Merhaba sevgili denizseverler,DenizHaber.com internet gazetesinde bu 2. yazımda sizlerle tekrar beraber olmaktan mutluluk duyuyorum. Yazılarımın çizgisi ve kendim hakkında kısa bilgiler vererek yani kısaca sizlerle tanışarak bu yazıma başlamayı uygun görd

Merhaba sevgili denizseverler,

DenizHaber.com internet gazetesinde bu 2. yazımda sizlerle tekrar beraber olmaktan mutluluk duyuyorum. Yazılarımın çizgisi ve kendim hakkında kısa bilgiler vererek yani kısaca sizlerle tanışarak bu yazıma başlamayı uygun gördüm.

İstanbul doğumluyum. İstanbul’da çocukların sokaklarda oynayabildikleri, leblebi tozu yiyebildikleri zamanlar. Bir plastik topa sahip olabilmek için biriken harçlıkların zamanı. Çocukların kirlenebildikleri, Jules Verne romanlarını okumak için zaman ayırabildikleri günler. Bilgisayarın sadece bilim-kurgu filmlerinde görülebildiği, zamanın yavaş aktığı yıllar. Denizi de o yıllarda keşfetmiştim. Küçük yaşlardan itibaren beni sardı, güzelliğiyle büyüledi, hırçınlığıyla saygımı kazandı. Doğa, onun parçası deniz, okumak, edebiyat gençliğime damga vuran olgulardı.  Öğrencilik yıllarında “hangi işi yapmalısınız” ana fikrinde bir testin sonucu gayet açıktı. Doğa ile ilgili bir iş seçmeliymişim. Yüksek Denizcilik Okulu ile tanışma, okulun 12 Eylül sonrası Askeriyeye bağlanan geçici yönetimiyle didişme, okuma, hayatı öğrenme ve ‘87 yılında mezuniyet. Sonrası deniz ile tanışma, kucaklaşma, vedalaşma. ‘93 yılında başlayan İstanbul metropol hayatı.  Deniz ile ilgili, ondan kopmadan başlayan kara hayatı. Sonunda bugünün dünyası ve hızlanan zamanda ben.

Özellikle kara hayatının ilk yıllarında tutunabilmek için çırpınmalarda, unutulan doğadan uzak kalmanın verdiği boşluğu çok hissettim. İnsan para kazanma hırsı ile metropolde yaptığı koşuşturmalarda yaradılış nedenini unutabiliyor, yaşamı unutabiliyor. Deniz, dağ, bütün doğa aslında insanı yaşama döndürmek için bekliyor. Biz onu yok etmeye çalışırken o bizi kucaklamayı bekliyor. Yıllar sonrasında doğayı kucaklayarak her fırsatta çıktığım Anadolu ve dünya gezileri ile metropol hayatından uzaklaşmaya çalışıp benliğimi hatırlamaya çalıştım. Gerçekten de geziler değişik sosyal yapıları, coğrafyayı soluyabildiğimiz, yaşamın zevkine vardığımız anlardır. İnsanı kendine getirip dünyaya kayıtsız kalmasını engeller. Bu geziler önyargılardan uzak tüm toplumları olduğu gibi kabul etmeye, hoşgörülü olmaya iter insanı.
Başından sonuna her olgu bu yönde çalışır. Dünyayı tanıdığınızda kilometrelerce uzaktan bombalama emirleri veremezsiniz öyle kolay kolay.

Kısacası dünya güzeli bir şehirde doğdum, oynadım (artık oynayamıyorum bahçemiz kalmadığından ve arkadaşlarımın hepsi büyüdüğünden), okulları bitirdim, okudum, okuyorum, karşı çıktım, hâlâ çıkıyorum, evlendim, seviyorum, çalıştım, çalışıyorum, hayvan ve doğa benim için çok anlamlıydı, daha da anlamlandı, gezdim, severek gezmeye devam ediyorum ve yazmaya çalışıyorum.
 
Yazılarımda ana fikir olarak denizi çok boyutlu düşünerek ele almaya çalışacağım; kimi zaman teknik, kimi zaman sosyal içerikli ve toplumsal ama her zaman doğanın, insanın yanında olarak. Konuşulmayanlar yazılacak, hissedilenler keşfedilecek, duayenlerle, gezginlerle bilgiler paylaşılacak, kimi zaman da büyüklere masallar anlatılacak. Hareketli bir köşe olacak anlayacağınız.

O halde yeri gelmişken, doğadan bir nefes alarak başlayalım bu sefer. Hep ikinci plana attığımız, varoluşumuzun temeli doğa.

Denizi dağı ayırmadan benimle birlikte yolculuğa başlayın. Örneğin; sizinle beraber bir kasabaya uçalım. Yol üstünde bir nehrin üstünde yapılacak olan baraj nedeniyle sular altında kalacak olan geleceği belirsiz kasabada mola verelim. Orada alışveriş yaparken ileride sular altında kalacağını düşünelim bu dükkanın. Zor bir durum. Dükkan sahibi atalarından kalma bu toprakları terketmek zorunda kalacak. Kısa bir süre sonra para üstü veremeyecek, belirsiz bir geleceğe yelken açacak. Birkaç jenarasyon ailesi gurbet psikolojisi ile yaşayacak. Yurtları ise ulaşılmaz sular altında kalacak. Yol üzerinde barajın inşasına bakalım. Hummalı bir şekilde çalışan dev araçların, baraj gölü oluşumuyla meydana gelecek bitki örtüsü ve iklim değişikliğine aldırmaksızın aralıksız çalışmalarını izleyelim. Her şey insanlık için!!!

Kamp yaparak dağları aşalım sizinle. Dağları aşalım ve denize ulaşalım. Doğa ziyaretçilere iltimas geçmez. Her zamanki gibi davranır. O yüzden heyelanlar, yağmur, dolu metropol insanı olan bizleri zorlayabilir; dikkatli olun. O kadar uzaklaştık ki. İçimizde değişik bir his var ama anlamlandıramıyoruz daha. Bir düşünün, en son ne zaman yağmur altında ıslandınız? Arabanıza veya bir saçak altına kaçmadan . Yağmuru en son ne zaman sevdiniz, en son ne zaman okşadınız, en son ne zaman damlacıkların ruhunuzu arıtmasına izin verdiniz? En son ne zaman toprağı ellediniz ellerinizin kirlenmesini göze alarak? En son ne zaman doğanın bir parçası olduğunuzu hatırlayıp onunla bütünleştiniz?

Bu soruları sormuyorduk daha önce kendimize. Aynı okyanusun ortası gibi, 3000 metrenin üstünde kurulan kamplarda sessiz geceler, yıldızların parlaklığı ve yakınlığı neden olabilir mi hatırlamamıza? Sabahları güneş doğarken uyanıp dağlara bakarak çekilen nefes ve alınan oksijenin sebep olduğu mutluluk sarhoşluğu. Hani bazen tam göğsünüzde bir mutluluk hissedersiniz, o mutluluk benliğinizden taşar. İşte her sabah o dağlar, ovalar kucaklıyor bizleri ve içimiz içimize sığmıyor.

İnsan gerçekten de bu bütünlük karşısında savaşların, çevre kirliliği ve küresel ısınmaya neden olan etkenlerin bizi nelerden mahrum bırakacağının farkına varıyor. Bu farkındalık metropollerin uyuşturduğu insanı kendine getiriyor ve çevremizde meydana gelen olaylara karşı pasiflikle, yılgınlıkla tepkisiz kalmamamız gerekliliğini yüzümüze çarpıyor. Doğayı, onunla savaşmayı, bütünleşmeyi kısacası onun parçası olduğumuzu tekrar hatırlamamıza neden oluyor. Biz insanoğlunun doğa üstü bir yaratık olmadığını, doğa karşısında nasıl çaresiz kalabildiğini yediğimiz şamarlar bize bir kez daha gösteriyor. Değişken ve mevsim normallerine uymayan iklim koşulları küresel ısınmanın canlı örneği olarak karşımıza dikiliyor. Bunların yanında buzul göllerinin, rengarenk çiçeklerin, kimi zaman bilim-kurgu filmini andıran kayalı, sisli, karlı geçit görüntülerinin karşısında yaşadığımız müthiş anlar doğanın muteşem yönünü gözler önüne seriyor.

Dağları aşıyoruz beraberce . Ufukta deniz, her zamanki gibi belirsiz ve mutlak güzel.

O an yaşamı içimizde hissediyoruz, yüzümüzdeki istem dışı gülümseme ile…