"Türkçemizde yaklaşık 78 bin ana kelime mevcut. Ancak çoğumuz bilimsel araştırmalara göre günlük yaşamımızda yaklaşık 400 kelime civarında kullanarak günlerimizi geçiriyoruz.
Matematiksel olarak oranladığımız zaman gerçekten inanılmaz küçük bir dağarcıkta hapsedilmişiz gibi his yarattığını düşündürmüyor mu?
Peki ama neden bir şekilde çoğumuz kendisini hapsettiği bu sığ kelime havuzu ile yetinmeyi tercih ediyor? Veya neden her konuda daha fazlasını istemeyi seven insan kendisini ifade etmek için bu kadar sığ kalmayı tercih ediyor?
Bu konuya insana rasyoneldir diyenler tarafından bakarsak yanılabiliriz. insan rasyoneldir teorisine ilk itirazı 19. Yüzyılın sonlarında Fransız Aydın ve yazar Henri Poincare yapmış ve demiş ki “insanların koyun gibi davranma eğilimleri gözardı ediliyor, oysa ki insanlar birçok durumda koyun gibi birlikte hareket eder ve bu toplu hareketler çoğunlukla irrasyonel tavırlar getirir.”
Gerçekten de insanlar korktuklarında veya kendileri için öngörülebilir olmayan kuşku yaratan durumlarda rasyonel düşünce ile değil çoğunlukla kalabalıkların hareketine uyacak şekilde hareket etmezler mi?
Bu gibi örnekleri çoğulcu sığlığının topluluk alışkanlığına dönüşmesi olarak nitelendirirsek ve bundan dolayı rasyonel olarak detaylandırmadan, basit, sade ve geniş anlamlı kelimeleri tercih ettiğimizi sonucuna varabilir miyiz?
Ve aslında çok engin ve geniş bir bilincimiz olduğu gerçeğine karşın onun içerisini doldurmak bize yorucu mu geliyor veya sığ ve basit bize dayatılan mıdır ? Tartışmaya değer; Eflatun’un eğitim felsefesini çok seviyorum. Konferans, sunum, ezbere dayalı anlatım, şeklinde eğitimi tamamen reddetmiş ve onun yerine karşılıklı fikir alışverişi ve tartışma biçiminin bilginin kalıcı bilincimizde kaldığını savunmuş.
Kesinlikle çok mantıklı değil mi?
Kafamızın içini yoklayalım neler var orada? Neleri kolay kolay unutmuyoruz? Hangi gördüklerimiz veya duyduklarımız veya okuduklarımız bizi etkiliyor? Nasıl unutuyoruz veya unutmuyoruz?
2018 yılı yaz aylarında "Global Mali Kriz Geliyor" başlıklı bir yazı kaleme almıştım
Yazımın içerisinde aslında bugün yaşadıklarımızın neden yaşanacığına değinmeye çalışmıştım, neoliberalizm ve monetarizmin hırsları uğruna devam ettirdiği ekonomik yanlışları kurtarmak üzere gördüğü tek çözüm yolu büyük borçlanmadan ve adaletsiz gelir dağıtılmasının ortaya çıkardığı sürdürülemez gelir adaletsizliğinden bahsetmiştim.
Kaç kişi okudu diye sordum geçenler de 14.143 kişi okumuş dediler, acaba yazının sonuna kadar kaç kişi okudu veya yazıyı okuduktan sonra neleri sorgulamaya başladı veya gelecek planlarını, kişisel önlemlerini bu öngörüleri değerlendirerek almaya çalıştı bilemiyorum ama şu an bu yazıyı okuyorsanız, son 6-7 ayda yazının başında bahsettiğimiz sığ lügatımıza zorunlu bir genişleme ile 4 büyük kelime eklendiğini kabül ediyorsunuz demektir.
Nedir bu kelimeler?
“Virüs, Pandemi, Covid19, Korona”
Hepbirlikte ağırlığı neredeyse 0 sayılacak kadar küçük bir mikro organizmanın yarattığı bu sözcüklerinin bahanesi ile şu an 2018 senesinde ana nedenlerini belirttiğim ekonomik yanlışların da büyüttüğü büyük bir global mali krizin içerisinde olduğumuzu kabül etmeliyiz.
Bütün Dünya demişken;
24 Aralık 1968’ de Apollo 8 uzay mekiği ile uydumuz ayın etrafını dolaşan ilk insanlardan olan Astranot William Anders “Dünya’nın Doğuşu” ismi verilen bu ikonik fotoğraf sonrası yorumu çok çok değerli bence;
William Ander demiş ki; “Evren de bir rengi olan tek şey Dünya’ydı. Dünya çok yalnızdı evren zifiri karanlık. Sanırım bize şu düşünceyi aşıladı: “Elimizdeki bu mavi miskete bakmak için elimizden geleni yapmalıyız.”
Kapitalizmin yükselişi aslında insanlığın özündeki çalışkanlığı ve rasyonelliğinin bir ürünü. Eğer doğru, dürüst, adaletli ve rekabetçi bir serbest piyasa ekonomisi yaratabilseydik belki herşey çok farklı ve hepimiz için daha adaletli erişilebilir olacaktı ancak yaratamadık.
İnsanlığın nasıl gelişebildiği teorisinde Adam Smit 1776 da yazdığı kısa adı ile “Wealth of Nations/Ulusların Zenginliği” kitabında ilk olarak değinmiş.
Büyük milat sayılması gereken 1. sanayi devrimi ile başlayan seri üretim ve buna bağlı gelişen daha fazla tüketim anlayışı ile tanışan Dünya , 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl başı büyük bir değişime de girmeye başlamış.
Tabi ki bu tür ani değişimler ile tetiklenen devrimlere adapte olmakta zorlanan hatta ayak uyduramayan, geleneksel yapıyı koruma içgüdülü homo sapiensin tüm yaşamsal bakışını ve algılarını alt üst etmiş.
Yaradılış sonucu oto kontrol konusunda egolarının gölgesinde yaşama zaafiyetine sahip insan için gelişen teknolojinin ilk sonucu Dünya yı saran bir savaş ile sonuçlanmış.
ilk yanlışlarını yapmasına neden olan uygulamalardaki eksiklikler ve yanlışlıklar da bozuk bir meyve vermiş ve 1929 senesi ekonomik buhranı ile sonuçlanmış.
Sonrasında gelişen 2. Dünya Savaşı aslında ekonomik refahın toplulukların idaresinde nasıl bi rol alabileceğininde bizzat göstergesi niteliğinde.
Krallıklar ve Padişahlıkların Monarşisinden Egemenliğin kayıtsız şartsız milletlere geçtiği Cumhuriyet rejimlerine de geçmeye çalışan Homo Sapiens çok zorlanmış.
Anadan veya babadan miras kalmayan artık bireylerin seçimi ile gelebilen bir liderlik mekanizması kendisine siyaseti ile alan açmaya başlamış ve toplulukları yönetme biçimini onları en kolay yolda etkileme olarak belirlemiş.
Bu biçim Homo Sapiens’in tembelliğinden mi ileri gelir yoksa egemenliği henüz sindirememiş insanın içsel sığlığından mı tartışmak doğru olacaktır ancak en kolay etkileme yeteneklerinden Popülizm siyaseti ve milliyetçilik 1929 Buhranı sonrası çok yanlış liderler çıkarmış.
İnanılmaz trajediler ve kötülükler ile geçen seneler milyonlarca insana mezar açmış ve uydumuz olan siyah beyaz aydan o kadar güzel gözüken mavi misketin her yerini kırmızıya boyamış.
Bu kötü zamanların sonunda kibirlerine yenilen gerçekten kötü liderler elenmiş ve hayat görüşü ve bakışaçısı farklı olsada halklarını düşünen ve bu uğurda fikir ayrılıklarına bakmadan milletleri birleştiren liderler kazanmış.
Arada John Maynard Keynes 1944 senesi bu hatalara karşı çözümler sunduğu teorisi halen günümüze kadar bir kısım doğru gibi kabül ediliyor.
Aradan 60-70 sene geçmesine rağmen egemenlik milletlerin elindedir gibi güzel sözler Dünyadaki Demokrasileri tam besleyemediği gerçeği ile tekrar yüzleşiyoruz.
Hırs, güç , para üçgeni içerisinde kibirli, bencil ve otokrat liderlerin kucağında MAVİ MİSKETİN geleceğine yön arıyoruz.
Eğer geçmişten ders almak istiyorsak bu tür liderlere verilen desteğin sadece kavga, savaş , kan ve acı ile sonuçlandığı gerçeğini tekrar tekrar hatırlamak ve çevremize hatırlatmak zorundayız.
Mavi Misketimizde yaşayan bütün toplumları kapsayacak yeni bir Dünya hikayesi yazılmasına çok ihtiyaç var ve bu hikayeyi ancak Dünya da yaşayan tüm insanları düşünebilecek Demokrat , Özgürlükçü , Adaletli , Çağdaş ve Dürüst liderler çıkartabilirsek ve seçebilirsek BAŞARABİLİRİZ...
Okuduğunuz bu yazı artık geçmişte kaldı geleceği yazmak ise sizin elinizde…
Kapt. Ali Burçin Eke
Sevgi ile kalın
Saygılarımla