Umman Denizi ve Seydi Ali Halleri (Denizci Günlüğü 7)
Kâtip Çelebi; şimdilerde kullanılmayan eski bir deyimden bahseder ve “Başına Seydi Ali halleri geldi” sözünü büyük Türk denizcisinin maceraları ile anlatır. İşte Umman Denizini geçerken benimde başımdan “Seydi Ali Halleri” geçmişti. Her ne kadar 2009 yılından sonraki seferlerle ilgili olsa da bu tehlikeli Hint Okyanusunda özellikle de “Yaz Musonları” başladığında çok dikkatli olmak gerekir. Zira bir defasında Hindistan’ın güneyinde gemim batmıştı. Şükür bütün personelim sağ olarak kurtulup yuvasına döndü lakin bir gemi kaptanı için yıpratıcı etkisi çok büyük olan bu hadiseyi yaşamış oldum.
Seydi Ali Reis’ten farklı olarak gemilerimle Hint Okyanusundan defalarca geçmiş ve sahili selamete ulaşmıştım lakin bir defasında Hint Okyanusunun derinliklerine bir gemi de bırakmıştım. Benzerliğimiz işte buradan kaynaklanıyor. Gerçekten de yıpratıcı ve uzun bir süreçten sonra kara yolculuğu ile vatanıma dönmüştüm. Şimdi gelelim Seydi Ali Reis’in maceralarına…
Seydi Ali Reis, Rodos Adasının fethinde bulunmuş, Barbaros Hayreddin ve Sinan Paşa ile birlikte Preveze Deniz Savaşı da dâhil olmak üzere Akdeniz’de çeşitli savaşlara katılmış bir büyük kaptandır. Sultan Süleyman, Mısır kaptanlığını kendisine vererek, Piri Reis’ten arta kalan Osmanlı Donanmasını Basra’dan alıp Süveyş’e getirmesini emreder. 1552 Aralık ayında İstanbul’dan hareket eder ve uzun bir kara yolculuğu sonunda Basra’da bulunan Donanmanın başına geçer.
Donanmayı getirirken Umman Denizinde Portekizlilerle iki büyük deniz savaşında bulunur. O tarihlerde dünyanın en namdar denizcisi olan Portakallarla (Portekizlilere Osmanlılar böyle derdi) dişe diş bir savaş yaşamış ve birkaç gemilerini batırmıştı.
Düşmana büyük zararlar vermiştir lâkin Muson fırtınaları Seydi Ali Reis’e daha ciddi sorunlar yaşatmıştı. Öyle ki Yaz Musonlarında meydana gelen şiddetli lodos fırtınaları gemileri ile beraber bu kahramanları Hindistan kıyılarına kadar sürükleyecektir.
Bazı gemiler fırtınada batar. Yine de elde kalan gemilerle sahile ulaşır. Fakat gelin görün ki gemiler öylesine yıpranmış ve hasar almıştır ki deniz yolundan Süveyş’e gelmenin imkanı kalmamıştır.
Müslüman Hint Devletlerinin yöneticileri ile görüşmeler yaparak Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkiler kurar. Bu devlet yöneticilerinin mektup ve hediyelerini alarak karadan İstanbul’a doğru yola çıkar. Fakat yolda başına gelmedik iş kalmaz. Savaşlara katılır. Defalarca denizcileri ile birlikte ölümden döner. Fakat Allah’ın izni ile dört yıl sonra İstanbul’a dönmeye muvaffak olur.
Donanmasını kaybettiği halde Piri Reis’in aksine Padişah’tan iltifat görür. Başından geçen olayları kitap haline getirir. İşte insanın başından geçen türlü türlü musibetlerden dolayı uzun yıllar boyunca “Seydi Ali halleri” deyiminin kullanılması bu büyük denizci için kullanılmıştır.
Seydi Ali Reis’in başına gelenlerin bir kısmına da ben şahit olmuştum. Gemimiz Hindistan açıklarında orta kesiminden yırtılmıştı. Personeli tahliye ederek sağ salim kurtarmıştım lakin kısa bir müddet sonra gemimiz yırtılan bölgeden ikiye ayrılarak bölünmüş ve Hint Okyanusunda batmıştı.
Uzun bir müddet Hindistan’da kalmış ve sigorta işlemleri için beklemiştik. Sonunda hem gemi hem de yük sahibi de sigortadan parasını almış zarardan kurtarmıştı. Hatta gemi sahibi 30 yaşını geçmesi nedeniyle hurdaya ayrılma zamanı geldiği için karlı dahi sayılabilirdi. Fakat gemi kaptanı olarak geminin batarken yaşadığım o feci sahneler hala aklımdan çıkmaz. Gemi personelini emniyetli bir şekilde filikalara bindirmiş ve gemide sadece ben kalmıştım. Daha sonra sancak filika iskele taraftan şeytan çarmıhının yanına kadar geldi ve buradan beni de aldı. Artık ikiye bölünen gemimde kimse kalmamıştı ve yavaş yavaş sulara gömülüyordu.
Gemimizde 24 bin ton demir cevheri vardı. Bu nedenle çevre için zararı neredeyse yok gibiydi. Hatta deniz canlılarına yuva olarak belki faydalı bile olmuştur. Lakin yıllarca yaşadığım bu kötü hatıra hala rüyalarıma girmektedir. Türkçede bir söz vardır “ne oldu! gemin mi battı da böyle üzülüyorsun” derler ya işte bunun gibi uzunca bir müddet bu olayı yaşamaya devam ettim.
Yine bir başka seferde bu sefer Güney Kore’den satın alınan bir gemiyi Türkiye’ye getirmek üzere Yaz Musonlarına yakalanmıştım. Gemimiz küçük olmakla birlikte bir de iki aylık bir seferde boş dönmemek için rulo saç yükünü yüklemiştik. Fırtına da dev dalgalar arasında adeta fındıkkabuğu gibi kalmıştık. Nihayet Sokotra adasına varıp kuzeyine demirlemeye muvaffak olmuştum. Fakat yine bir fırtına mevsimi idi ve gemide su, yakıt ve yiyecek tükenme noktasına gelmişti.
Çaresiz “Vira Bismillah” deyip yeniden yola çıktık. Fakat dalgalar ile savaşmak mümkün değildi. Zaten fırtınadan daima deniz galip çıkar. Bu nedenle denizle kavga etmeye gerek yoktur. Bu nedenle Somali sahillerine ulaşmak yerine rotayı kuzeye çevirip gemiye olan etkisini azaltmaya çalıştım. İyi de etmişim akşama doğru Umman sahillerine yaklaşmış yüksek basınç nedeni ile fırtınanın etkisinden yavaş yavaş kurtulmuştuk. Artık asıl rotamıza dönebilirdik. Aden den su ve Cidde den yakıt ikmalini yaparak Süveyş Kanalı üzerinden Türkiye’ye geldik. Bu arada cayromuz bozulmuş emektar pusulamız ile yola devam etmiştik.
Bundan başka defalarca azgın Hint Okyanusundan geçmiştim. Yine unutamadığım bir başka olay da korsanlar cirit atarken gemi makinasının arıza yapmış olması idi. Halbuki Çarkçıbaşına Kızıldeniz’de iken bakım yapması için demirleyebileceğimi ve her geçen gün bir geminin korsanlar tarafından ele geçirildiği bu sularda makinanın çok önemli olduğunu defalarca söylemiştim.
Bir değil tam iki defa stop ettik toplamda bir gün boyunca öyle hareketsiz kalıp Aden Korsanları için kolay bir yem oluvermiştik. Ana makine kaver kapağı değiştirilmiş sonunda makinayı tekrar çalıştırmaya muvaffak olmuştuk. Lakin yaşadığımız stresi unutmak mümkün değildi. Belki de mide rahatsızlığımın sebebi işte bu sularda yaşadığım talihsizlikler olsa gerekti.
Her ne ise… Bu olaylardan kendimce çıkarılacak dersler şunlardır. Demek ki bu dünya bir imtihan dünyasıdır. Cenâb-ı Allah, insanlara bazen musîbetler verir, “Bakalım sabır edebiliyor mu?”; bazen de büyük nimetler verir, “Bakalım şükretmesini biliyor mu?” diye.
Evet, insan kendisine verilen sabır kuvvetini sağda solda dağıtmazsa her türlü güçlüğe kâfî gelebilir. Seydi Ali Reis’in ve benim başıma gelenler ne kadar güç ve dayanması zor musibetler olsa da eğer insan sabretmesini bilirse hepsinin altından rahatça kalkabilir. Acz ve zaafın gücü ile Rabbine yöneldiğin takdirde hiçbir kuvvet seni mağlûp edemez. Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmaya da gerek yoktur.
Asıl büyük ve ciddî belâ; insanın dinine gelen musibettir. Allah korusun imanını kaybeden bir insanın başına gelebilecek bundan daha kötü bir şey olamaz. Dünya hayatı geçici olduğundan hem de sür'atle akıp gittiğinden her türlü belâ ve musibete katlanmak mümkündür. Fakat inançsızlık bir insanı ele geçirdi ise, hem dünyası kararır hem de ahiretteki ebedi hayatı kararacaktır. İşte asıl bundan korkmak gerekir. Rabbim, hepimizi altından kalkamayacağımız musibetlerden korusun…