Anadolu insanlığın ve uygarlıkların merkezidir. Şanlıurfa, Göbekli Tepe’de bulunan ve 1994 sonrası bilim dünyasının dikkatini çeken tapınak, 11600 yıllık geçmişiyle sadece tarih tezlerini değil, Tevrat ve İncil başta olmak üzere dini tezleri de yeniden sorguluyor. Sırasıyla Avcı toplum - Yerleşik toplum ve inanç toplumu sürecini değiştirerek, Avcı, İnanç ve Yerleşik Toplum sürecine dönüştürüyor. İşte bu kadar zengin bir coğrafyanın bugünkü sahipleri biziz. Asyalı atalarımız da Anadolu’ya Malazgirt Savaşı’ndan çok önceleri geldiler. Anadolu’da yapılan kazılara ait yeni çıkan belgelerde Ön Türkçe olarak adlandırılan yazıtlar bulunmuştur. İzmir Aliağa Bölgesindeki Kyme ve Fethiye yakınlarındaki Xhantos antik kentlerindeki yazıtlar, bunu doğrulamaktadır. Türkler Anadolu’da 11. yüzyıldan itibaren değil, MÖ 8000’li yıllarda da vardılar ve ihtiyaç duydukları oranda denizle ilgilendiler.
DENİZLE BULUŞAN ATALARIMIZ
Başlangıçta göçebe olan Türkler, yerleştikleri Anadolu ve Rumeli’de Hitit, Urartu, Frigya, İyonya, Roma ve Bizans uygarlıklarının emeği birçok bayındırlık eserini, yaşam biçimlerini, kültür ve teknolojilerini zaman içinde benimsediler. Yerli insanlarla temas kurdular, onların yaşantısından etkilendiler, bazılarıyla evlendiler. Bu etkileşimler ve göçerlikten yerleşikliğe geçiş esnasında şüphesiz Karadeniz, Ege ve Akdeniz ile buluştular. Böylece, gerek kadim medeniyetlere ait halklarla evlilikler, gerekse Orta Asya’dan gelen göç kollarının başta Aral, Baykal, Hazar, Siri Derya ve Amu Derya gibi göl ve akarsuları içeren eski yerleşkelerinden getirdiği, başta denizciliğe ve su kültürüne dair miras, alt beyinlerde gereken yeri aldı. Bu genetik mirasın ortaya çıkması için gelenek, görenek ve alışkanlıkları etkileyen dış faktörlerin ortaya çıkması gerekiyordu. Her yönü ile bereketli Anadolu’da denize yönelişi tetikleyecek gelişmeler, son bin yılın her yüzyılında ayrı koşullar ve gelişmeler ile ortaya çıktı.
DENİZ UYGARLIKLARI İLE ETKİLEŞİM
MÖ 8000 ile MS 1200 arasında dalga dalga Anadolu’ya gelen Türkler, Anadolu’daki mevcut deniz uygarlıkları ile tanışıp, onlara ileri feodal yapıları nedeniyle entegre olabilmişlerse de ekonomik gelişmelerini tarım ve hayvancılık servetinin artışına bağlamışlar, balıkçılık, deniz ticareti ve gemicilik gibi ekonomik faaliyetler üretim fazlası verilen verimli Anadolu iklim ve toprağında, asli ekonomik faaliyetlere dönüşememiştir.
HALİKARNAS BALIKÇISI ANLATIYOR
13 Ekim 2020 tarihinde aramızdan ayrılışının 47. yılını idrak ettiğimiz tarihçi, yazar ve denizci Cevat Şakir Kabaağaçlı, (Halikarnas Balıkçısı) en somut örneğinin Foça ile verildiği Anadolu denizciliği ve kültürlerin karışımı için Anadolu’nun Sesi isimli kitabında (Bilgi Yayınevi) şunları söylüyor:
"Batı Anadolu’ya karışa karışa gelen halk, Mezopotamya uygarlıklarını Ege’ye getirir. Ege kıyısı bir körfezler ve burunlar kargaşalığıdır…Kıyıyı bulan halk, enginin çağrısına dayanamaz, adadan adaya hoplaya hoplaya Girit’te, Anadolu’nun ve dünyanın ilk deniz uygarlığı olan Girit uygarlığını yaratır. Neden? Çünkü toplumları statikliğe ve statükoculuğa apıştıran ve ıktıran görenek ve geleneklerdir. Ama halkların karışımı geleneklerin birbirine karşıt sivri uçlarını ve keskin köşelerini sürtünme sonucu giderir ve düzeltir; insanlar böylece birbirlerine uyar. Yabancıların birbiriyle evlenmesi de yabancılığı ortadan kaldırır. Doğudan gelen ticari malların takası, fikir takasını da geliştirir. Böylece her göç dalgası ve onunla gelen ticari alışveriş, toplum yapısını insansallığa ve uygarlığa götürüyordu..."
MAVİ ANADOLU TEZİ
Kabaağaçlı tüm bu bilgiler ışığında “Anadolu Asya değil, Akdeniz’dir” diyor. Bu görüşünü 1950’li yıllardan itibaren, “Mavi Anadolu” teziyle Azra Erhat, Melih Cevdet Anday, Sabahattin Eyüboğlu ile kamuoyuna sunan Kabaağaçlı, Anadolu’nun Batı uygarlığının beşiği ve üzerinde yaşayan Türk ulusunun da bu topraklarda yaşamış tüm kavim ve kültürlerin mirasçı ve sorumlusu olduğunu savunuyordu. Deniz Araştırmacısı ve Yazar Haldun Sevel de aynı konuda Naviga Dergisinin 2009 Ağustos nüshasında şunları yazıyor:
"Biz Türklerin ataları, Bizans soykırımı başlayana kadar 200 yıl bu medeniyetlerin devamı denizci halklarla iç içe yaşadı… Bu özellikler, nesiller boyu değişmeden kalabiliyor… Bizler özellikle denize sevdalı biz deniz insanları, ihtimal ki yıllar veya asırlar öncesinden bizlere miras kalmış denizcilik genlerimizdeki deniz hasretini deniz sevdasını taşıyoruz."
Mavi Anadolu düşüncesi, günümüzdeki Anadolu toplumunu kadim Anadolu medeniyetleri ile ilişkilendirir. Mavi Anadolucular için başta Antik Felsefenin doğduğu Batı Anadolu, tüm medeniyetlerin beşiğidir ve tüm medeniyetler buradan doğmuş ve yükselmiştir. Bu görüşe göre antik hümanist felsefenin mirasçıları olarak bu topraklarda yaşamaktayız. Mavi Anadolu, Orta Asya’dan dalga dalga gelen Türk boylarının içinde zaten hazır olan denizcileşme potansiyelinin kadim denizci medeniyetler ile buluşmasının Türklerin denizci olabilme yeteneğinde önem taşıdığını savunuyor.
OSMANLI İMPARATORLUĞU NEDEN DENİZCİ OLMADI?
Kanaatimce devlet aklı denizci olsaydı kadim denizci uygarlıkların beşiğinde büyük bir imparatorluk kuran Osmanlı İmparatorluğu da denizci uygarlık kurabilir ve kalıcı olarak Akdeniz’in dışına çıkabilirdi. Bazı muhafazakâr yazarlar, Mavi Anadolu tezini keskin bir dille eleştirmekte ve bu görüşü batıcılık ve laik kimlik dayatmasının uydurma bir tezi olarak görmektedir. Ancak Mavi Anadolucular, Türklerin denizcileşme yeteneğinin arka planında kadim Anadolu medeniyetlerinin etkileşimini açıklarken, Türklerin geçmişini sadece 1500 yıllık İslami geçmişine dayandıranlar Osmanlı İmparatorluğunun neden denizci bir imparatorluk kuramadığını izah etmemektedir. 15 ve 16. Yüzyıllarda kabaca 100 yıl için denizci olabilmeyi başaran imparatorluk neden bu birikimi devam ettirememiştir? 1571’de yaşanan İnebahtı yenilgisi sonucu donanma neden sürekli gerilemiş ve Anadolu denizden işgal edilmiştir? Kapitülasyonların Türk denizciliğini öldürdüğünü neden anlayamamışlardır? Balıkçılıktan, ticaret gemiciliğine ve denizcilik öğretiminden tersaneciliğe neden tecrübe, sermaye, düşünce ve teknoloji birikimi sağlanamamıştır? Halbuki medeniyetlerin beşiği Anadolu’nun bu amaca yönelik her türlü fiziki olanağı vardı. Neden asırlar boyunca insanımızın içindeki potansiyel denizciyi ortaya çıkaramadık? Aslında Osmanlı İmparatorluğu, Anadolu’nun kadim denizcilik kültür ve geleneğine yaklaşsa ve kullansaydı, tarihinin hiçbir döneminde denizden uzaklaşmazdı. Osmanlı İmparatorluğu Denizcilik ve balıkçılığı neredeyse 20. yüzyıla kadar Rum ekalliyete bıraktı. Cumhuriyet kurulana kadar Denizcilik sektörlerinin neredeyse tamamı kapitülasyonlar sayesinde yabancıların kontrolünde kaldı. İmparatorluk döneminde Türk denizciliğinin yüz akı Garp Ocakları oldu. Tunus, Cezayir ve Libya’da 1400’lerden itibaren Garp Ocaklarını kuran Türk denizcilerin hemen hemen hepsinin Orta Asya’dan gelen Türk kollarının devamı, Ege ve Akdeniz kıyılarındaki yerleşkelerden intikal etmiş olmaları bu tezin en güzel ispatıdır. Barbaros kardeşlerin şöhretini ve devlet kontrolündeki deniz akıncılığı hizmetlerinin sağladığı zenginlikleri duyan yalı gençleri, Cezayir ve Tunus’a Garp Ocakları’na akın ediyor ve kısa sürede Akdeniz’in en iyi denizcilerine dönüşüyordu. Ancak bu muhteşem miras saraya taşınmadı. Örneğin devlette 1390 ile 1867 arasında 160 Kaptan-ı Derya; 1867 ile 1923 arasında 39 Bahriye Nazırı görev aldı. Bunların sadece 45 kadarı denizcilik mesleğinden geliyordu. Çoğu kara kökenli bu karar vericilerin pek çoğu Osmanlının neden bir donanmaya ihtiyacı olduğunun bile farkında değildi.
TÜRK İNSANI DENİZCİ OLMAYA YATKIN
Halklar denizci doğmaz, denizci yapılır. Fırsat verildiği ve Devletin denizci olmaya karar verdiği ortamda Türkler dünyanın en iyi denizcisi olabilir. Bugün, denizle uzak yakın hiçbir ilişkisi olmayan bir ailede büyüyen, çocukluğunda değil bir gemide bulunmak, denizi bile görmeyen, ancak daha sonra denizcilik mesleğini seçerek denizi ve gemiyi ünlü deniz gücü teorisyeni Amerikalı Amiral Alfred Mahan’ın tabiriyle “içten gelen bir aşkla” seven ve benimseyen ve mesleğini ister gemici ister kaptan ister deniz subayı olarak çok büyük başarıyla sürdüren insanlara rastladığımız bir gerçektir. Deniz Kuvvetleri’ndeki 40 yıllık hizmetim esnasında, her seviyedeki meslektaşlarımın büyük bir çoğunluğunun, denizciliği bir meslek olarak tesadüfen seçtiğine şahit oldum. Bunlar arasından çok iyi kaptan, çok iyi taktisyen ve çok iyi stratejistler çıktığını gördüm. Hepsi de denize âşıktı. Bu nasıl oluyordu? Tesadüf olabilir miydi? Diğer yandan Anadolu kıyılarının değişik yörelerinde geçmişte yaşanan kültürel etkileşimler sonucu ortaya çıkan bazı denizci gelenekler de günümüze kadar taşınmıştır. Kısacası Atalarımız Anadolu’ya geldiğinde yeni vatanlarının eski denizci ulusları ile kaynaştılar. Bu birliktelik, şüphesiz onların eski vatanlarından getirdiği nehir ve göl denizciliğinin ve gemiciliğinin altyapısıyla buluştu. Anadolu Beylikleri tarihinde Çaka Bey ve Umur Bey örnekleri ile Osmanlı İmparatorluğu’nun 15 ve 16. yüzyıl deniz zaferleri bu birlikteliğin en somut başarı örnekleridir. Çaka Bey bu konuda belki de en iyi örnektir.
MAVİ ANADOLU, MAVİ VATAN İLİŞKİSİ
Mavi Anadolu’dan 50 yıl sonra 2006 yılında ortaya çıkan Mavi Vatan, tüm yazılarımızda ve konuşmalarımızda vurguladığımız üzere 3 temel kavramı içerir. Bunlar Sembol, Tarif ve Doktrindir. Mavi Vatan, Türkiye Cumhuriyeti’nin denizcileşme sürecinin sembolüdür. Mavi Vatan, aynı zamanda deniz yetki alanlarımızın bir tarifidir. Bu yönü ile Denizdeki Misak-ı Millidir. Deniz yetki alanlarımız ile deniz ilgi ve etki alanlarımızdaki çıkar ve haklarımızın korunup geliştirilmesi için de bir doktrindir. Doktrin yönü ile başlangıç hareketini Mustafa Kemal Atatürk tarafından kısa sürede etkin bir donanmanın kurulması ve Türk Boğazlarının egemenliğinin geri kazanılmasından almaktadır. Günümüzde başlangıç hareketi aradan geçen 97 yılda büyük bir enerjiye dönüşmüştür. Mavi Vatan bu enerjinin Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de dışa vurumudur.
Mavi Anadolu, bu çerçevede Mavi Vatan’ın sembolü olduğu denizcileşme süreci ile ilgilidir. Zira başından bu yana devlet denizci olduğu takdirde Türk halkının çok kısa sürede denizcileşebileceği gerçeğini savunmaktadır. Mavi Anadolu tezi de Anadolu halkının mükemmel denizciler çıkarabileceğini savunur. Halikarnas Balıkçısının tüm eserleri bu gerçeğe yöneliktir. Yazdığı 9 öykü, 6 roman, 10 deneme, 8 çocuk kitabında işlediği konuların çok büyük çoğunluğu deniz, denizcilik, gemicilik ve deniz tarihine yöneliktir. Barbaros Kardeşlerin temsil ettiği dönemi ve Garp Ocakları zamanını sürekli romanlarında işlemesinin temel nedeni budur. (Aganta Burina Burinata, Uluç Reis, Turgut Reis gibi.)
Emsalsiz deniz ve Ege sevgisi olan Kabaağaçlı vefatından önce manevi oğluna yazdığı vasiyetinde şu cümleleri yazmıştı:
"Eh bizim tekne su almaya başladı. Şatafatı da sevmem, tepelere, deniz gören yerlere gömülmem şart değil. Nasıl olsa yattığım yerden denizi seyredemem, denizi ruhumda yaşatıyor gönül gözüyle her zaman görüyorum."
Halikarnas Balıkçısını ve Mavi Anadolucuları büyük yazar ve deniz aşığı Kabaağaçlı’nın vefatının 47. Yıldönümünde bir kez daha analım ve sonuç olarak bu toprakların Türk kimliği altında 21. Yüzyılda gerçek anlamda ileri denizcilerin yurdu olacağını haykıralım. Halikarnas Balıkçısı Mavi Vatan uyanışı üzerinden gençliğin Anadolu’yu Mavileştireceğinden, denizi ruhlarında yaşatacaklarından emin olmalıdır.
(12 Ekim 2020 tarihinde aramızdan ayrılışının 33. yılını idrak ettiğimiz 6’ncı Cumhurbaşkanı ve 3’ncü Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Fahri Korutürk’ü rahmet, takdir ve vefa ile anıyorum. Korutürk kişiliğinden gelen erdem, zarafet ve asaleti devlet ciddiyeti ile buluşturmayı hayata geçirebilen az sayıda örnek devlet adamlarından birisi olmuştur. Hayatı boyunca iki kaynaktan gücünü aldı. İlki Atatürk’ün evladı olmak; ikincisi Türk bahriyelisi olmak. Nur içinde yatsın. Önünde saygıyla eğiliyorum.)