“Görüş: 5
Gökyüzünün Durumu: c
Denizin Durumu: 8
Rüzgâr yönü: NE
Basınç: 1006”
Gemi beşik gibi sallanıyor…
“Jurnali yazdın mı staj!”
“Yazdım Ağabey…” 
Birinci hafta sonunda ikinci kaptanın kontrolüyle jurnali kendinden emin bir şekilde doldurmaya başlamıştı nihayet… Köprüüstü yalpa müşiri, 20° ile 25° arasında gidip geliyordu. Müşire bakarak kendi özel defterine yazmaya devam etti. 
“…Son liman Ilyichevsk… Kömür tahliye edildi… Yük yok… Sefer talimatı yok… Şirketten haber bekleniyor ve gelen mail ‘yakıt harcamayın’ yönünde…
Sefer talimatı geldiğinde yakıt barcı ile temas kurulacakmış, ancak yakıt gerçekten az. Öyle ki idareli kullanılmazsa vakti geldiğinde barca gidecek kadar bile idare etmezmiş. Az önce çarkçıbaşı saat 15:00 kahvesi için köprüüstüne geldi, bu duruma epey sinirlenmiş görünüyordu… 
Yakın çevrede kara yok, telefon çekmiyor ve personel huysuz; zira gemi boş ve hava kötü olunca içerisi çekilmez durumda… ‘Üzerimizde yol olsa bu denli sallanmayız’ diyor ikinci kaptan… Benim içinse sallanmanın bir sakıncası yok… Hatta bu tehlikeli oyundan keyif almaya başladım… Bazen sallantı öyle bir hal alıyor ki yaşam mahalli merdivenlerini düzayakmışçasına yürüyerek geçebiliyorum. Geminin uzunlamasına yaptığı bu harekete baş – kıç diyorlar…”
Çarkçıbaşı hazırladığı kahveden memnun kalmış görünüyordu, çünkü her zaman espri yaptığını göremezdiniz. Dengede durup kahvesini keyfe keder karıştırmaya çalışırken,
“Nasıl staj, gemi tutuyor mu?” diye sordu.
“Tutmuyor, çarkçıbaşım.” diye karşılık verdi staj. 
“Afferim” dedi çarkçıbaşı. Ve sonrasında ince bir alayla yine üçüncü çarkçıdan yakındı.
“Kamarada kaput olmuştur şimdi! Açın da söyleyin şu herife, gemiye ilk kez çıkmış şu kız kadar olamıyor be…”
Staj utanmıştı… İstediği son şey personelden birilerinin nefretini toplamaktı ve böyle giderse birkaç aya kalmadan üçüncü çarkçıyla problem yaşayacağı belliydi… Çünkü çarkçıbaşı ne zaman üçüncü çarkçıyı yetersiz bulsa ‘şu kız kadar olamıyorsun’ diyerek bir şekilde kendisini de mevzunun içine katıyordu… 
‘Umarım adam benden nefret etmez…’ diye geçirdi içinden… Ve defterine dönmek için masaya eğilmişken Suvari bey ile konuşan çarkçıbaşı yeniden kendisine seslendi.
“Staj!”
“Buyrun çarkçıbaşım!”
“Bir koşu makineye in bakayım, ikinci çarkçı sana bir kağıt verecek”
“Anlaşıldı çarkçıbaşım.” Gemide kullanılan dil, günlük yaşantıda pratiğini yapabileceği cinsten değildi. Ve bazen Türkçe kelimelerle farklı bir uygarlığa ait yabancı bir dilde konuşuyormuş hissine kapılıyordu… Raconları ve kaideleri olan erkeksi bir dil…
“Allah selamet versin” diyerek köprüüstünden ayrıldıktan sonra yaşam mahallinin merdivenlerini baş kıç periyotlarını takip ederek inmeye başladı. Yine düzayak yürüme oyunu oynuyordu ve 7 kat sonra ana güverteye ulaşmıştı… Ancak tam ana makine dairesine yöneleceği sırada şimdiye kadar hiç duymadığı tonda bir ses işitti?
O anda orda olmaması gereken cinsten, kulak tırmalayıcı bir sesti bu… Ana makinenin uğultusunda kaybolan ince bir kadın sesiydi sanki? Küçük bir ikilemden sonra makine dairesini arkasında bırakarak kıç tarafa doğru yürümeye başladı. Adım attıkça daha güçlü işitiyordu ve uğultu her adımda daha tiz bir kadın sesine dönüşüyordu. Kaporta yanına asılmış gemici parkasını sırtına geçirerek dışarı çıktı, rüzgar tuzlu su zerreciklerini tane tane yüzüne üflüyordu adeta?... Ve yüzü tuzlu suya bulaştıkça kadının tiz sesi daha belirgin bir hal alıyordu… 
Puntellere tutunarak kıç taraftan aşağıya sarktı ve
“Aman Tanrım!” diye geçirdi içinden… 
Çünkü saçları su yüzeyinde ışıl ışıl parlayan güzel bir kız 18.000 tonluk bu dökme yük gemisinin kıçında durmuş kuşku dolu gözlerle kendisini süzüyordu.
“Aman Tanrım! Aman Tanrım! Şimdi ne yapmalıyım?”
Geri çekilerek halatlarla sarılı babaların arasında deli tavuk gibi döneniyordu.
Denizde güvenlik dersleri, “asla panik yapma!” diye başlar, prosedür ne idi?
“Man over board! Man over board! Yukarıya haber ver!”
“Ama… Ama bu bizim gemiden değil ki? Deniz de biri var, Denizde biri var Tanrım!”
Toplamı üç beş saniye içinde gerçekleşen bu git geller sırasında dengesini nasıl bulduğuna şaşırarak öylece durdu bir an… Duyduğu kadın sesi yok olmuştu?
“Olamaz! Olamaz! Prosedürü düşünürken kadını kaybettim!” diye geçirdi içinden ve bu korkuyla yeniden puntellere tırmanıp aşağı sarktı. Kadın, köpüren denizin içinde büyük bir sakinlikle duruyor ve sanki denizde olan o değilmiş gibi müthiş bir şaşkınlıkla kendisine bakıyordu…
“Bayan! Sakin olun, şimdi yardım çağıracağım!” diye haykırdı staj.
“Neptün aşkına, sen de kimsin?” diye yanıtladı kadın.
Staj afallamıştı.
“Nasıl yani? Yardıma ihtiyacınız yok mu?”
Solgun yüzüyle gülümseyerek,
“Hayır” dedi kadın. “Ben güvendeyim, ama o basamaktan aşağıya sarkmaya devam edersen aynı şeyi senin için söyleyemeyeceğim…”
Staj şaşkınlıkla geri çekildi ve puntelleri sıkıca tutarak bir basamak aşağıya indi. Rüzgarda savrulmamak için büyük bir çaba harcıyordu.
“Şimdi daha iyi.” dedi kadın gülümseyerek…
Staj, faltaşı gibi açılan gözlerini kısarak seslendi,
“Yani yukarı gelmek istemiyor musunuz?
Gülümseyerek,
“Ah... Tabii ki hayır.” diye yanıtladı kadın. “Ben buraya aitim.” 
“Nasıl yani?”
“Çünkü burada büyük bir gemi mezarlığı var.”
Karadeniz’in dibinde birçok gemi enkazı olduğunu duymuştu ama yine de kadının söylediklerinden bir anlam çıkaramıyordu?… Bir eliyle gözlerini rüzgârdan koruyarak,
“Anlayamıyorum?” diye bağırdı. “Lütfen bekleyin, size bir can simidi atayım!”
Beyaz köpükler arasında gülümseyen kadın bir kaşını havaya kaldırarak kuşkuyla ona bakıyordu.
“İyi bir denizci isen gemilerin de bir ruhu olduğunu biliyor olman gerekirdi?”
“Gemilerin ruhu mu?” 
“Elbette” dedi kadın… “Gemilere her zaman bir kadın ismi verilir, bunu hiç duymadın mı?”
“Evet, bunu biliyorum. Ancak bunun sizinle ne ilgisi var?”
“Çünkü bende o ruhlardan biriyim” diye yanıtladı kadın… “Tüm gemiler dişidir ve hayatları denizde son bulan gemilerin ruhu denizi asla terk etmez… Bir denizkızına dönüşür ve su üzerinde tehlikede olan gemilere yardım eder…”
Puntelleri daha sıkı tutarak, yutkundu staj...
“Yani siz?”
“Evet.” dedi denizkızı büyük bir onurla… “Adım, Uniera ve aslına bakarsan ben Marmara Denizi’nde büyük problemlere sebep olan Independenta’nın kızkardeşiyim. Geminizin hareketsizce su üzerinde beklediğini farkettim. Bir sorun mu var?”
Nasıl bir tepki vereceğini bilemeden,
“Hayır..”. diye mırıldandı staj. “Biz sadece sefer talimatı bekliyoruz ve bu süreçte yakıt harcamamamız söylendi.”
“Anlıyorum.” diye mırıldandı denizkızı. “O halde gidebilirim.”
Staj büyük bir ciddiyetle dinliyordu… Denizkızı, kumral saçlarını köpükler arasında savurarak hafifçe uzaklaştı. Ancak suyun altına dalmadan önce yeniden kıç tarafa yaklaşarak gülümsedi.
“Senden bir şey isteyebilir miyim?”
“Elbette” dedi staj merakla bekleyerek…
“Eğer rotanız güneye döner de Marmara’dan geçerseniz lütfen kardeşime selam söyleyin ve dikkatli seyredin, zira kendisi Marmara’nın en tehlikeli ruhlarından biridir.”
“Tehlikeli mi?”
Denizkızı mahcup bir ifadeyle başını öne eğdi…
“Evet… Maalesef biraz asi ve hırçındır… 
Aslında isminin özelliklerini taşıyor, biz kızkardeşler arasında özgürlüğüne en düşkün olanımız Independenta’dır… Ancak buna rağmen Marmara’yı bırakamıyor… Ve içindeki öfke dinmediği için bizim de Marmara’ya girmemize izin vermiyor… Onu görmek için yaptığımız her deneme maalesef büyük bir fırtınaya sebep oluyor ve İstanbul’a büyük zarar veriyor. Bir önceki girişimimiz daha geçen ay felaketlere sebep oldu…”
Stajın gözleri şaşkınlıktan fal taşı gibi açılmıştı…
“Geçen ay mı? Yani Haydarpaşa Limanı’ndaki vinçlerin devrilmesine sebep olan o fırtına?..”
Çaresizce başını salladı Uniera…
“Evet… Bu Independenta’ydı… Ama bunun için onu suçlayamam, çünkü üzerinde kaybolan 43 denizci için çok üzgün ve hala fırtınalar kopararak o denizcilerin kayıp ruhlarını arıyor.”
Duyduklarından bir parça ürkmesine rağmen, bunu hiç belli etmeyerek
“Anlıyorum!” dedi staj. “Fakat bunu nasıl yapacağım? Yani selamınızı kızkardeşinize nasıl ileteceğim?”
Denizkızı gülümseyerek, 
“Oraya vardığında ona benim ismimle fısılda…” dedi. “Ve seni duyduğunu anladığında ‘Cântec de Leagan’ demen yeterli….”
“Cântec de Leagan mı?” 
“Evet…” dedi denizkızı… “Bu bir Romen ninnisidir ve bunu duymak ona huzur verecektir...”
“Ve bizi de daha güvende tutacaktır?” diyerek gülümsedi staj. Duyduğu tedirginlikten kurtulup espri yapacak kadar cesareti vardı artık…
Uniera’nın yüzünde çocuksu bir tebessüm belirdi o an.
“Evet, bu sizin için de faydalı olacaktır küçük hanım.”
Karşılıklı gülümseyerek birbirlerine baktılar. Dalgalar arasında yapılan bu küçük sohbet sona ermiş; ayrılma vakti gelmişti artık… 
Puntelleri sıkıca tutarak son bir kez aşağı sarktı staj… Ve Uniera’ya elinden geldiğince çok yaklaşarak büyük bir ciddiyetle söz verdi.
“Selamınızı mutlaka ileteceğim…”
Denizkızının teşekkürleri Karadeniz’in beyaz köpükleri arasında kaybolurken, kendi kendine ‘Cântec de Leagan’ diye tekrar ediyordu staj… Vakti geldiğinde Marmara’nın kayıp ruhuna söylemek için bu ninninin adını unutmaktan korkuyordu belli ki...
Puntellerden inip makine dairesine doğru yürürken bilmediği bir dilde hiç duymadığı bir melodi mırıldandığının farkında bile değildi oysa…