Devlet ben’im” diyen XIV. Louis kadar yetkiliydi”.
Sefer süresince yolcunun vize problemi dışındaki en büyük hayal kırıklığı ise fotoğraf çektiği sırada koltuğunun altına sıkıştırmış olduğu spiralli not defterinin denize düştüğü andır. Neyse ki yolcu detaylı olmasa da gün sonunda bu notlarının özet bir bölümünü bilgisayara kayıt ediyormuş, dolayısıyla tamamen bir kayıp söz konusu olmamıştır. Yazı yazan ve not tutan kişilerin çok iyi anlayacağı bir durum bu. Bir süre sonra yazı dosyanız ile defter veya bilgisayarda bir dosya olsun bir bağ kuruluyor kesinlikle. Verilen emek ile doğru orantılı sanırım.
Kitabın akışı içerisinde sayfa kenarlarında verilen alıntılar ve kaynaklar içerisinden de bazı güzel alıntılar not ettim. En çok ilgimi çekenler (s-31,107):
“Gemicinin yaşamında, karadan uzak olmanın verdiği bir bağımsızlık vardır; insani tutkular kıyıda kalır; terk edilen dünya ile varılmak istenen dünya arasında tek aşk ve tek vatan sizi üzerinde taşıyan gemidir” (Chateaubriand Memoire-Mezar Ötesinden Anılar).
“Denizde zaman ve mekân, başka hiçbir insani deneyimde olmadığı kadar iç içedir. Sadece, seyir haritası üzerinde geminin aldığı yolun birbirini izleyen günler boyunca konumunun belirlenmesi yoluyla her gün işaretlenmesi bile zaman ve mekânı açıkça birbirine bağlar”. (Robert Foulke, The Sea Voyager Narrative).
Yolcunun sefer boyunca özellikle de Kanada göller bölgesinde farklı kılavuz kaptanlar ile seyir sırasında gözlem yapma imkânı da olmuştur. Kılavuzlu seyir sırasında köprüüstünün ne kadar geniş olursa olsun kalabalık olması sebebiyle tedirginlik yaşandığını, bu sebeple ayak altında çok dolaşmadan bir köşede seyri izlemeyi sürdürdüğünü belirten yolcunun altını çizmiş olduğum gözlemlerini de paylaşmak istiyorum:
-Bir bölümde yolcunun Kanadalı kılavuz kaptan ile hoş bir sohbetini görüyoruz. Burada kılavuz kaptan bazı gemi kaptanları ile birlikte çalışmanın zor olduğundan ve iki kişinin bir gemiyi kumanda etmesinin güçlüklerinden şu cümleler ile bahsediyor (s-161): “Bazıları senden daha ustadırlar, komutayı sen al dersin almazlar; bazıları ise bilir bilmez her şeye karışırlar. Bu adamı anlamıyorum (IRMA’nın kaptanını kastediyor). Hep tedirginlik içinde; kılavuzu sanki zararlı biri gibi görme eğiliminde. Herkes onun aleyhinde çalışıyormuş gibi bir duygu içinde”.
-Bir bölümde yolcunun gemi kaptanı ile yapmış oldukları sohbette ilgi çekici. Burada gemi kaptanı uzun kılavuzlu sahada sürekli kılavuz kaptan değiştirmesini yolculuk sırasında at değiştiren eski bir zaman yolcusuna benzetiyor ve kılavuz kaptanın hangi hendekten nasıl atlanacağını, bir engelin çevresinden nasıl dolaşılacağını veya derenin hangi sığlığından karşıya geçileceğini gösterdiğini, tüm sorumluluğun kendisinde olduğunu ve hukuki sorumluluğunun kılavuz almak ile ortadan kalkmadığını belirtiyor.
-Göller bölgesinde havuza giriş manevralarında kılavuz kaptan ve köprüüstü ekibi arasında geçen manevra komutlarının yolcu tarafından özenli bir şekilde kayıt edildiği görülüyor. Burada dikkatimi çeken nokta dümen komutlarında 10 derece ve 12 derece kumandalarının verilmesi. Göller bölgesinde daha önce hiç çalışmadım fakat 12 derece komutu bana garip geldi. Çünkü manevralarda dümen kumandaları genellikle 5 derecenin katları şeklinde kullanılmaktadır. Sanırım bu o anda manevrayı yapan pilotun tarzına özgü bir şeydi.
-Yolcu yükleme limanı kalkışında kılavuz kaptanın pilot çarmıhı ile gemiyi terk ettiğini, Kanada ve Amerika da ise borda iskelesinin indirilerek kılavuz kaptan transferinin yapıldığı belirtiyor. Yolcu bunun Kuzey Amerika’ya özel bir güvenlik önlemi olduğunu düşünse de asıl kural gemi freeboard mesafesinin (su seviyesinden gemi güverte seviyesine olan dikey mesafe) 9 metrenin altında olması durumunda sadece pilot çarmıhı, 9 metrenin üzerindeki durumlarda ise pilot çarmıhı ve borda iskelesi kombine bir şekilde donatılarak transfer operasyonunun gerçekleştirmesi şeklindedir.
Prof. Dr. Ömer Bozkurt (www.omerbozkurt.com)
Kitabı okurken yazarın kim olduğu hakkında oluşan derin merakımı kitabı bitirinceye kadar erteledim. Giriş sayfasında yer alan biyografi de yazar hakkında çok detaylı ipucu vermiyor. Okuma sırasında yazar hakkında edindiğim izlenim ise not defteri ve fotoğraf makinesini yanından ayırmayan, Mozart ve Bach dinleyen klasik müzik hayranı olmasıdır. Ayrıca yazarın alçak gönüllü ve mütevazi bir karaktere sahip olduğu yönünde bir düşünceye de kapıldım. Çünkü yazarın profesör olduğunu ancak kitabın 77.sayfasında IRMA’nın kaptanı ile yaptığı sohbette anlayabiliyoruz. Kitap içerisinde yolculuk boyunca çekmiş olduğu fotoğrafları paylaşan yazarın kendisine ait tek fotoğrafının 196. sayfada, yani kitabın son bölümünde yer alıyor olması da ayrıca merakımı arttırdı. Okuma sonrasında yazarın kişisel web sitesini (omerbozkurt.com) ziyaret ettiğimde yazarın denizcilik sevdasını, coğrafya ve gezintiye merakını tekrardan fark ettim.
Mustafa Sökükcü
Kılavuz Kaptan
[email protected]