Sadece Cumhuriyet tarihinin değil, Türk tarihinin unutamayacağı ve unutmaması gereken en büyük ihanet, Fethullah Gülen isimli din bezirganına CIA tarafından kurdurulan ve Türk devlet aygıtı içindeki mandacı kurum, kuruluş ve makam sahipleri tarafından desteklenmiş olan FETÖ ihanetidir.
RADYOAKTİF BİR ÖRGÜT: FETÖ
Anadolu halkı 19’uncu yüzyıl ortalarından bu yana çok acılar çekti. Çok kayıplar verdi. İşgaller ve iç savaşlar gördü. Toplu göç ve katliamlara uğradı. Ancak 1919’da başlayan büyük bir ulusal kurtuluş savaşı ve onu takip eden devrimlerle 1923’te büyük bir cumhuriyet kurdu. Cumhuriyetin en büyük özelliği geçmişin dersleri ışığında hataları tekrar ettirmemek ve halkına bir daha ne toprak, ne can, ne de onur kaybı yaşatmamaktı. Ancak olmadı. 11 Kasım 1938 sonrası başlayan ve önce 1946, sonra da NATO’ya girişimiz ile zirve yapan mandacılık ve Avrupa Atlantik hayranlığının sağladığı karşı devrim gölgesi ve göstermelik, olgunlaşmamış demokrasi iklimi içinde FETÖ ve türevleri katlanarak büyüdüler. Radyoaktif kirlenme ile tarif edilecek en zehirli ve güçlü bir konumdayken devleti Avrupa Atlantik sistem adına tamamen ele geçirmek için, dört yıl önce bugün 15 Temmuz 2016’da düğmeye bastılar. Savaş zamanı bile yaşanabilmesi zor olan bir vahşeti yaşadık. Silahlı Çatışma Hukuku -diğer adıyla harp hukuku- bile düşman ülkedeki masum sivillerin savaş zamanı öldürülmesini yasaklar. Bunlar kendi halkını öldürdü. Ne acıdır ki, halkın vergileri ile alınan uçaklar, helikopterler, tanklar ve zırhlı araçlar halkın üzerine ateş açtı. Türk askeri tarihi bu kadar karanlık bir 14 saati hiçbir zaman yaşamadı.
MEHMETÇİK KAVRAMINA İHANET
Yıllar boyunca ve özellikle kumpas davalar süresince devlet kurumlarına başta adalet ve emniyet sistemi olmak üzere büyük zarar veren FETÖ’nün alçak darbesi 15 Temmuz’da en büyük hasarı Mehmetçik kavramına ve ordu millet bağının kopartılmasına verdi. Ancak başaramadılar. Bu durumu gören CIA’nın gölge düşünce kuruluşu STRATFOR 18 Temmuz 2016’da yayınladığı bir değerlendirmede şunları yazıyordu ‘’Türk ordusu şimdi içine kapanarak darbenin zararlı sonuçları ve iktidar partisine yönelik tehdit ile uğraşacak. Ordunun toparlanması yıllar alacaktır. Ancak Türkiye bu yıllara sahip değildir. Bölgedeki istikrarsızlık her geçen gün derinleşiyor ve Türkiye’nin bu karmaşayı kontrol altına almaya ve durumunu güçlendirmeye ihtiyacı var’ diyordu. Türkiye’de bir iç savaşı başlatmayı amaçlayan darbe teşebbüsünü kullanamadığı için hayıflananlar da vardı. Güney Kıbrıs Rum Kesiminde eski Demokratik Seferberlik Partisi (DİSİ) Milletvekili Hristos Rotsas, “Türkiye’deki darbe gecesi büyük bir fırsat kaçırıldı. Esir Kıbrıs 42 yıl eli-ayağı bağlı pasif oturmasaydı, dün gece belki de Kıbrıs’ın gecesi olacaktı... Attila’ya Saldırabilirdik. Büyük fırsat kaçırdık” demişti.
DİN TEMELLİ SİYASETİN ÇIKMAZI
FETÖ darbe teşebbüsü 30 yıllık bir kanserin terminal safhasıydı. Ancak cumhuriyetin bedeni bu ölümcül safhayı şimdilik atlatmıştır. Bu süreçte dinin ortak payda olamayacağı aksine emperyalizmin kullanışlı bir aracı olarak düşmanlık ve kutuplaşmayı artıracağı FETÖ’nün İslam referanslı iktidara saldırması ile ortaya çıkmıştır. Bu safhayı milletin direnci, TSK’da kumpas davalara rağmen ayakta kalabilen vatansever Atatürkçü kadroların ihanet sürecine katılmayı reddetmesi ve hükümetin çok önceden emniyette yaptığı büyük FETÖ temizliği sayesinde atlatabildik.
EĞER DARBE BAŞARILI OLSAYDI
16 Temmuz sabahı muzaffer bir FETÖ ile uyansaydık, bugün güneydoğudan Kıbrıs’a, Irak’tan Suriye’ye, Ege’den Karadeniz’e, Lozan’dan Montrö’ye her alanda Sevr ruhunun 21’inci yüzyıl hortlağı ile karşı karşıya kalıyor olacaktık. Darbeden bir hafta sonra 25 Temmuz 2016 günü Mavi Vatan köşesindeki yazımda şu değerlendirmeyi yapmış ve önerilerde bulunmuştum: ‘’Güneydoğumuzdaki PKK terörü devam etmektedir. PKK’nın Suriye’deki kolu PYD Türkiye’nin düşmanı, ABD ve NATO’nun müttefikidir. İŞİD ile güneyimizde mücadele üzerinden Akdeniz’e erişen Kürt Koridorunun tesisi ve bağımsız Kürdistan’ın ilanı Türk jeopolitiğine büyük tehdit oluşturmaktadır. Benzer şeklide Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarımız mevcut askeri politik konjonktür paralelinde ciddi tehlike altındadır. Montrö Sözleşmesinin varlığına rağmen 8-9 Temmuz 2016 NATO zirvesi sonuç bildirgesinde Karadeniz’de NATO deniz varlığının artırılması çağrısının yapılması Karadeniz’de NATO’nun yeni macera arayışına somut delildir…Ege’de işgal altındaki Kardak benzeri ada, adacık ve kayalıklarda Yunanistan’ın devlet uygulamaları devam etmektedir...Yunanistan’ın devlet uygulamaları önümüzdeki dönemde artacaktır. Doğu Akdeniz’de bize dayatılan münhasır ekonomik bölge sınırlarında değişiklik söz konusu değildir. Kısacası Türkiye bir ateş çemberi içindedir. İçerdeki ihanet çemberi kırılmıştır. Ancak kısa sürede ordunun iç temizliği sağlanıp, eski caydırıcılığı ve harbe hazırlık sağlanmaz ise devletin karşılaşacağı jeopolitik tehditler katlanarak artacaktır. Bu durumun önüne geçmek için en kısa sürede FETÖ temizliğinin yapılarak silahlı kuvvetlerde karşılıklı güven ve saygı ortamının yeniden tesisi; planlı eğitim ve tatbikat programlarına geri dönülmesi, planlı keşif karakol seyir ve uçuşlarının başlatılması gerekmektedir. Ancak bu tedbirler kadar önemli olan planlı bakım ve onarım süreçlerinin aksatılmamasıdır.’’ Hükümet Türk halkının olağanüstü durumlarda bir araya gelme özelliği öne çıkınca bu değerlendirmede aciliyet ve hayati önem içeren alanlarda tedbirleri alabilmiş; denize çıkışı olan kukla Kürt devletçiğinin önlenmesi için gerekli Suriye ve Irak topaklarında kara harekatı başlatılmış; Mavi Vatanımızdaki hak ve çıkarlarımızı savunmaya yönelik ganbot, sismik ve sondaj diplomasileri uygulanabilmiş; Libya ile deniz sınırlandırma anlaşması akdedilebilmiş, siyasi istikrar ve toprak bütünlüğünü koruyabilmesi için askeri destek başarıyla sağlanabilmiştir. Bunların yanısıra iktidarın Kanal İstanbul ve Karadeniz’deki NATO politikası ile Suriye politikası gibi alanlarda eksik ve yanlış uygulamaları da olmuştur. Askeri hastaneler ve liselerin kapatılmasını da yanlışlar hanesine ekleyebiliriz.
MUHAREBE KAZANILDI YA HARP?
Ülkemizde bir kesim 15 Temmuz sonrasını İkinci Kurtuluş Savaşı olarak adlandırıyor. Bu kısmen doğru bir tespittir. Türkiye, 16 Temmuz 2016 sabahı yendiğimiz emperyalizm tarafından her taraftan kuşatma altına alınmaya çalışılmaktadır. Şartlar 100 yıl öncesine benziyor. O zaman da Çanakkale’de hem denizde hem karada emperyalizmi yenmiş ve savaşın bir yıl uzamasına ve dolaylı olarak Sovyet devriminin gerçekleşmesine neden olmuştuk. Ancak ait olduğumuz ittifak sistemi çökünce 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkesini kabul edip işgalin yolunu açmıştık. Bugün de benzer durum söz konusudur. 15 Temmuz 2016 gecesi muharebeyi kazanmış olabiliriz. Ancak harbi kazandık mı? Günümüz koşullarında, Yunanistan ve GKRY, batı ve Güneyden kuşatma araçları olarak görev başındalar. Türkiye, Doğu Akdeniz ve Libya’da askeri gücü sayesinde başarı elde edebilmiş ancak bu gücün elde ettiği katma değer kalıcı siyasi sonuca henüz tahvil edilememiştir. Çok taraflı, çok boyutlu dengeye dayalı dış politika, geleneksel Türk düşmanlığının da sonucu Türkiye’ye konjonktürel de olsa dost yaratamamıştır. Bugün Libya’daki UMH dışında Doğu Akdeniz stratejik cephesinde kıyıdaşlar arasında dostumuz yoktur. İtalya çıkarlarının örtüştüğü Libya’da dostluk eksenindeyken, Doğu Akdeniz deniz yetki alanları sorununda karşı cephededir. KKTC’de bile iktidarın yakın çevresindekilerle Cumhurbaşkanı Akıncı’nın kayıtsız şartsız Türkiye dostluğundan bahsedemeyiz. Bu sonuca varmada sadece emperyalist iklimin ve siyasetin rol oynadığını söylemek zordur. Özellikle Türkiye karşıtlığında ABD ve AB liderliğinde Filistin’in bile dahil olduğu 7 ayrı blok yaratılmışken, Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinde özellikle Karadeniz, Libya ve Suriye’de zig zaglar çizmesi; FETÖ lideri hala topraklarında korunup, PKK/PYD/YPG’ye askeri destek sağlanırken ve Yunanistan ile GKRY’ye her türlü Türk karşıtlığı desteği verilirken ABD’ye stratejik ortak gibi davranılmaya devam edilmesinin de rolü vardır. Hegemonyanın el değiştirdiği bir dönemi yaşıyoruz. ABD, bu karmaşık süreç içinde Rusya ve Çin’i çevreleyecek kenar kuşağı; İsrail’in güvenliğini, Akdeniz deniz dibindeki doğal gaz rezervlerinin kontrolünü bırakmak istemiyor ve offshore balancing (yerel dengeleme) ile bölge ülkelerini birbirine düşman ediyor. Bunu devam ettirecektir. Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırması başka nasıl izah edilebilir.
FETÖ SALDIRMAYA DEVAM EDİYOR
Soğuk Savaş sonrası yeni jeopolitik yöneliş arayışlarına giren Türkiye’nin önü, devlet ve halk düşmanı FETÖ tarafından düzenlenen suikastlar (Hablemitoğlu, Dink, Santoro, Yazıcıoğlu, Zirve Yayınevi) ve kumpas davalar ile (Ergenekon, Amirallere Suikast, Poyrazköy, Kafes, Kozmik Oda, OdaTv, Balyoz, Fuhuş ve Casusluk) kesilmeye çalışıldı. Bu süreç 15 Temmuz’da askeri darbe girişimi ile zirve yaptı. Emperyalizm o gece yenildi. Ancak vazgeçmedi. Bu kez farklı strateji ile boyun eğdirmek isteniyor. Avrupa Atlantik sistemin yönlendirmesi, devşirmesi, bilinçlendirmesi sonucu yaşadığımız bu kuşatmadan ancak birlik halinde çıkabiliriz. Devleti yıllarca sarmış FETÖ kanserinden kurtulmak öncelik olmalıdır. Siyasi ayak mutlaka ortaya çıkarılmalıdır. FETÖMETRE algoritması devlet kurumlarında uygulanmalıdır. FETÖ ve ardılları ile kriptoların siber alanda etkin oldukları sosyal medyaya hakimiyetlerinden anlaşılmaktadır. Twitter ve Youtube’da alçak iftiraları ve algı operasyonları devam etmektedir. İktidara yakın Yeni Şafak gazetesi 13 Temmuz 2020 günü bu ihanet girişimlerini gazeteye taşımıştı. Akademi dünyasındaki etkinlikleri bilinmektedir. Saf ve temiz Atatürkçüleri iktidar karşıtlığını kullanarak pek güzel kendi saflarına çekebilmektedirler. Ana muhalefet partisinin kurucu ideolojiden uzaklaşmış politikasından her alanda ve her boyutta yararlanarak mevzi kazanmaktadırlar. ABD’nin gerek Rand gerekse CCIS gibi düşünce kuruluşlarının Türkiye raporları hegemonyanın FETÖ ve iltisaklı unsurları yeni saldırılarda ve kumpaslarda kullanabileceğinin ipuçları verilmektedir.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DUVARI
Bu karanlık tabloda Türk halkının sırtını dayayabileceği tek duvar vardır. O duvar Mustafa Kemal Atatürk duvarıdır. 15 Temmuz darbe girişiminden iki hafta sonra yazdığım bir başka makalede iktidara, bir vatandaş olarak tüm kesimleri kucaklayacak liyakat, bilim ve aklı öne çıkaran yeni bir siyasi sistemin önünü açması tavsiyesini yapmış, bu zor dönemde Laiklik ve Mustafa Kemal Atatürk’ün çimento olarak kitleleri birleştirici özelliğinin kullanılmasını önermiştim. Artık Türkiye’de sağcı-solcu, dinci-laik, Türk-Kürt ayrışması yapılmadan, her kesimin milli düşünmesi ve gayri milli emperyal cepheye tavır almasının önemini vurgulamıştım. Bugün de aynı önerimi yapıyorum. 15 Temmuz suikastı sonrası, kabaca %30 bandında oy alan iktidar partisini kendisine oy vermeyen milyonlarla asgari müşterekte birleştirecek tek unsur, millici uyanışla devleti koruma refleksi ve Atatürk olmalıdır. Zira dönemin koşulları Atatürk’ün emperyalizmle savaştığı koşullara benzemektedir. Türkiye tarihsel tecrübesini kullanmalıdır. Bu çerçevede 10 Temmuz 2020 Danıştay kararı üzerine Ayasofya’nın statüsünün değiştirilme sürecinin, sözler ve semboller üzerinden Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığına dönüştürülmesi ve bu sürece sessiz kalınması son derece üzücüdür. Unutulmaması gereken 85 milyonun çok büyük çoğunluğunun derin saygı ve sevgi duyduğu Mustafa Kemal Atatürk’ün eylem ve fikirlerini temsil eden ruhu, her zor durumda devletin yanında olmaya sonsuza dek devam edecektir. Önümüzdeki dönemde Türkiye’de Covid 19’a bağlı ekonomik sıkıntıların artışından faydalanacak küresel güçlerin kışkırtmalarına karşı tek aşı, Atatürk olacaktır. O, 6 Ekim 1922 sabahı sadece İstanbul’u kurtarmakla kalmadı, 500 km kıyı şeridi ile bugünkü Mavi Vatanımızdan tamamen koparılmış, Karadeniz’e sıkıştırılmış Sevr Devletçiğini yırtıp atan kutsal kurtuluş savaşını kazandı. Sakarya ve Dumlupınar olmasaydı şu anda hiçbirimiz yoktuk. 15 Temmuz 2016 gecesi aynı ruhla FETÖ darbesi ile mücadeleyi kazanamasaydık, bugün ABD’nin 51. Eyaleti olurduk. Dilerim 15 Temmuz 2016 gecesini cumhuriyetimiz bir daha yaşamaz. Dilerim emperyalizme içimizdeki mandacı akıl ile yeminli Atatürk düşmanları yeni zafer tattırmaz.
Belçikalı aydın Daniel Dumoulin 'in şu sözü ile yazımızı tamamlayalım: ‘’Türkiye, Atatürk'ü Tanrı 'ya borçlusun, geri kalan her şeyi de Atatürk 'e ...’’