Adalarda ikamet eden insanların en büyük telaşlarından biri dar zamanlara sıkışmış vapur saatleridir. Hele bir yere yetişmek için özel bir çaba harcıyorsanız mutlaka geciken ya da manevrası zahmetli bir vapura rastlarsınız...

Bu sabah benzer bir telaş içerisinde iskeleye doğru koştururken Büyükada’dan nazlı nazlı salınarak gelen vapuru gördüğünde adalı kız tam anlamıyla bunları hissediyordu. Ama tuhaftır ki eski ve küçük vapurlardan biri olmasına rağmen gelen vapur oldukça dakikti? Alışılanın aksine ustaca bir manevrayla çarçabuk iskeleye yanaşmayı da başarmıştı…

“Anlaşılan bugün işler yolunda gidecek!” diye geçirdi içinden… Bu sırada, hoparlörlerden yükselen tiz bir kadın sesi son uyarılarını yapıyordu.

“Yanaşmakta olan vapur, Adalar – Kadıköy - Eminönü seferini yapacaktır!”

Adalı kız adımlarını sıklaştırarak turnikeden geçti ve anons sona ermeden sürme iskeleden içeri girmeyi başardı. Vapurun en güzel yeri olduğunu düşündüğü kıç üstü, serin poyraz rüzgârından ötürü bomboştu. Sadece sancak tarafta, rüzgaraltı olan tek noktaya oturmuş bir adam vardı ki o da gazetesine gömülmüş, sessizliğin tadını çıkarıyordu… Üşümeden yolculuk edebileceği tek yer olan bu bankın diğer ucuna oturdu ve dosyasını bir kez daha kontrol etti. Evden çıkmadan önce iyice kontrol etmişti ama bir kez daha bakmakta da bir sakınca yoktu? Ne de olsa bugün büyük gündü ve geçen hafta randevu aldığı şirkete staj başvurusu için görüşmeye gidecekti. İlk teması geçen hafta telefonla kurmuş ve oldukça acelesi olan bir sesle görüşmüştü... Biraz hızlı bir konuşma olmuştu ama salı günü gelmesini ve gelmeden bir, bir buçuk saat önce telefonla haber vermesini istemişlerdi. Dosyayı yeniden gözden geçirdi…

Staj evrakları… Liman cüzdanı, pasaport, sağlık belgesi ve aşı kâğıdı!

Başvuru için her şey tamam! Şimdi arasam mı acaba?

Yine de biraz daha beklemeye karar verdi… Burgaz’ı dönerken telefonun çekmediği o kör noktaya denk gelmek böyle bir görüşme için göze alabileceği bir risk değildi?

“Biraz daha bekleyeyim, Kınalı’dan kalkarken ararım. Evet, evet böylesi çok daha iyi”

Sabırsız bir 35 dakikadan ve öksürükle temizlenmiş birkaç ses denemesinin ardından vapur nihayet Kınalıada’dan kalkmıştı. Kartvizitteki numarayı çevirerek operatörle görüştü.

“Merhaba, personel müdürü ile görüşecektim. Bugün için randevum vardı ve gelmeden önce arayıp haber vermem söylenmişti.”

Cızırtılı telesekreter melodisinin ardından hattın diğer ucunda tok bir erkek sesi belirdi.

“Efendim?”

Bu ses bir önceki aceleci ses değildi? Adalı kız heyecanını belli etmemeye çalışan bir tonda,

“Merhaba” dedi. “Perşembe günü görüşmüştük, staj başvurusu için salı günü gelmem ve gelmeden önce telefon açmam istenmişti.”

“Anlıyorum” dedi karşıdaki ses… “İsminiz neydi?”

“İsmim İlayda” diye yanıtladı kız.

Küçük bir sessizlik oldu. Tok sesin sahibi biraz şaşırmış gibiydi?

“Yalnız?.. Biz bayan çalıştırmıyoruz. Siz daha önce kiminle görüşmüştünüz?”

Aceleci sesin adını sormak hiç aklına gelmemişti? Ve anlaşılan kendisi de biraz aceleye getirilmişti? Sesinin titremesini bastırmaya çalışarak,

“İsmini bilmiyorum, ancak bana bugün için randevu vermişti.” dedi adalı kız.

Tok ses, oldukça meşgul görünüyordu.

“Bir yanlışlık olmuş olmalı; herhalde görüştüğünüz arkadaş sesinizi alamamış? Biz bayan personel çalıştırmıyoruz.”

Böyle bir konuşmaya hiç hazırlıklı değildi...

“Yani şimdi gelmeme gerek yok mu?”

“Hayır, gerek yok” dedi tok sesin sahibi.

“Ama benim notlarım çok yüksek, tüm belgelerim tam ve İngilizcem de çok iyi! Belki gelsem…”

“Maalesef hanımefendi, şirket prosedürü, bayan personel çalıştırmıyoruz. İyi günler.”

Dıt… Dıııt… Dıııııt…

Telefon düdüğü hiç bu kadar yankılı olmamıştı… “Lanet olsun!” diyerek telefonu oturduğu bankın üzerine bıraktı. Ve hızlı hızlı solurken birden yumuşacık bir ses işitti!

“Biraz çabuk pes ediyorsun…”

Başını sesin geldiği yöne çevirdiğinde yolculuğun başından beri gazetesine gömülmüş olan kır saçlı adamın gözlüklerinin üzerinden kendisine baktığını fark etti.

“Bu, bu ay içinde yaptığım ve aynı cevabı aldığım dördüncü görüşmeydi! Nasıl böyle söylersiniz?”

Kır saçlı adam pos bıyıklarının altına saklanmış ince bir tebessümle kıza baktı,

“Denizciler inatçı insanlardır ve ‘dört’, yelkenleri suya indirmek için oldukça küçük bir sayı bence?”

“Evet ama… Bir saniye! Denizci olduğumu nereden bildiniz?”

Yaşlı adam bir kahkaha patlatarak gazetesini katladı ve dizlerinin üzerine koydu.

“Müneccim olmaya gerek yok ki? Bindiğinden beri dosyanı didikliyorsun, liman cüzdanını, sağlık yoklamanı ve aşı kâğıdını görmek pek de zor değil…”

Kır saçlı adam talihsiz telefon konuşmasından çok daha fazlasına tanık olmuştu demek… Adalı kız mahcup bir ifadeyle dosyasına baktı ve kapağını kapatarak yanına koydu.

Sesin sahibi ise oldukça babacan biriydi,

“Utanmana gerek yok, hem sen pes eder, vazgeçersen senden sonrakilerin bu sektörde hiçbir şansı kalmaz, inat edip var olmaya devam edeceksin ki senden sonrakilere yol gösterebilesin!

Hem biliyor musun, kısa bir zaman öncesine kadar bir kadının zabit olarak gemiye çıkması bile çok zordu."

Adalı kız, kır saçlı adamın sözlerinden etkilenmişti… Karşısında oturan pos bıyıklı bu kibar insan sektörün oldukça içinden biri gibiydi? Aslında gözlerinin içine baktığında bir yerlerden tanıyormuş hissine kapılıyordu. Merakına yenilerek,

“Siz de denizci misiniz?” diye sordu. Kır saçlı adam gözlüğünü düzelterek gülümsedi,

“Aslında ben hem denizci hem de bir hukukçuyum.” Bu cümleyle birlikte adalı kızın gözleri fal taşı gibi açılıverdi. Ve başından beri bir yerlerden tanıdık gelen bu yüzü nereden hatırladığını fark etti! Onu daha önce de görmüştü; hem de Gemilerde Yük İşleri ve İşlemleri kitabının arka kapağında!

“Aman Tanrım! Siz! Siz Gündüz Aybay’sınız! Fakat! Bu nasıl olabilir? Siz…”

Gündüz Kaptan usulca gülümseyerek,

“Bu küçük ayrıntılara takılma.” dedi. “Kitaplarımı okuyorsun; bu da hayatta olmanın bir başka şekli değil mi?”

Adalı kız mutlu bir tebessümle Gündüz Kaptan’a bakıyordu.

“Haklısınız… Ben... Ben, sadece biraz şaşırdım! Yani… Okulda birçok kitabınızı okudum, hocalarımdan size dair birçok hatıra dinledim! Hatta geçen sene sizle ilgili bir ödev bile hazırlamıştım!"

Gündüz Kaptan’ın yüzünde sevgi dolu bir ifade belirdi o an,

“Başarılı bir talebe olduğundan eminim, çok çalış ve heyecanını asla kaybetme, olur mu?”

Adalı kız, kendisi gibi r harfleriyle başı dertte olan Gündüz Kaptan’ın yumuşacık sesini ilk kez duyuyordu. Mahcup bir ifadeyle başını sallayarak gülümsedi.

Gündüz Kaptan ise karşısında oturan bu genç denizcinin umutla parlayan gözlerine bakmaktan son derece mutluydu. Karamsarlık oldukça geride kalmıştı ve söylenecek başka bir söze gerek yoktu artık. Bir elini adalı kızın omzuna koyarak en babacan tavrıyla,

“Hadi bakalım!” dedi. “Kantinden birer fincan çay al da yolculuk bitmeden şu manzaranın tadını çıkaralım.”

“Hemen!” dedi adalı kız ve koşarcasına kantinden iki fincan çay aldı. Yeniden kıçüstüne geçmek için kaportayı araladığında ise sancak taraftaki boş bankın üzerinde katlanmış bir gazete dışında hicbirsey bulamadı? Vapur Kadıköy'e yaklaşıyordu... Adalı kız elindeki çaylarla şaşkınlık içerisinde etrafına bakarken iskeleden yükselen tok bir anons sesi duyuldu.

“İskelemize yanaşmakta olan Kaptan Gündüz Aybay vapuru hemen hareketle Eminönü seferini yapacaktır! İskele dahilinde Eminönü yolcusu kalmasın lütfen!”

Adalı kız gülümseyerek gazetenin yanına oturdu. Ve bu küçük sırrı kendine saklayarak bir ömür denizlerde hep var olmaya yemin etti...