Anavatan, Yavru Vatan ve Mavi Vatan Bir Bütündür, Ayrılamaz
Akdeniz, okyanusların ve denizlerin yüzde 1’lik payıyla mavi gezegenin en küçük deniz alanıdır. Bununla birlikte, dünya deniz taşımacılığının neredeyse yüzde 30’unun yanı sıra dünya deniz üzeri petrol taşımacılığının yüzde 20’sini kontrol ediyor. Kıbrıs’ın, 19. yüzyıl sonunda Süveyş Kanalı üzerinden Yeni Hindistan rotasının açılmasıyla jeopolitik değeri arttı. Bu değeri 20. Yüzyıl ortasında İsrail’in kuruluşu daha da yükseltti. 21. Yüzyıl başında Doğu Akdeniz’de deniz dibinde zengin hidrokarbon kaynaklarının bulunması bu değeri katladı.
Akdeniz’de Güç Mücadelesi
Bugün İsrail’in stratejik güvenliği; Çin (Bir Kuşak Bir Yol), İran ve Rusya’yı güneyden kuşatacak Sözde Kürdistan’ın kurulma gayretleri; bölgesel güç haline gelen ve Atlantik sistemden kopmaya çalışan Türkiye’nin dizginlenmesi; Doğu Akdeniz deniz dibi kaynaklarının emperyal irade çerçevesinde Türk Mavi Vatanından pay çalarak sömürülmesi gibi hedeflere erişim stratejilerinde AB, ABD ve bu bloğu güçlü görerek peşine takılan Filistin dahil neredeyse tüm sahildarlar için en kritik coğrafya şüphesiz Kıbrıs’tır. Devam etmekte olan Suriye krizi Kıbrıs adasının önemini daha da artırmıştır. Bölgeye yönelik hegemonik dış müdahaleler, Türkiye ve KKTC için elverişsiz jeopolitik koşullar yaratmaya ve Doğu Akdeniz’i Avrasya genelinde istikrarsızlığın ağırlık merkezlerinden birine dönüştürmeye devam etmektedir.
Türkiye’nin 21. Yüzyıl Geleceği Akdeniz’dedir
Bugün Türkiye’nin Akdeniz’deki jeopolitik geleceği, birbiriyle ilişkili üç boyutlu güvenlik tehdidi ile karşı karşıyadır. İlki Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarımızın gasp edilmesidir. Mavi Vatanı ilgilendirmektedir. İkincisi denize serbest çıkışı olan bağımsız sözde bir Kürdistan’ın kurulma gayretleridir. Anavatanı ilgilendirmektedir. Üçüncüsü KKTC’nin yani yavru vatanımızın geleceğidir. Hem anavatanı hem Mavi Vatanı ilgilendirmektedir. Bu üç sorun alanı da iç içedir. Birbirinden ayırmak mümkün değildir. Birinci sorun alanı Seville Üniversitesi’nin 2000’li yılların başında yayınladığı gasp haritası ile başlamıştır. Bu sözde harita, 2004’de Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adeta deniz haydutluğu ile eş değerde ilan ettiği tek taraflı Münhasır Ekonomik Bölge sınırlarına altyapı temin etmiştir. Bu harita bugün ABD dahil tüm NATO müttefiklerimiz tarafından tanınmaktadır. Yani mavi vatanımızın bir parçasının NATO üyesi olmayan bir ülke tarafından gasp edilmiş olmasına NATO onay vermektedir. Onaydan öte Fransa, İngiltere ve İtalya devlet makamları Türkiye’yi bu alanı tanımaya ve uluslararası hukuka saygıya davet etmekte, bu kapsamda GKRY ve Yunanistan ev sahipliğinde yapılan tatbikatlarda Türkiye karşıtı düşmanca senaryoları fütursuzca uygulamaktadırlar. İkinci sorun yani Akdeniz çıkışlı sözde Kürdistan hedefidir. Bu hedef zaten Sykes-Picot’dan bu yana 100 yıldır devam etmektedir. O dönem İngiltere ve Fransa iradesi vardı. Bugün onlara ABD ve İsrail iradeleri eklendi. Türkiye’ye rağmen böyle bir hedefe erişim kolay değil. Ancak mücadelemiz uzun ve zorludur. Diğer taraftan üçüncü sorun alanı olan, KKTC’nin geleceği, ilk iki sorun alanında en önemli kuvvet çarpanı olarak, oyun değiştirici etki yaratmaya devam edecektir. Zira Kuzey Kıbrıs’ın özellikle Karpas yarımadasının varlığı Türkiye’ye deniz boyutu ile eşsiz stratejik avantajlar sunuyor.
Federal Çözüm Dönemi Kapanmıştır
KKTC’nin siyasi ve jeopolitik varlığı Türkiye’nin ikili, üçlü, ve çoklu değişik bloklarla (Yunan-GKRY-İsrail-Mısır-AB- ABD) güneyden çevrelendiği bugünkü konjonktürde hayatidir. O nedenle Kıbrıs sorununun federatif çözümü gibi 44 yıldır devam eden müzakere süreçleri artık Türk Anavatanı ve Mavi Vatanının 21. yüzyıl savunma ve güvenliği için bir risk değil, tehdit içeriyor. Bu süreçte ısrar etmenin bir anlamı kalmamıştır. Belki bu süreç KKTC’deki bir avuç Türk-Rum dostluğuna safça inanan ve onlarla patron-hizmetkar ilişkisi içinde yaşamaya razı olanlar için anlam ifade edebilir, ancak Anadolu jeopolitiği ile 81 milyon Türk ve KKTC’nin bağımsız yurtseverleri için değil. Birleşik Kıbrıs 1963 Aralık ayında sona ermiş, 1974’de Enosis hayali ile tamamen ortadan kaldırılmış, 2004’de Güneyli Rumların AB üyeliği ile tabutuna son çivi çakılmıştır. GKRY, Afrodit sahasında gaz buluşu sonrasında aşırı silahlanma, askeri ittifaklar kurma ve Türk karşıtlığı ile bırakalım federal yapı altında bir arada yaşamayı, KKTC ve Türkiye için artık ciddi bir güvenlik sorununa dönüşmüştür. Diğer taraftan emperyalizm çözüm süreci aldatmacası altında Rum tarafı ve KKTC’deki bir avuç federalist AB mahfili üzerinden tükenmek bilmeyen denemelerini sürdürmeye devam etmektedir. Asıl amaç bellidir. Adadaki Türk askeri varlığını sonlandırmak. Artık bu denemelere hayır demek ve KKTC’nin bağımsız kimliğini güçlendirmek zamanıdır. Zira başka seçenek kalmamıştır.
İkinci Sevr de Yırtılacaktır
20. yüzyılın ilk çeyreğinde, Anavatandaki Türk varlığını parçalamayı amaçlayan Sevr Antlaşması ile karşı karşıya kaldık. Şimdi 21. yüzyılın ilk çeyreğinde, Mavi Vatanımızı ve KKTC’deki Türk varlığını hedefleyen ikinci Sevr’le karşı karşıyayız. Bu yeni jeopolitik gerçeklik, Türkiye’nin 21. yüzyıl dış, savunma ve güvenlik politikalarını şekillendirecektir. Taviz vermeyeceğiz. Bu mücadelede KKTC’nin varlığı ve adadaki Türk birlikleri yalnızca KKTC halkına güvenlik sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda Türk ve KKTC Mavi Vatanına caydırıcılık sağladığı için vazgeçilmez önemdedir. Bu koşullar altında, KKTC ve Türk askeri varlığından vazgeçmek, Türk ve KKTC Mavi Vatanından vazgeçmek anlamına gelir. Şartlar ne olursa olsun vazgeçmeyeceğiz.
Türkiye, Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra silah ambargosu, ekonomik kriz ve Ermeni terörü üzerinden büyük acılar çekti. Ama vazgeçmedi. 21. Yüzyılda da vazgeçmeyeceğiz. Anavatan, Mavi Vatan ve KKTC’yi sarsılmaz bağlarla bütünleştirdiğimiz sürece biz kazanacağız.
Cem GÜRDENİZ / Nisan 2019