İLKFER Müzesi’ndeki yanmış anahtarların hikayesi
Sevgili ağabeyim Vehbi Aydın'ın müzemize hediye ettiği bir anahtarlık demeti dikkatimi çekti. Anahtarlar yanan Turgut Güneri gemisine aitti.
İki hafta önce yayınladığımız Turgut Güneri gemisi yangını ile ilgili yeni gelişmeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
YDO 1967 mezunu Kapt. Erol Çeçen ağabey beni ziyarete geldiğinde yanan Turgut Güneri gemisinden bahsedip lambayı anlatınca güzel bir hikaye çıkacağını anlamıştım.
Ama daha önce, 14 Temmuz 2021’de Pendik Sulzer’de imal edilen ilk makineyi İlkfer Müzesi’nin önüne yerleştirdiğimiz tören sonrasında, sevgili ağabeyim Vehbi Aydın biriktirdiği bazı anı objelerini müzemize hediye etti.
Bu objeler için hem alt yazılarını, hem de konulacak yerleri hazırlarken bir anahtarlık demeti dikkatimi çekti. Elime alıp dikkatlice bakınca Vehbi Aydın Ağabey’in anahtarlık üzerindeki notunu fark ettim.
Anahtarlar yanan Turgut Güneri gemisine aitti. Bu arada gemini hikayesini yayınlamıştık.
Hemen kendisini aradım ve bu hikayeyi bir de ondan dinlemek istediğimi söyledim. Sağolsun beni kırmadı. Geçtiğimiz sayımızda Turgut Güneri gemisinin ikinci kaptanı Erol Çeçen ağabeyimizden dinlediğimiz yangının hikayesini bu kez de geminin süvarisi Vehbi Aydın’ın kaleminden dinliyoruz.
Keşke geminin Başmühendisi Haluk Ağabey de hayatta olsaydı da, o günü bir de ondan dinleyebilseydik. Allah rahmet eylesin.
Müh. İlker Meşe
Vehbi Ağabey’in müzemize hediye ettiği anahtarlıklar.
Bin anda kıyamet koptu
Tarihini net hatırlamıyorum. 1968 yılının Haziran ayıydı. Mersin’den Irak’ın Basra limanı için aldığımız tahıl yükümüz ile Muskat açıklarından Hürmüz Boğazı’na doğru seyrediyorduk. Hava sakin ve mehtaplı bir gece idi. Salon ve kamaraların sıcaklığına dayanamayan ben dahil (ve belki de kaderin tecellisi 2. AŞÇI ve doğal olarak vardiyacılar hariç) tüm personel kıç taraftaki güvertelerde vakit geçiriyorken bir anda kıyamet koptu. Olayın detayı ile ilgili 2.Kapt.Erol Çeçen’in anlattıklarına bir kaç detay daha eklemem gerekiyor. Yangın 10 dakikada yaşam mahallinin tüm katlarını sardı.
Kapılan yanmaz olsaydı böyle olmazdı
Bunun İki önemli sebebi vardı; sıcak havadan dolayı tüm kapı ve pencerelerin açık bırakılmış
olmasının yarattığı ve ısındıkça da şiddetlenen hava kurenderi ve katları birbirinden ayıran otomatik kapanan merdiven başı kapılarının yanmaz malzemeden olmaması. Eğer o kapılar süratle yanmamış olsaydı tahminime göre yangını ana güverte katında boğabilirdik. Bu kapılar bilahare geminin tamiri sırasında fire-tight olarak imal ve monte edildi. Bu konudaki kuralların şekillenmesinde belki de bu tecrübenin ek olarak bir etkisi olmuştur.
Gizli evraklar da yandı
Fotoğraf : Ali Bozoğlu arşivi
Yangında bütün camlar erimişti. Filikalar, makine dairesi, hava fanları kül oldu. Ana malzemesi asbestos olan kaptan kasası içindeki devlete ait ‘gizli’ mühürü olan askeri evrak, gemiye ait bazı evrak ve bir miktar para da kavrulmuş karbon olmuştu. Çocuklar eğlence olsun diye ufalayıp havalarda uçuşturdular. Bahreyn demir yerinde güvertedeki yaşamımızı renklendiren bir olay oldu bu. Aradan aylar geçtikten sonra, Türkiye’ye döndüğümde hakkımda milli sırları ifşadan dava açıldı personelin ufalayıp havaya uçurduğu resmi ve gizli evraklardan dolayı. Neyse ki mahkemeyi ikna edebildik ve kazasız belasız temize çıktık.
Birbirimizi görünce mutlu olduk
Yangın çıkar çıkmaz rahmetli Başmühendis Haluk Özgün ağabey hemen makine dairesine indi. Yangın pompasını çalıştırıp ana makineyi stop etti. Akabinde ön tarafta güverteye açılan su geçirmez kapıdan nöbetçi makine zabiti ve yağcı ile ana güverteye çıkmışlar. Bilahare biz de kıçtan ana güverteye geçince makine dairesi ve köprüüstü gruplarını gördük. Onları görünce felaketin havasından çıkacak kadar mutlu oldum.
Personeli alıp gittim
Makine dairesine alevler erişemedi ama su, buhar ve ısı hasarı epeyce etkili oldu. D/G sabaha kadar çalışmış ve dolayısı ile yangın pompası da kesintisiz çalışarak makine dairesine su akıtmış. Hatırladığıma göre su seviyesi pompa motoruna erişince patlamış ve su basması kendiliğinden son bulmuş. Makine dairesindeki atmosfer elverişsiz olduğundan dolayı gece kimse inip pompayı stop edememiş. Ancak sabah Baş Müh. inip D/G’ü stop edebilmiş veya o da bir sebepten kendiliğinden durmuş. Miş’li anlatmamın sebebi yardım için filikasını bize gönderen M/V King James isimli İngiliz bulk carrier gemisine, gemide bıraktığım 6 kişi dışında kalan tüm personelle gitmiş olmamdır.
İki gün boyunca misafir ettiler
Fotoğraf : Ali Bozoğlu arşivi
O geminin Kaptanı iki gün boyunca başımızda bekledi, gemimize yardım hizmeti verdi bizi yedirdi, içirdi, yatırdı. O geminin personeli benim personelime üst seviyede denizcilik dayanışması gösterdi. Kaptan Campbell telsizcisinin çalışma saatleri sınırlamalarını göz ardı ederek bana muhaberelerimi rahatça yürütmeme yardımcı oldu. Diğer yandan kurtarma yardım teklifinde bulundu ve her ihtimale hazır olmak için bir yandan da çalışmalar yapıyorlardı. Ben de kendisine “halen mevkiimiz itibariyle actual ve acil bir risk olmadığı için acele edemem. Armatörümle görüşüyorum. Kendisi Londra’da. Sizinkiler onunla görüşebilirler” diye cevap verdim.
2. günün sonunda armatörüm Asaf Güneri Bey’den durumu kesinleştiren bir mesaj aldım. Civarda konumlanmış bir deep sea tug için towage agreement bazında (Salvage değil) hatırladığıma göre Bahreyn demir yerine çekme karşılığı 90 bin dolara antlaşma yapmış. Ben bunu Kaptan’a söyledim. Muhakkak ki mutsuz olmuştur ama renk vermedi. Personelimi Türkiye’ye gönderebilsin diye onda bıraktım ve hazırlıklarımızı yapmak üzere içimdeki buruk duyguların verdiği rahatsızlıkla gemiye döndüm. Herkes pişkin olmayı kolay kolay beceremez çünkü. 2-3 günlük seyir müddetince buzluklarda bize nasip olmayan bozulan etlerle köpek balıkları bayram yaptı.
Tentenin altında süngerde yattık
Gemide kalan biz 7 kişi (Çeçen kaptan geçici olarak Türkiye’ye gittikten sonra kalan 6 kişi) güvertede kurduğumuz tentelerin altında sünger yataklarda yattık. Sabahları tentelerin üstünde biriken litrelerce körfez neminin yoğuşan suyunu akıtıyorduk. Her şeyimiz yanmıştı. Yangın gecesi üstümüzde ne vardı ise onunla yasıyorduk. Kendimizi ve kıyafetlerimizi tanktan kovayla çektiğimiz su ile temizliyorduk. Birisi yanan iki gemiye sahip yeni yetme ama motive bir denizcilik firmasının zorluklarını beraberce göğüsleyen mensuplarıydık, sızlanmıyorduk. Pakistan kökenli acentemiz Hamit Bey’den tek beklentimiz belli aralıklarla göndereceği kısıtlı miktardaki kumanyadan ibaretti ki onu da “Mr. Güneri para göndermiyor” diye başımıza kalkıyordu.
Ben kendi personelim ve King James gemisi personeliyle vedalaşıp ayrılarak kendi yarı cansız gemime towage hazırlıkları için dönerken, King James de benim personelimi yurda dönmeleri için karaya çıkarmak maksadı ile en yakında olan Muskat Limanına gitmek üzere yola koyuldu. Bilahare, personelimin James Line’ın Muskat acentesi organizasyonu ile bir gece otelde konaklatıldıktan sonra İstanbul’a gönderildiği bilgisini aldım.
Yardım davası açtılar
Bahreyn demir yerinde iken önemli bir bilgi daha aldım. James Line Bahreyn’deki biri Bahreynli diğeri İngiliz iki avukat marifeti ile Salvage (Kurtarma ve Yardım) iddiasıyla 250 bin dolarlık bir dava açmış ve buna dayanarak arrest (tutma) talebinde bulunmuş. Bahreyn’e demirleyip Japon römorkörünü serbest bıraktıktan sonraki gelişmeleri sıralamayı takiben James Line ile maceramıza döneceğim.
Fotoğraf : Ali Bozoğlu arşivi
Aman boğulma muhterem ağabeyim
Demirlemeyi takiben acentemiz Hamit bey ve devlet görevlileri ile beraber rutin formaliteleri tamamladıktan sonra Liman Başkanı görevlisinin tebliğ ettiği arrest belgesini tebellüğ ettim. İhtiyaçlar listemizi acenteye taktim edip onları yolcu ettik. Çok sıkıldım, gece tuhaf rüyalar gördüm.Ertesi gün İstanbul’dan gelen Şirketimizin Teknik müdürü Mehmet Çanga (dönem arkadaşım) beraberinde gelen heyeti karşıladık.
Duayen avukat sayın Baran ve duayen diye nam salmış sörveyör Kaya Kaptan’ı çok iyi hatırlıyorum. Kaya kaptan hafızamda hala çok canlı. Çırpıntılı denizde motorla gemiye yaklaşırken anlık bir nazarla okuduğu borda draftını baz alarak geminin overload olduğuna kesin inanmış ki (6 noktada draft okuma kuralını önemsemeden/duayen ya) güverteye çıkar çıkmaz benim ”hoş geldin” nezaketime eliyle kulağımı taciz ederek ( ağabey ya) ”Kaptan senin gemin overload” demez mi. Eğri veya doğru bam telime dokunan aliyyül alaları alaya almaya veya ironiye yönelmek Allah’tan bir meziyetim var. ”makine dairesine el feneri ile inersen boğulmamaya dikkat et muhterem ağabeyim. Overload su seviyesini birde oradan oku” dedim.
Fotoğraf : Ali Bozoğlu arşivi
Kendimden bahsetmem ,bu hikayenin konusu ile uyumsuz kaçtı ama bir insana ”hoşgeldin” diyorsun, o sana ”hoş bulduk, geçmiş olsun” diyeceğine tutmuş 36 yaşındaki çiçeği burnunda genç bir kaptanın (güya meslektaşının) kulağına saldırıyor. Muhtemelen arızalı kişisel ruhi formasyonunun güdüsü yanında sigorta kuruluşlarına şirin görünme aşkına bunu yapıyor. Neyse sonunda Hotel Oberoy’daki serin yataklarına gittiler ve biz 7 kişi de güvertedeki nemli süngerlerimizin üstüne uzandık. Mehmet Çanga dışında gelenler bir iki gün sonra istanbula döndüler.
İlk imzayı hep biz atarız
Acentam hakimden benim için randevu alınca ilk Hotel Oberoy’lu günümü yaşadım. Ama başta Haluk ağabeyim ve diğer yoldaşlarıma karşı mahcubiyetle bütün gece cebelleştim durdum.
Hakim Ürdünlü idi. Kibar ve alçak gönüllüydü. Ona maceramızı, King James gemisinde muhatap kaldığımız fazileti anlattım bir yandan ama peşinden hamasete meyledip ”Müslüman bir ülkenin ürettiği tahılı başka bir Müslüman ülkeye taşıyan bir Müslümanın gemisini emperyalistler (hep kolaya kaçmanın yolu ya) bunu hazmedemiyorlar ya haksız yere 250 bin doları söküp alacaklar ya da bu tahılı tutukluluğu uzatarak kurtlandıracak dediysem de bugün hatırladıkça utandığım bu argümanımı Hakim sanırım pek ciddiye almadı ki; ”Sizin ülkeniz Brüksel Konvansiyonunu imzaladı mı?” sorusuna.” Bizim ülkemiz tüm konvansiyonları daima ilk imzalayanlardan olur” dedim.
Fotoğraf : Ali Bozoğlu arşivi
Şüphesiz peşinden gelecek diğer doğru cümleyi ne o sordu ne de ben söyledim. King James bizi sadece asist etti. Salvage’in unsurları oluşmadı. Bana yapılan teklife mücbir sebep oluşmadığı için evet demedim. O geminin kaptanı da eminim benimle benzer görüşteydi. Olmasaydı beni protesto ederdi. Her şey bir tarafa hakim beni sevdi, ben de onu sevdim. Ben hakimin ofisinden ayrıldıktan bir kaç gün sonrasını celse günü ilan etti. Benim avukatım yoktu, karşı tarafta 2 avukat vardı. Argümanlarımızı ileri sürdük Hakim’in sorularını cevapladık. Celseyi kapatırken Hakim maddi delillerimizi sunmamız için bir hafta müddet verdi. Sanıyorum kurtlanma riskini ciddiye almıştı.
Hakimi nasıl ikna ettim?
O bir hafta içinde, Asaf bey ihtiyacım olan delilleri toplamış/toplatmış ve bana ulaştırmıştı.
Celse günü gelince, Hakim karşımdaki avukatlara delillerini sordu. Henüz tamamlayamadıklarını belirttiler ve uzatma istediler. Bana sordu. Düzenlediğim dosyayı taktim ettim ve ekledim. ”Bizim sorumluluğumuz yapılan asistan hizmetinden dolayı karşı tarafın maruz kaldığı masrafları ve yapılan hizmetleri karşılamaktır ki, o da 32 bin küsur dolardır” dedim.
Hakim bir müddet verdiğim dosyayı inceledikten sonra ikiz avukatlara dönerek: ”Sizler iki avukat bir haftada delillerinizi sunamadınız. Bu gariban kaptan (This poor captain) karara yetecek deliller sundu” dedi.
Neden demesin ki; her karşılaşmamızda üstümde hep değişmeyen şıpıdık terlik, kahve renkli kanvas pantolon ve üst tarafta kahve ve kırmızı peçli bir bluzdan ibaret üniforma ile görüyordu. Akabinde kararı irticalen okudu; ”Kaptan, ve/veya armatörü,ve/veya acentesi 32 bin USD parayı mahkeme veznesine yatırdığı anda Liman Başkanına gemiyi serbest bırakması için yazı yazılacak” deyip celseyi kapattı. Asaf Bey’e haber verdim. Beklediğimiz adil sonuçtu bu. Fazla heyecanlanmadık. Asaf bey parayı göndermek için hemen harekete geçti. Ertesi gün bankaya gittim. İran asıllı Kerim bey ile önce gidip Samsonite bir çanta aldık. Bankaya döndük içini 32 bin dolar ile doldurduk. Mahkeme veznesine Kerim’in arabası ile gittik. Parayı yatırdık.
Bahreyn güzelinin yemekleri
O günün akşam yemeğine Kerim, beni ve Mehmet Çanga’yı evine davet etti. Karısı bir önceki sene Bahreyn güzeli seçilmiş. Çok kibar bir hanımefendi idi. Yemekleri de kendisi gibi güzeldi. Samsonite çanta ise o gün bu gündür bir kaç defa daha para kuryeliği görevine devam etti. Ben onu Asaf Bey’in bana hediyesi olarak kabul ediyorum. Tazeliğini koruyor. Ertesi gün otelden ayrılıp gemiye gittim. Yeni kiralanan bir römorkör gemiyi Basra demir yerine çekmek üzere bağlandı. Ben bazı konsolosluk ve diğer işlemler için bir kaç günümü Bağdat ve Basra’da geçirdim.
Bu arada önemli bir hususu atlamayalım. Bahreyn demir yerinde dışarıdan da destek alarak gemiyi denize elverişli bir barç haline getirdik ve ona göre klasladık. Bahreyn-Basra ve Basra-İstanbul bacak seyirleri o belge ile yapıldı.
Fotoğraf : Ali Bozoğlu arşivi
Finito la Nostalgia…
Kapt. Vehbi Aydın
Gemi hakkında kısa bilgiler
2011’den beri serviste değil
IMO Numarası : 6829070
Gemi Adı : FENG HUA
Gemi tipi : Bulk Carrier
Bayrak : China
GT : 9998
DWT (t) : 16500
Toplam Boy (m) : 148
Genişlik (m) : 22
İnşa Yılı : 1969
Gemi Sahiplerinin listesi
ENG HUAHainan Fenghua Marine Co1992
FENG HWA 1Hainan Fenghua Sg Co1990
FENG HUAHainan Fenghua Sg Co1989
TURGUT GUNERIZihni Genizcilik ve Ticaret AS1977
GARDEN SUNTonin Sg Corp1973
GARDEN SUNGarden Sun Sg Ltd1973
GERVALLAA/S Gerrards Rederi1969
Turgut Güneri dostluğu
Turgut Güneri gemisinin hikayesini okuyan sevgili dostumuz Nezih Manavoğlu, geminin yanmasından sonra yaşadığı çok güzel bir anıyı bizimle paylaştı. Bunun için yaşanmış hikayeler yazmayı çok seviyorum. Hem anılar tazeleniyor, hem de yeni yeni hikayeler ekleniyor. Bundan sonrasını Nezih Manavoğlu’ndan dinliyoruz:
Genç armatöre yardım edelim
“Turgut Güneri gemisi yandığında babam Kaptan Süreyya Manavoğlu Erdemir’de Nakliyat Müdürü idi. Rahmetli annemden, babamın o dönem genç bir armatör olan Asaf Güneri’ye destek kredisi verilmesi için Erdemir Yönetim Kurulu’na teklifini götürdüğünü, Asaf Güneri’nin de bu borcu Erdemir’e taşımalar yaparak ödemesini istediğini duymuştum.
Ahde vefa örneği
Babası 12 Mayıs 1978’de, Bolu Dağı’ndaki yoğun bir siste Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kamyoneti ile çarpışması sonucu kaybettik. Babam Yüksek Denizcilik Okulu (YDO) Güverte 1949 mezunuydu. Sınıf arkadaşları arasında Ziya Alkan, Erdoğan Gürdeniz (Burun Erdoğan) ve Abdürrahim Akarsu da vardı. Hatta Abdürrahim Ağabey sonraki yıllarda benim nikah şahitliğimi de yaptı.
Babamın hayatını kaybetmesinin ardından Asaf Güneri evimize kadar gelip başsağlığında bulundu. Anneme, “Ben Nezih’e burs vermek istiyorum Semah Teyze” dediğini hatırlıyorum. Nedeninin de babamın yaptığı yardım olduğunu anneme sorunca öğrendim. İngiltere’ye gidip Manchester’de A Level yaptım. Sonra Southampton Üniversitesi Gemi İnşası Bölümü’nün mülakatlarına gittim. Burada bölüm profesöründen, hem ticari hem de teknik eğitim veren Plymouth Polytechnics’i öğrendim. O okula kaydoldum. Ben mezun olduktan sonra okulun ismi Plymouth Üniversitesi olarak değişti. Pylmouth’tan Deniz Ulaştırması ve Gemi İnşası dalında mezun olan ilk Türk oldum. Benden sonra Metin Kalkavan ve Erhan Bayraktar da o okuldan mezun oldular.
Turgut Güneri’de staj yaptım
1979 yazında, okuldaki birinci senemi bitirdikten sonra Erdemir’den İsdemir’e kömür taşıyan M/V Turgut Güneri’de stajımı yaptım. Staj sonrası 19 saatlik otobüs yolculuğuyla eve döndüğümü dün gibi hatırlıyorum.
Kapt. Süreyya Manavoğlu (YDO, 1949)
“Sevgili dostumuz Ali Bozoğlu yine son anda yetişti ve arşivindeki Turgut Güneri gemisinin yangın sonrası fotoğraflarını gönderdi”
Bu şekilde hikayemiz tamamlanmış oldu”