Deniz ve denizciliğin bilimsel tabanda yüzlerce alt disiplini vardır. Bu alt disiplinlerde önemli olan bilimsel faaliyetlerin denizcilik gücünün gelişimine doğrudan veya dolaylı bir katkısının olmasıdır. Bir devletin deniz bilimleri yani deniz ve okyanusları içindeki canlı ve cansız tüm unsurları ile inceleyen bilimsel  alanda yürüttüğü araştırmalar ile bunların toplum yararına sunduğu somut projeler, denizcilik gücünün önemli unsurlarından sayılabilir.  Bu tip araştırmalar ülkelere sadece prestij getirmez, aynı zamanda ülkelerin refah ve güvenliğine katkı sağlar.
Bu konuda eski ABD Başkanlarından John F. Kennedy’nin şu sözleri yol göstericidir: Denizlerle ilgili bilimsel çabalarımızın nedeni merak değil; hayatta kalmamızın denizlere bağlı olduğuna inanmamızdandır.
 Deniz ve okyanusların araştırılmasına yönelik deniz bilimlerinin (hidrobiyoloji, deniz jeofiziği, deniz jeolojisi, oşinografi ve hidrografi vb.) dışında, ayrıca seçilmiş alanlarda denizcilik gücünün gelişmesine katkı sağlayacak bilimsel araştırmaların yapılması, bu alanlarda bilgi depolanması ve gelecek kullanıcılar için hazır hale getirilmesi önem arz eder. Deniz teknolojileri,  deniz gücü, deniz stratejisi, deniz harekâtı, deniz taktiği, deniz tarihi, deniz hukuku, deniz ticaret hukuku, deniz lojistiği, deniz işletmeciliği, deniz sigortacılığı, su altı arkeolojisi, su altı hekimliği, su sporları, deniz turizminin alt disiplinlerinde icra edilen araştırmalar ve bilimsel ürünler denizcilik gücünün bilimsel faaliyetleri arasında gösterilebilir. Gerek kültürel ve gerekse bilimsel faaliyetler sonucunda bu alanlarda öne çıkan deniz bilimcileri, gemi inşacılar, makine mühendisleri, dizaynerler, deniz stratejistleri, deniz tarihçileri, deniz işletmecileri ve deniz hukukçuları ve benzeri uzmanların uluslararası ortamda aranan şahsiyetler arasına girmesi devletlere ayrıcalık sağlar. Bu şahsiyetlerin  uluslararası bilimsel kuruluşlar ile  denizcilik örgütlerinde önemli mevkileri işgal etmesi ise bu ayrıcalığı katlar. Böylelikle bilimsel çalışma/araştırmaları yapan ülkelere denizcilik alanının yönetiminde ve siyasa belirlenmesinde söz sahibi olma olanağı tanır. Bu kapsamda ülkede deniz bilimleri ve denizciliğe yönelik araştırma kurumları ile mükemmeliyet merkezlerinin varlığı da mavi gücün yani denizcilik gücünün önemli göstergeleri arasındadır.
DENİZ BİLİMLERİNDE ÇOK GERİYİZ
 Ülkemizde deniz bilimleri ve alt disiplinlerinde yani hidrobiyoloji, deniz jeofiziği, deniz jeolojisi, oşinografi,  hidrografi vb. alt disiplinlerinde uluslararası çapta öneme sahip araştırmacı ve araştırmalar son derece azdır. Marmara fayının incelenmesinden, Süveyş kanalı üzerinden denizlerimize giren yabancı deniz canlılarının varlığına yönelik araştırmaları bile günümüzde yabancılar yapıyor. Daha kötüsü, Türk Boğazlarının oşinografik ölçüm sistemleri bile yeterli değil. Boğazlarımızda, temel tuzluluk ve sıcaklık değişimlerini bile inceleyemeyen bir sistemin içindeyiz.
Çevre denizlerimiz başta olmak üzere, denizler ve okyanuslara yönelik ihtiyaç duyulan bilimsel verilerin elde edilmesi ile deniz ticareti, balıkçılık, deniz dibi madenciliği, tersanecilik gibi denizcilik alanında faaliyet gösteren sektörlerin gelişmesine esas teşkil edecek kapsamlı bilimsel araştırmalarla bu yöndeki gayretlerin eşgüdümünü sağlayacak merkezi bir mekanizmamız yok. Dolayısıyla bu araştırmalar gelişigüzel ve bütüncül bir planlama olmadan yapılıyor. Öncelikler saptanamıyor.
ANTARKTİKA PROJESİ GERÇEKLERDEN UZAKLAŞTIRIYOR
 Geçen hafta basında yer alan haberlere göre Türkiye, Antarktika kıtasına kuracağı bilim üssü için çalışmaları hızlandırdı. Bu projeyi geçmiş yazılarımda da eleştirmiştim. Türkiye, kendi çevre denizlerindeki balık stoklarını, deniz dip yapısını dahi tespit etmeden, Antarktika Kutup Bilimsel Araştırmalar Merkezini kurma girişimini başlattı. Bölgede  iki konteynerde kurulacak bilim üssünde farklı alanlarda bilimsel araştırmalar yapacak, farklı üniversitelerden biyoloji, jeofizik, astrofizik, veterinerlik, zooloji, botanik, fizik ve deniz bilimleri gibi alanlarda uzman isimler görev yapacakmış. Seçilmiş bilimsel araştırma alanları arasında kıtadaki bitkiler, hayvanlar ve diğer canlıların incelenecek,  penguen ve deniz aslanlarıyla yosun yapısı da mercek altına alınacakmış.
Öncelikle bu kıtanın hiç bir devlete ait olmadığını yani bir egemenlik hakkının söz konusu olmadığını hatırlatalım. Yani burada kurulacak bir bilim üssünün stratejik kazanç sağlamayıp, sadece bilimsel prestij getireceğini vurgulayalım. Diğer taraftan Türkiye’nin sadece Antarktika’da değil, Arktika yani Kuzey Buz Denizinde de varlık göstermesine inanlardanız. Ancak her şeyin bir sırası var. Örneğin Türkiye, kendi milli uçağını yapamazken, uzaya astronot gönderebilir mi? Halen kendi çevremizdeki denizleri ve hatta bir iç deniz olan Marmara Denizinde bile bilimsel durumsal farkındalığımız yok iken, Antarktika’da bilimsel üs projesinin kamuoyuna büyük bir bilimsel proje olarak sunulması ve halkın kendi evindeki gerçeklerden uzaklaştırılmasını anlamakta zorluk çekiyoruz. Türkiye’de doğanın vahşice katledildiği, Kanal İstanbul benzeri doğayı ve denizdeki tüm dengeleri yok edecek pek çok projenin hayata geçirilmeye çalışıldığı -ve bir avuç bilim insanı dışında kimsenin sesinin çıkmadığı- bir konjonktürde Antarktika’daki yosunların ve penguenlerin incelenmesine gayret ve bütçe ayrılmasını anlamakta zorlanıyoruz.
Tekrar edelim, denizlerimizin diplerini bilmiyoruz. Her üç çevre deniz ve Marmara’daki balık stoklarımızı bilmiyoruz. Türkiye denizlerinin 500 metreden derin sularındaki canlı hayatın varlığına yönelik bilimsel bir çalışma, bugüne kadar yapılmamıştır. Marmara Denizi gibi bir iç denizimizde bugüne kadar, 900 metreden örnek alabilmek için Japon, Fransız ya da İtalyan gemileri kullanıldı.
Deniz diplerinin altındaki doğal gaz ve petrol rezervlerimize yönelik potansiyelimizi bilmiyoruz. Bu iş için  gereken sismik sörveylerin sadece yüzde 1’ini tamamlayabildik.
Türkiye’de 1983 yılından sonra açılan su ürünleri fakülteleri 20 civarındadır. Ayrıca yine sayıları 20’yi bulan iki yıllık yüksek okullar vardır. Ancak öğretim üyelerinin yetersiz olduğu bu okulların, çoğunun araştırma gemisi olmadığı gibi, laboratuvarları bile yoktur. Lütfen biraz ciddiyet. Türkiye son 90 yılın en cahil dönemini yaşıyor olabilir, ancak bilim insanlarımızın bu dönemdeki savrulmaları anlaşılır gibi değil.