Kenar Kuşaktan Kalpgâh’a: Amerikan yaptırımlarının jeopolitik sonuçları

5 Nisan 1946 günü Amerikan muharebe kruvazörü USS Missouri Dolmabahçe açıklarına demirledi. Gemiyi kız kulesine asılan dev bir ‘’welcome (hoşgeldiniz)’’ posteri karşılamıştı. Güneş battığında Dolmabahçe Camii mahyasında yeni bir ‘’welcome’’ yerini almıştı. Mesaj açıktı. Sizleri hem dünyevi hem ruhani boyutlarda bağrımıza basıyoruz.

PROTESTAN KAPİTALİST AHLAK

1946 sonrasında Türkiye, Amerikan yardımı ile tanıştı. İkinci Dünya Savaşının muzaffer nükleer gücü, 20. Yüzyılın ortasında Osmanlının yıllarca merkeze koyduğu 18. ve 19. Yüzyıl hegemonu İngiltere’nin yerine geçmişti. Her ikisi de güçlerini okyanus ve denizlere hakimiyetten alıyordu. Her ikisi de Protestan Kapitalist ahlak ve pratik ile emperyalist teori ve geleneğe sahipti. Anadolu ve çevre coğrafyasını önce Rusya ve daha sonra SSCB’ye karşı koruma bahanesi ile davet edilmişlerdi. Sanayi devrimlerini ve aydınlanmayı kaçıran, din taassubunun karanlık sarmalında kaybolan Osmanlı İmparatorluğu savunmasının aklı ve ruhunu bile yabancılara devretmişti. Osmanlının gerileme ve çöküş döneminin askeri tarihinde, nereye baksak hegemonların temsilcisi yabancı müşavir paşaların hatıratları ile karşılaşırız. Fransız, Alman, Amerikan ve büyük çoğunluk İngiliz müşavirler kendi ulus devletlerinin yüksek çıkarları için her türlü maskeyi takmayı meslek edinmişlerdi. Tek amaçları vardı: Osmanlıyı zayıflatmak.

MANDACI İŞBİRLİKÇİLER DÖNEMİ

1946’dan 15 Temmuz 2016 yani FETÖ darbe girişimine kadar 70 yıl müşavir paşalar yerine, ABD ve NATO’nun askeri ve sivil bürokrasisi ile yerli müesses medya ve akademi dünyası bu görevi yaptı. Ülkemizde neredeyse beyinlerinin yıkandığı ve esir alındığı 3 ayrı kuşak emperyalizmin emrine binlerce hizmetkar sundu. Hepsi birer müşavir paşaydı.

ÖNCE ASKERLER BÜYÜLENDİ

Tarih, geleceği tahmin edebilmek ve bugünü değerlendirebilmek için en etkin araçtır. Mensubu olduğum donanmadan örnek vereyim. Amerikan askeri yardımının yani savaş gemisi hibelerinin donanmada üst seviyede çok olumlu karşılandığını (E) Amiral Afif Büyüktuğrul’un hatıratında (Cumhuriyet Donanmasının Kuruluşu Sırasında 60 Yıl Hizmet) 2 Temmuz 1947 tarihli girdinin şu satırlarından anlıyoruz: “Donanma Komutanında da Kurmay Başkanında da görülmemiş bir neşe var, Donanma büyüyecek diye çok seviniyorlar. Ben ise farklı düşünüyordum. Bu materyalin Donanmaya girmesi, bizi gelecekte ABD’nin pahalı pazarlarına müşteri edecek. Elimiz kolumuz Amerika’ya bağlı kalacak. En tehlikeli şekil, memleketimizdeki Amerikalı personel giderek artırılırsa İkinci Dünya Savaşında, Almanların İtalyanlara yaptığı gibi Amerikan hükümranlığı ve politikasına gireceğiz…”

ZAYIFLAR BUGÜNÜ YAŞAR

Ortalama insanlar bugünü düşünür ve yaşar. Yarın ve uzak gelecek birikim ve tecrübe gerektirir. Barışa ve refaha alışan toplumlarla, cahil bırakılan ve sorgulamayan toplumlar eğer nitelikli ve liyakatli yönetici ve akademik çevrelere sahip değillerse, doğru rota çizemezler. Onların yerine hegemonya çizer. Atatürk bu tehdidi Kurtuluşun başında görmüştü. 1919 Yazında Mazhar Müfit'e manda isteyenler hakkında şunları söylemişti: "Ahmaklar, memleketi Amerikan mandasına, İngiliz himayesine terk etmekle kurtulacak sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar!"

HATALAR ZİNCİRİ

Burada anahtar cümle tarih boyunca devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda etmektir. Anadolu, maalesef onun kaybından sonra yarını düşleyen ve görebilen liderler değil, bugünü yaşayan liderler çıkardı. Bedelini ağır ödedik. Ödemeye devam ediyoruz.  1939 yılında İngiltere ve Fransa ile üçlü bağlantı anlaşması ve aynı yıl ABD’ye ticari imtiyazlar veren bir anlaşma imzalayarak bağımsızlık kapımızın kilidini söktük. Artık kapı aralıktı. 23 Şubat 1945 tarihinde harbi kazanacağı kesinleşince ABD ve Türkiye arasında karşılıklı yardım anlaşması imzalandı. Anlaşmanın koruyucu hükümlerinin ikinci maddesinde Türk hükümetine sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, kolaylıkları ya da bilgileri ABD’ye temin edecektir maddesi yer alıyordu. Çok değil iki yıl sonra imzalanacak Marshall yardım planı sonrasında Türk İstihbarat Teşkilatı MAH ile CIA ortak çalışmaya başlayacaktı. Mahremimizi ele açmıştık. 27 Şubat 1946 günü imzalanan kredi anlaşmasıyla ABD’nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmeyeceği savaş artığı malzemenin bir kısmı Türkiye’ye satıldı. Bunun için Türkiye’ye 10 milyon dolar borç verildi. Milli savunma sanayiimizin ölüm fermanını imzalamıştık. Artık ABD’nin savaş artığı modern tank, silah, uçak ve savaş gemilerinin ülkemize transfer sürecinin yolu açılmıştı.  Bu anlaşmanın geleceği zaten bir ay önceden belliydi. ABD ve Türkiye’deki Atlantikçi elitin abartıları ile olduğundan büyük gösterilen Sovyet notaları Türkiye’yi batının kucağına itmiş ve ABD Başkanı Harry Truman, Ocak 1946 ‘da yaptığı bir konuşmada “Sovyetlerin Boğazları ele geçirmek istediğine artık şüphem kalmadı. Eğer bu gidişe demirden bir yumruk uzatıp dur demezsek, yeni bir savaş çıkacaktır” demişti. Bir yıl sonra Truman, 12 Mart 1947 tarihli konuşması ile Truman Doktrinini ilan etti. Konuşmasında şunu söyledi: ‘’Türkiye bizim desteğimize ihtiyaç duymaktadır. Savaştan beri Türkiye ulusal bütünlüğünün sağlanması için gerekli olan modernizasyonu gerçekleştirmek için ABD ve İngiltere’den ek yardım istemiştir. Bu bütünlük Ortadoğu ‘da düzenin korunması için geçerlidir.’’

KENAR KUŞAKLA TANIŞIYORUZ

SSCB’yi Avrasya’daki kalpgâhına sıkıştıracak ve çevreleyecek kenar kuşak ve George Kennan’ın çevreleme doktrini ile Ortadoğu’da -bir önceki Başkan Roosevelt’in aksine- Başkan Truman’ın kurulmasına destek verdiği İsrail’in kuruluşuna Türkiye’nin gerek coğrafyası gerekse nüfusu ile sağlayacağı jeopolitik katkı artık emperyalizm emrine sunulmuştu. Nitekim 29 Kasım 1947 günü BM, İsrail’in Filistin topraklarında devlet kurmasını onayladı. 1 yıl sonra 14 Mayıs 1948’de bağımsız İsrail devleti ilan edildi.

ABD ARTIK İÇİMİZDE

12 Temmuz 1947’de Truman Doktrininin askeri yardım anlaşması imzalandı. 1964 yazında Johnson mektubuna gerekçe teşkil eden ikinci maddesi şöyleydi: ‘’Türkiye, yapılacak yardımı tahsil etmiş bulunduğu amaç doğrultusunda kullanabilecektir.’’ İkili anlaşmanın imzalandığı gün Cumhurbaşkanı İnönü yayınladığı mesajda şunları yazmıştı: ‘’Büyük Amerika Cumhuriyeti’nin memleketimiz ve milletimiz hakkında beslemekte olduğu yakın dostluk duygularının yeni bir örneğini teşkil eden bu sevinçli olayı her Türk candan alkışlamaktadır. Bu yardımı yapan birleşik Amerika’nın dünya barışının devamı ve güçlendirmesi uğruna kendisine düşen büyük rolü tamamıyla benimsediğini gösteren parlak ümitlerle dolu bir işarettir.’’  

DURAKSATILAN SANAYİLEŞME VE KÜÇÜK AMERİKA

Truman doktrininin yıkılan Avrupa’yı ayağa kaldırmak için tasarladığı ekonomik yardım paketi de Marshall Planıyla geldi. Türkiye bu plana büyük savaşa girmediği halde kendini dahil ettirdi. Truman Doktrini ve Marshall Planı savaş sonrası Türkiye’nin maalesef tek varış limanıydı. Türkiye’de hükümetler ABD’ye yaranma yarışına girmişti. Türkiye Avrupa’nın tahıl deposu olma ve ağır sanayiinden vazgeçmek koşuluyla plana dahil edildi. En az yardımı aldı. Sanayileşme akamete uğradı. Kendi çözüm yollarını bulma yeteneğini kaybeden Türkiye, kurtuluşu kendinde değil artık sürekli Atlantik ufkuna bakarak arama rotasına girmişti.

RUHUNU KAYBEDEN MİLLİ EĞİTİM VE ÖĞRETİM

2 yıl sonra 1949 yılında, ABD ile akdedilen Hükümetlerarası Eğitim Komisyonu Kurulmasına Dair Anlaşma, Atatürk tarafından başlatılan milli, cumhuriyetçi, devletçi, devrimci, halkçı ve laik eğitim ve öğretim sisteminin temeline dinamit koyuyordu. Geleceğimizin çalınmasına ve Kemalizmden uzaklaşmaya kendi ellerimizle onay veriyorduki...

NATO VE TÜRKİYE

1952 yılında NATO’ya kabul edilen Türkiye, artık kaderinin Washington DC, Londra ve Paris’ten tayin edilmesini kabul ediyordu. Varlığı Kenar kuşak ve Çevreleme görevleri ile Ortadoğu’da yeni kurulan İsrail’in güvenliğine armağan edilmişti. Asker ve siyasetçi Haydar Tunçkanat ‘’İkili Anlaşmaların İç Yüzü’’ isimli kitabında şunları söylüyor: ‘’Amerikalılar Türkiye genellikle Türk düşmanı konumundaki personelini gönderir… Bunlar şirket müdürü, uzman danışman, ticaret yetkilisi, er, subay ve turist olarak Amerikan pasaportuyla gelip ikili anlaşmaların sağladığı geniş imkanlara dayanarak Türkiye’deki özel görevlerini büyük bir serbesti içinde, kimsenin müdahalesi olmadan yaparlar. Türkiye’yi karıştırmak, parçalamak için yerli işbirlikçilerle birlikte yerel örgütler kurarlar. Hükümetleri düşürdükleri bile söylenir. Türkiye’deki devrimci ve anti emperyalist Atatürkçü her hareket, komünizm ile damgalanarak, sol tehlike büyütülürken, her türlü sağ ve gerici hareketlere milliyetçi nitelik verilip örtülerek, Türkiye için asıl büyük tehlike, sinsi bir biçimde yerli ve yabancı para ve ideolojilerle beslenip kuvvetlendirilir.’’

COĞRAFYASI KULLANILAN TÜRKİYE

Kenar kuşak ve Çevreleme Stratejisi öyle güçlüdür ki, Türkiye, yansımaları bugüne kadar devam eden güçlü bir grand stratejinin altın çocuğudur. Ancak kullanıldığının farkında bile değildir. Altın çocuk, 5 Haziran 1964 tarihine kadar Amerikalı patronu ile ulusal çıkar odaklı bir kavganın içine girmeyecektir. 24 Şubat 1960 günü muhalefet partisi başkanı İnönü TBMM’de yaptığı bir konuşmada şunları söylüyordu: ‘’Amerika ile yakın temaslarla başlayan ilişkiler NATO içinde kesin şeklini almıştır. Menfaatlerimizi korumak için muhtaç olduğumuz desteği batı aleminde ve Amerika’da bulduk. O zamandan beri ülke savunmasının batı demokrasileri topluluğu içinde ortak yükümlenme ile mümkün olacağı gerçeği her vesileyle doğrulanmıştır. NATO ittifakını biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak savunmamızın ve dış politikamızın temel taşı saydığımız da bu meselelerde hassasiyet göstermemizi tabii karşılamak gerekir. Birleşik Amerika ile ilişkilerimiz özel bir önem taşımaktadır. Birleşik Amerika NATO’dan önce yardımcımız; NATO içinde müttefikimiz, CENTO içinde teşvikçimiz olmuştur.’’ Ancak işler öyle yürümüyordu. 2 ay sonra ABD casusu uçağı U 2, Türkiye’den havalandıktan sonra SSCB üzerinde düşürüldü. Uçağın hareketinden ne cumhurbaşkanı ne başbakan, kimsenin haberi yoktu. 16 Ekim ile 28 Ekim 1962 arasında yaşanan Küba Füze krizinde de Türkiye’de konuşlu Jüpiter nükleer füzeleri ABD başkentinin bir barında Robert Kennedy ve Rus Büyükelçisi arasında pazarlık konusu yapılmıştı. Türk hükümeti pazarlık sonucunu ve kamuoyumuz da bu füzelerin Anadolu topraklarındaki varlığından medya sayesinde haberdar olmuştu. Rezil bir durumdu.

ULUSAL ÇIKARLAR İLE İLK ÇATIŞMA

İnönü’nün 24 Şubat 1960 Meclis konuşmasından  tam tamına 4 yıl, 3 ay, 9 gün sonra Türkiye, Türk soydaşlarının soykırıma uğradığı Kıbrıs’a denizaşırı harekât ile müdahale edeceğini duyurdu. Üç gün sonra, 5 Haziran 1964 günü Amerikan Büyükelçisi Başkan Johnson’un mektubunu getirir. Fırsat evliliği ilk yıkıcı kavgasını başlatmıştır. Aslında bu kavganın ip uçları, aslında 16 Nisan 1964 günü ikinci adam İnönü’nün Time dergisine verdiği demeçle verilmiş idi. Şöyle demişti: ‘’Yeni şartlarla yeni bir dünya kurulur. Türkiye de bu dünyada yerini bulur.” Ancak öyle olmadı. İnönü, bu demecinden 2 ay sonra haziran ayında Başkan’dan aldığı ağır mektubu hazmetmek zorunda kaldı ve mektuptan kısa bir süre sonra da ABD’ye bağlılık ziyaretinde bulundu. Mektubun içeriğinden Türk kamuoyu ancak 1,5 yıl sonra merhum gazeteci Cüneyt Arcayürek sayesinde 13 Ocak 1966 tarihinde haberdar olabildi.

KRİZLER BİTMİYOR

1964 sonrasında ABD ile pek çok kriz yaşandı. Kıbrıs Barış Harekatı sonrası 1975-1978 arası uygulanan silah ambargosu; 1975, Afyon krizi ve kapanan 21 Amerikan üssü; 1995 G sınıfı firkateynlerin Türkiye’ye devrinin engellenmesi; 1 Mart 2003, Kuzey Irak Tezkeresinin reddine tepki; 4 Temmuz 2003 Çuval hadisesi; 2008-2014 Kumpas davalarda FETÖ desteği; 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi; 2017 S-400 krizi; 2019 ABD senatosunun sözde soykırım tasarısını kabulü; 2020, ABD Senatosunun F 35, S 400 ve Türk akımı kararları; 2020 ABD Başkanının 2020 Aralık yaptırım kararları devlet bürokrasisinin yer aldığı dönüm noktalarıdır. ABD’nin PKK, PYD, YPG’ye ‘’Kara Gücümüz’’ mantrası altında verdiği destekler; Ege ve Doğu Akdeniz’de Mavi Vatana karşı kayıtsız şartsız GKRY ve Yunanistan desteği; Karadeniz’de Montreux Dengesine karşı Romanya, Bulgaristan, Gürcistan ve Ukrayna üzerinden yapılan saldırılar; dolar üzerinden ekonomik yıkım tehditleri….

MÜTTEFİK Mİ? DÜŞMAN MI?

Bu kötülükler, müttefiklik değil, ABD’nin pek sevdiği CAATSA açılımda yer alan (Countering American Adversaries Through Sanctions Act) karşıtlık/düşmanlık (adversary) kavramları içinde açıklanabilen yaşanmışlıklardır. ABD’nin CAATSA’sı varsa Türk halkının da vicdan terazisi vardır.

KENAR KUŞAK VE KALPGÂH SEÇİMİ

ABD, kenar kuşakta Türkiye’yi tutmak ve kaybetmek arasında gidip geliyor. 1979’da İran’ı, 1990 sonrası Çin’i kenar kuşakta tamamen kaybettiler.  Bulunduğumuz siyasi  coğrafya, küresel jeopolitiği, kenar kuşak, enerji ve İsrail güvenliği veçheleri ile doğrudan ilgilendiriyor. Unutulmamalıdır ki Truman doktrini, 1947’de kenar kuşak (çevreleme) ve İsrail güvenliğinin jeopolitiği nedenleriyle Türkiye’yi Atlantik çevrimine sokmuştur. O yıllarda Türkiye demografik, ekonomik ve askeri olarak çok zayıftır. Bugün koşullar değişmiştir. ABD bu koşulların değiştiğini çok iyi görmektedir. Türkiye ne Almanya ne Fransa ne Japonya ne İtalya’dır. Bu ülkeler İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonunda ya ABD tarafından işgal edilmiş ya da kurtarılmıştır. Bizi kimse ne kurtardı ne de kurdu. Türkiye 21. yüzyılda egemen kararını verecek ve yeni rotalar çizebilecek güce ve birikime sahiptir.  FETÖ darbesi sonrası başlayan Türkiye’nin çevrelenmesi doktrininde ABD yeni bir süreci başlatmıştır. ABD adeta Türkiye’yi kalpgâha doğru itmektedir. ABD son kararı ile hegemonyanın el değiştirdiği, Washington Konsensüsünün komaya girdiği, Asya yüzyılın güçlendiği bir dönemde Türkiye’ye karar için büyük fırsat sunmuştur. Bu süreç gelecek nesiller için aydınlık bir başlangıcın işaretidir. Kenar kuşak ve etki alanından kopan Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’e her geçen gün daha çok yaklaşacaktır. Türkiye’yi Atatürk’ten uzaklaştıran kuşak ve zincirlerini kıracak koşullar oluşmuştur.

Nazım Hikmet Ran’ın yazdığı gibi:
"O duvar, o duvarınız
vız gelir bize vız!
Bizim kuvvetimizdeki hız
ne bir din adamının dumanlı vaadinden
ne de bir hülyanın gönlü yakışındandır.
O yalnız tarihin o durdurulmaz akışındandır."

Tarihin durdurulmaz akışı artık Türkiye’nin ve Türk ulusunun yanına geçmek kararlılığındadır.