Deniz olunmalı oğlum, deniz… 12 Aralık Cumartesi günü, yine coşkusu ve dayanışması ile örnek nitelikteki 131. balık gününü birlikte yaşadık. Eski yeni mezunlar, aileleri, fakülte yöneticileri, konuklar ve öğrenci kardeşlerimizle birlikte, herkesin bi
Deniz olunmalı oğlum, deniz…
12 Aralık Cumartesi günü, yine coşkusu ve dayanışması ile örnek nitelikteki 131. balık gününü birlikte yaşadık.
Eski yeni mezunlar, aileleri, fakülte yöneticileri, konuklar ve öğrenci kardeşlerimizle birlikte, herkesin birbirlerini kucaklayarak, bağlılıklarını ve sevgilerini sunabileceği bir ortamdaydık.
Bundan daha büyük bir mutluluk, bundan daha büyük bir gurur var m?
Onurluyum çünkü; 1884 yılından buyana çalışmalarını kesintisiz olarak sürdüren okulumuz, sadece ülkemizin ilk ve en eski denizcilik okulu olmakla kalmıyor, tüm dünyadaki kıdemli denizcilik okulları arasında da seçkin yerini koruyor. İşte böyle seçkin bir kurumun üyesi olmaktan duyduğum onur bu…
Bütün mezunları, idarecileri ve bu okula adım atarak aramıza katılan sevgili öğrenci kardeşlerimi de; böyle seçkin bir kurumun üyesi olduğu için canı gönülden kutluyorum.
Bizler bu tür kutlamalar sayesinde kardeşler arasındaki yakınlaşmaları, paylaşımları ve birliktelikleri çok önemsiyoruz. Bu tür coşkulu birlikteliklerle, nicelik ve nitelik bağlamında gücümüzü pekiştireceğimize inanıyoruz.
Ne mutlu bize ki, bu okulun sağlam temellerinin güvencesi olan bu Mezunlar Derneği ve İTÜ Denizcilik Fakültesi ile birlikte, kardeş kuruluşların da sinerjileri ile daha da başarılı bir geleceğin ayak seslerini duyuyoruz
Son günlerde, moda olan bir soruyla çok sık karşılaştığınızdan eminim:
“Geleneksel mi? yoksa yenilikçilik mi?”
Bu bir tuzak soru. Bu soruyu, okulumuzu örnek alarak aydınlatmak istiyorum.
YDO gibi yaşama kök salmış kurumlar, geleneksel altyapıyı korumalıdır. Ancak çağdaş gelişime de açık olmalıdır. Yaşamsal döngünün tanımı bunu çok iyi açıklıyor;
Nedir Yaşamsal döngü?
Geçmişi unutmadan bu günü aşmaya çalışırken, yarınların gereksinimlerini hep akılda tutmaktır.
Geleneği korumak ve gelişimi sağlamak kendiliğinden olmaz. Tarihin taşıdığı tortuyu yok sayarak, kendi kurguları üzerinde yenilik arayanlar, çoğu kez, gelişim sandıkları yanılgılarının tarihe mal olacak kadar uzun yaşamadığına tanık olurlar.
Unutulmaması gerekir, geçmişe saygı, değişimi yok saymak anlamını taşırsa çok tehlikelidir. Çünkü bir kurumun gücü, geleceğini güvence altına almasıyla ölçülür.
Şundan hiç kuşku duymuyorum ki; Bu okuldan yetişen denizciler; geleceğin kaçınılmaz değişimlerine sessiz ve kapalı kalmak istemiyor. Yaşamı bir bütün olarak kavramayı ve yarınların öncüleri arasında yer alacak bilgi ve eylemlere ortam sağlayabilmek için çalışmayı öngörüyor.
Kısacası, geçmişinin toprağındaki verimliliği geleceğinin aydınlığına sunacak bir umut fidanlığı olabilmek için çok ama çok çalışmak gerektiğini hiç göz ardı etmiyor.
Nitekim çeşitli gemilerde ve karada gözlemlediğimiz genç zabitan kardeşlerimizin, yönetim olgunluğu ve çalıştıkları kuruma katkıları, ülkemiz denizcilik yönetiminin gelecekte de emin ellerde olacağının güvencesi olduğunu görüyoruz.
Tüm öğrenci kardeşlerimin de bu camianın gelecekteki yönetici adayları olarak görmenin verdiği iç rahatlığı, kardeşlerimin hep sürecek katkılarıyla bütünleşeceğine inancım tamdır.
Ama şunu da akılda tutmakta fayda var; Soluklanmak için gereğinden fazla durmak, zamanın akışında geriye düşmek demektir. Gelişim durmadığına göre, çağdaş denizciliğin de durmaya hakkı yoktur. Günümüzde yaşanmakta olan Bilişim Devrimi, insanlığa yepyeni ufuklar açıyor.
Artık bireyin öne çıktığı, temel hak ve özgürlükler için demokrasinin, demokrasi için de düşünme ve davranış özgürlüğünün çok fazla önem kazandığı yeni bir dönemin başlarındayız.
Bizlere, yani eski mezunlara gelince;
En güzel yıllarımızı, gemi denen sac yığınlarını limandan denize, denizden limana götürmek için harcadık.
Kuzeye, güneye, doğuya batıya, git babam git.
Gündüzleri güneşi kovaladık, geceleri yıldızları kovaladık. Bir okyanustan öteki okyanusa, Biscay Körfezi’nden kuzey denizindeki buzların arasına. Oradan haydi bakalım Panama Kanalı’na, oradan da Alaska’ya, sonra dön karşıya Japonya’ya…
Tam kırk yıl.
Bir kuşun kanat çırpışı kadar hızla geçen bu hayatın içine ne mutluluklar, ne keyifler, ne acılar, ne maceralar sığdırmışız. Nelere dayanmışız, nelere katlanmışız.
Sonuçta hepsi geçti gitti işte…
Bu geçen zamanın içindeki denizciyi ve denizi anlatayım mı?
Denizci, bulutların altında, suyun ortasında, yanındaki bir kaç kişiden başka her türlü canlıdan uzak, yükselen denizle inen gece arasında yapayalnızdır.
Her şeyi özler denizci, ailesini özler, sevdiklerini özler, hem de çok özler.
Memleketini özler mesela. Karadaki yaşanan tüm olumsuzluklara, acıya, hüzne, türlü türlü rezilliğe rağmen, kimselerde olmayan öyle bir güzelliği, öyle bir kokusu vardır ki kendi topraklarının, dünyanın hangi limanına giderse gitsin, o kokuyu, o güzelliği yana yakıla özler denizci.
Kavuşmanın ilk heyecanı var ya, o heyecan. İşte o heyecan bütün güzelliklerini sunar denizciye.
Bunca lafın özeti; Özlem, bütün çirkinlikleri, olumsuzlukları, kötülükleri yok ederek büyür, büyür, büyür… İşte o yüzden, hüzün çok yakındır denizciye. O yüzden, özlem ayrılmaz parçasıdır denizcinin. Çünkü deniz, duyguları biler. Sevgiyi, aşkı, hoşgörüyü daha bir hatırlatır insana.
Belki de bu yüzden filozof derler denizciye…
Peki, ya deniz?
Deniz bir bütündür, çarşaf gibi suyuyla, rüzgârıyla, fırtınasıyla, dalgalarıyla…
Unutmamak gerekir ki; Rüzgâr ısırır, dalga kemirip yutar.
Su bir çenedir; hem koparan, hem de ezen bir çene.
Denizle aslanın pençe vuruşları aynıdır.
Fırtınaların özelliği parçalamak ve ufalamaktır. Sanırsın ki hıncı vardır. Bir vahşi gibi siler süpürür. Ortalığı birbirine katan bu korkunç canavar için, bazen beş dakika bile çok geç olabilir.
Bu yüzden denizde her zaman ama her zaman uyanık olunmalıdır.
Okulumuzun 131. yılını tamamlamanın büyük onurunu yaşıyoruz. Bizi bugünlere taşıyan atalarımıza, çok değerli mezunlarımıza saygılar sunuyoruz ve her sene yeni mezun olan kardeşlerimizin, bu yolculukta attığı adımları geleceğin güvencesi sayıyoruz.
Ulusal iklimimizde aydınlığının mimarı Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, yol arkadaşlarının, ulusal bağımsızlığımıza, toplumsal saygınlığımıza ve esenliğimize özverili katkılarda bulunmuş tüm insanların, emek ve anıları önünde özlemle eğiliyorum.
İnsanlığın karanlığa karşı onurlu savaşında yer almış, insanlaşma sürecindeki gelişime katkılar sağlamış tüm toplum öncüleri saygıyla anıyorum.
Yitirdiğimiz her denizci, içimizde oluşan bir boşluktur ama bıraktığı izlerin sessiz katkısıyla bizlere yol göstermektedir. Farklı nitelikleriyle hep aramızda var olacak abilerimizi, ablalarımızı, arkadaşlarımızı ve kardeşlerimizi saygıyla anıyorum.
Hayattayken taşıdığı değerin pek de farkına varamadığımız bu insanların bizim için önemini, çoğu kez onları yitirince kavrıyoruz. Bireysel açıdan bizde oluşturdukları duygusal boşluğun yanında, kurumsal açıdan da geride bıraktığı boşluk kolay doldurulamıyor.
Bu bağlamda bize düşen en önemli görev, yitirilen bir yaşamın geride bıraktığı birikimin katkıya dönüşebilmesi olmalıdır. Onları unutulmaya terk etmememiz gerekir.
Bize filozof demelerinin bir sebebi de şudur;
Her denizci; Düşünce ve inanç alanında özgürdür. Yaşamını, bilimsel yöntemin ve toplumsal deneyimin ışığında aydınlanan evrensel kurallarla uyumlu bir bilinçle sürdürür.
Gözlerini kapatıp geçmişindeki mutlulukları, gözlerini açıp ağaçları, kuşları, gökyüzünü, bulutları, gözlerini umutlarına çevirip düşlerini, hülyalarını, gözlerini başkalarının gözlerine çevirip sevgiyi, korkuyu, başarıyı, yenilgiyi duyumsar, insan olduğunun farkına varır.
Tüm bunların ışığında da; İnsancıllık derken neden söz edilmek istendiğini çok daha iyi anlar.
Başkalarını yargılarken ölçülü ve toleranslı, kendini yargılarken gerçekçi ve hatta acımasız olur Denizci. Sorumluluklarını, görevlerini, yükümlülüklerini göz ardı ettiği anlar olursa, ona umut bağlayanları hatırlar.
Barış ve mutluluk içinde güvenli ve onurlu yaşamak için farklılıkları doğal, dışlamaları yapay sayar Denizci.
Her denizcinin farklı ve önemli sorumlulukları vardır. Bu sorumlulukları; üstünlük tutkusu, bireysel doyum ya da çıkar beklentisiyle değil, birlikte paylaşmanın ve gelişmenin sevinciyle yerine getirmeliyiz.
Buradaki bağlaç sevgidir.
Kendimizi, ağabeylerimizi, ablalarımızı, kardeşlerimizi, denizciliğimizi, ulusumuzu, insanlığı sevmeliyiz.
Ancak o zaman, eylemlerimizin yansıması, kısacık yaşamın çok ötesinde, insanlığın gelişim serüveninde yerini bulur.
Ancak o zaman mutlu bir paylaşımı, coşkulu eylemlerle taçlandırabiliriz.
Ancak o zaman denizci olmanın anlamını daha iyi kavrar, daha iyi yansıtır, daha güçlü yaşatırız.
Üstad Nazım Hikmet’ten bir seslenişle yazımı tamamlamak istiyorum :
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.
Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa? ..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum, denizzz
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.