İLKFER Müzesi’ndeki anahtarlığın hikayesi

S/S Tarsus, büyük yangına kendini siper etmiş, yüzlerce insanı ve yalıyı zarar görmekten korumuştu.

D.B.Deniz Nakliyatı’nda çalışırken, hepimizin ismini duyduğu ve zaman çekindiği meşhur kaptanlarımız ve baş mühendislerimiz vardı. Bu tecrübeli denizcilerin hemen hemen hepsinin de denizciler arasında bilinen birer lakabı mevcuttu. Köpek İhsan, Dansöz İlhan, Topal Zeki, Dik İsmet, Çingene Nuri, Uzun Yılmaz, Prens Abbas, Kürt Ziya, Fok Necmi, Makine Güverte Şükrü, Hortum Nuri, Boston Nuri, Çakal Ziya, Boksör Cemil, Kaz Muzaffer, Kör Mehmet Ali, Kedi Seyfi, Tahta Kazım, Hamal Kemal, Marsık, Goril, Çingene, Çürük Ziya, Kereviz Ali, Ölü Burhan, Kalas Süreyya, Boy Kemal, Padişah, Krom Sadi… Kimisi ile yolum gemilerde, kimisi ile de karada kesişti.

Bir gün sevgili dostum Mustafa Mükan elinde bir anahtarlıkla bana geldiğinde, Çingene Nuri lakaplı Baş Mühendis Nurettin Mükan ile tanışacağımı ve o anahtarlığın İlkfer Müzesi’nde müstesna bir yer edineceğini bilmiyordum.

Mustafa, elindeki anahtarları gösterip, “Bunlar nerenin anahtarları biliyor musun” diye sordu. Şaşkınlıkla anahtarlara bakıyor, aklımdan tahminler geçiriyordum ki cevabı da kendisi verdi: “Bunlar Tarsus gemisindeki ikinci mühendis kamarasının anahtarları.”

– Tarsus Gemisi 2.Mühendis Nurettin Mükan’ın kamarasının anahtarı

Anladım ki, tarihte güzel bir yolculuğa çıkacağız. Haydi hep birlikte gidelim:

Boğaz’ı yakan kaza

Takvimler 14 Aralık 1960’ı gösteriyor. İstanbullular birkaç saat sonra olacaklardan habersiz uykuda. Boğaziçi sakinleri saat 02.30 sıralarında müthiş bir patlamayla uyanıyor. Kış gecesinin zifiri karanlığı denizden yükselen apartman boyundaki alevlerle aydınlanıyor. Adeta Boğaz yanıyor. Alevlerin sıcağı, olan biteni anlamak için kıyıda toplananların yüzlerine vuruyor. Kısa süre sonra anlaşılıyor ki, Yunan bayraklı World Harmony ile Yugoslav bayraklı petrol tankeri Peter Zoranic çatışmış.

Yunan gemisi işareti görmeyince

Kayıtlara göre, Kaptan Aristidis Barçis yönetimindeki 33 bin tonluk Yunan gemisi World Harmony boş olarak Pire’den hareket etmiş Rusya’nın Novoroski Limanı’na akaryakıt yüklemeye gidiyor. Rusya’nın Tuapse Limanı’ndan çıkış yapan 26 bin tonluk Yugoslav tankeri Peter Zoranic ise taşıdığı 12 bin ton benzin ve 10 bin ton petrolle Hamburg’a gitmek üzere Boğaz’da yol alıyor. İki tanker Boğaziçi’nin en dar geçitlerinden biri olan Kanlıca -İstinye arasında karşılaşıyor. Yugoslav tankeri Boğaz trafiği kuralına göre sağdan geçecek. İşareti veriyor ve yol istiyor. Yunan gemisindekiler ise işareti fark etmiyorlar ve iki gemi çatışıyor. Peter Zoranic’in burnu World Harmony’nin karın kısmına giriyor. Yugoslav tankerinde çıkan yangın kısa zamanda Yunan gemisine de sıçrıyor. Korkulan senaryo saniyeler içinde gerçekleşiyor. Peter Zoranic’in tanklarındaki akaryakıt tutuşuyor.

Gövdesini İstanbul’a siper eden gemi

Her iki gemideki mürettebatın bir kısmı panikle suya atlayıp sahile doğru yüzmeye başlıyor. Gövdesinden büyük darbe yiyen Yunan gemisi ise halen hareket halinde. İki gemi birden Boğaz’ın sert akıntısıyla sürüklenmeye başlıyor. Saatler 03.20’yi gösterdiğinde Yugoslav tankeri, birkaç gün sonra Amerika’ya gitmek için İstinye Tersanesi havuzunda bekleyen Tarsus vapuruna yaslanıyor. Zoranic’in dev alevleri Tarsus’un da güvertesine sıçrıyor. Tarsus adeta gövdesini siper ederek, alevlerin kıyıya ulaşmasını engelliyor ve facianın önüne geçiyor. Tarsus olmasa Yugoslav tankeri belki de yalılara yaslanacak ve Boğaziçi’ni adeta küle çevirecek.

Kahraman balıkçılar yardıma koştu

Yugoslav gemisi Tarsus’u tutuşturduktan sonra akıntıyla yine sürüklenmeye başlıyor. Hem Yunan hem Yugoslav gemisi Beykoz Koyu’na sürükleniyor. Faciayı izlemek için sahilde toplanan Beykozlular, alevlerin sahildeki iki benzin deposuna ulaşmaması için dualar okurken, denizde canını kurtarmak isteyen gemi personelleri görünüyor. Beykozlu balıkçılar kendi canlarını hiçe sayarak asılıyorlar küreklere. Bazı personel kurtarılıyor, hastaneye yetiştiriliyor.
Saat 05.00: Peter Zoranic’in yorgun gövdesi Beykoz Selviburnu açıklarına oturuyor. Gemiden yoğun dumanın yanı sıra zaman zaman alevler de yükseliyor. Yunan tankeri ise o esnada Beykoz İskelesi’nin yanına kadar sokulmuş, ileri geri hareket ediyor. Birkaç saat sonra da iskelenin yakınında karaya oturuyor.

49 can gitti

Dönemin Yugoslav kaynaklarına göre kazada Zoranic Gemisi’nden 21 kişi öldü. Kaza sırasında gemide bulunan denizci Bernardo Mariçeviç, Asya tarafına yaklaşık 200 metre mesafede denize düşenlerin kurtulamadığını çünkü kuvvetli rüzgarın onları ateşe doğru ittiğini söylüyor. Avrupa yakasına yakın olanlarınsa kıyıya ulaşmayı başardığını ifade ediyor. Yunan medyasıysa World Harmony’den, aralarında gemi kaptanının da bulunduğu 28 denizciyle birlikte ikinci kaptanın eşinin öldüğünü kaydediyor. Kazada Boğaz’ın sularına yaklaşık 20 bin ton petrol döküldü. Cesetler günler sonra kıyılara vurdu. 56 gün süren gemi yangını Boğaz’ı kasıp kavurdu. Boğaz’da oturanlar yaklaşık 3 ay diken üstünde yaşadı.

Babadan emanet anahtar

Ertesi gün, vardiyasına gitmek için evinden çıkan 2.Mühendis Nurettin Mükan İstinye’ye geldiğinde geminin yanmış halini görünce gözyaşlarını tutamaz ve bugün müzemizde olan kamarasının anahtarını saklayarak oğluna emanet eder. Mustafa Mükan da bu anahtarları bizlere emanet ederek Tarsus Gemisi’nde vefat eden bütün denizcilerin ruhlarına dualar göndermemize vesile olur.

Kıçımda donla kalakaldım

Sevgili Mustafa Mükan babasıyla ilgili anılarına şöyle devam ediyor: “Tarsus gemisinde okul mezunları pek çalışmak istemiyorlar. 58 mezunu Latif Atasever 3.müh. olarak uzun süre çalışıyor babamla birlikte. Geminin Baş Mühendisi Fenin Eralp (1940-MK), Kaptanı Necdet Or. Ayrıca İstinye’deki havuz sonrasında gemiye vardiya zabiti olarak Müh.Yılmaz Torlak da (1957-MK) katılıyor. Gemide Müh.Tayyar Kuşçu (1960-MK) da vardiya mühendisi. Denize atlayanlardan birisi de o.

Yılmaz Torlak gemiye yeni katılıyor. İstinye önüne çıkıp gemiyi demirliyor. Babam Yılmaz Torlak ile bizzat ilgileniyor çünkü o dönem okul mezunu genç bir vardiya zabiti bulmuş. Gemiyi tanıtıyor…

Yılmaz Ağabey babamı gemiden yolcu ederken, babam elini Yılmaz Ağabey’in omuzuna koyuyor. ‘Gemi önce Allah’a sonra da size emanet’ diyerek gemiden iniyor… Ben Yılmaz Ağabey’le yıllar sonra Genel Denizcilik’te karşılaşınca anlatmıştı… Gemiye yangın sonrasında ilk çıkanlardan birisi babam olmuş. ‘Bırak çıkmayı, gemiye yaklaşmak bile büyük riskti’ demişti. ‘Gemiyi bize emanet etti gitti, ancak 24 saat bile emaneti koruyamadık’ diye de yaşadıklarını anlatmıştı. Yangına mevcut personelle, cesaretle müdahale etmiş gemi… Ancak taze boyalı olmasının da etkisi olmalı, bir anda alevler gemiye yayılınca yapacak pek de bir şeyleri kalmamış olmalı… Babamın bütün eşyası, evrakı, gemi adamı cüzdanı ve diğerleri, kısacası her şeyi yanmış…Rahmetli, ‘kıçımdaki donla kaldım’ derdi.”

Yugoslav gemisinde şehit olan kılavuz kaptan

Tarsus’un kaybı çok acıydı ama işletme için bundan daha acı olan, Yugoslav gemisi Peter Zoranic’te şehit olan Kılavuz Kaptan Cevdet Çubukçu’nun kaybıydı. Pilot Cevdet Çubukcu avucunun içi gibi bildiği İstanbul Boğazı’nda, kendi suçu olmayan bir kazada şehit olmuştu. Şehit kaptanın ismi, 1976’da İzmir Alaybey Tersanesi’nde inşa edilen bir römorköre verildi.

O gemi kazasında Beykoz havaya uçabilirdi…!

O dönem Akşam Gazetesi’nden Mehmet Şimsek’in yaptığı röportajlarla olayın büyüklüğünü ortaya çıkartıyor. Olaya hem iki gemi, hem de Beykoz halkının yaşadıkları ile çok başka gözden bakarak çok güzel bir gazetecilik örneği veriyor. Mehmet Şimşek yaşananları şöyle anlatıyor:

Yunan bayraklı gemi World Harmony ile Yugoslav bandıralı petrol tankeri Peter Zoranic çarpıştığında Beykoz’un havaya uçurması işten bile değildi.

1960’da Boğaziçi’nde yaşanan gemi kazası İstanbullulara neredeyse Hollywood filmlerinden fırlamış bir senaryoyu yaşattı. Kimi korkudan bebeğini düşürdü kimi memleketine dönmek için bavulunu hazırladı… 25 Eylül-1 Ekim arasında kutlanan İtfaiyecilik Haftası’nı vesile ederek, bu faciayı ve facia sırasında gecesini gündüzüne katarak çalışan İstanbul İtfaiyesi’ni hatırladık. Olay sırasında İstinye İtfaiyesi’nde çalışan isimsiz kahraman Mansur Şişmanoğlu’nun oğlu Rafet Şişmanoğlu ve kızı Emine Aydın tanıklığında geçmişe bir yolculuk yaptık.

Bundan 56 sene önceydi… Takvimler 1960 Aralık ayının 14’ünü gösterirken İstanbullular birkaç saat sonra olacaklardan habersiz uykuya yatmıştı. Boğaziçi sakinleri saat 02.30 sularında müthiş bir patlamayla uyandı. Kış gecesinin zifiri karanlığı birdenbire aydınlandı. Deniz adeta tutuşmuştu! Patlamayla birlikte Kanlıca açıklarında beliren alev topları göğe yükseliyor sarsıntıyla uyanan iki yaka sakinleri karşı tarafı gündüz gibi görüyordu. Sabahı beklemeye gerek kalmadan ortalık çoktan ışımıştı bile. Hadise kısa zamanda anlaşıldı; Yunan bayraklı gemi World Harmony ile Yugoslav bandıralı petrol tankeri Peter Zoranic çarpışmıştı.

İki dev Boğaz’ın en dar yerinde

Müthiş facia şöyle gelişti: Kaptan Aristidis Barçis yönetimindeki 33 bin tonluk Yunan gemisi World Harmony, boş olarak Pire’den hareket etmiş Rusya’nın Novoroski Limanı’na akaryakıt yüklemeye gidiyordu. Rusya’nın Tuapse Limanı’ndan çıkış yapan 26 bin tonluk Yugoslav tankeri Peter Zoranic ise taşıdığı 12 bin ton benzin ve 10 bin ton petrolle Hamburg’a gitmek üzere Boğaz’da yol alıyordu. İki tanker Boğaziçi’nin en dar geçitlerinden biri olan Kanlıca-İstinye arasında karşılaştı. Yugoslav tankeri Boğaz trafiği kuralına görsağdan geçecekti, işaret verdi ve yol istedi. Yunan gemisi işareti göremeyince olanlar oldu. İki gemi çarpmışmış, Peter Zoranic’in burnu World Harmony’nin karın kısmına girmişti. Yugoslav tankerinde çıkan yangın kısa zamanda diğerine sıçradı ve korkulan senaryo gerçekleşti: Peter Zoranic’in deposundaki akaryakıt tutuştu.

Boş bir sandal gibi savruldular

Her iki gemide bulunan mürettebatın bir bölümü panik halinde kendilerini denize atıp, sahile ulaşmaya çalışıyordu. Gövdesine büyük bir darbe yiyen Yunan gemisi hâlâ hareket halindeydi. Boğaz’ın sert akıntısı idaresiz gemileri serseri mayın gibi sürükledi. Saat 03.20 sularında Yugoslav tankeri, birkaç gün sonra Amerika’ya gitmek için İstinye tersanesi havuzunda bekleyen Tarsus vapuruna yaslandı. Zoraniç’in dev alevleri Türk gemisinin güvertesini tutuşturdu ve Tarsus’u tanınmaz hale getirdi. Aslında Tarsus gövdesini siper ederek daha büyük bir faciayı engellemişti. Türk gemisi olmasaydı alevlerle sürüklenen Peter Zoranic yalılara çarpabilir ve yangın karaya da sıçrayabilirdi.

Beykoz havaya uçabilirdi

Tarsus yanarken Yunan ve Yugoslav bandıralı tankerler Karadeniz’e doğru sürüklenerek Beykoz koyuna yanaştı. Beykozlular sahilde toplanmış dünya tarihinde ender görülen bu faciayı kaygılı gözlerle izlemekteydi. Boğaz sahilleri tan yeri kızıllığındaydı. Yangının sıcaklığı Beykoz tepelerindeki evlerde bile hissediliyordu. Gemiler sahille buluşsa bölgede bulunan iki benzin deposunun alev alıp ilçeyi havaya uçurması işten bile değildi! O esnada denizde de can pazarı vardı. Gemiden atlamış can havliyle karaya çıkmaya çalışan insan siluetleri görülüyordu. Beykozlu balıkçılar küreklere asılarak denizden insanları kurtarıp, hastanelere yetiştirmeye çalışıyorlardı. Saatler 05.00’i gösterirken nihayet Peter Zoraniç’in yorgun gövdesi Beykoz Selviburnu açıklarına oturdu. Canlı emaresi bulunmayan geminin siyah bulutları sabah beyazlığını karartıyor ve hâlâ alevler yükseliyordu. Yunan tankeri ise o esnada Beykoz iskelesinin yanına kadar sokulmuş, ileri geri hareket etmekteydi. Birkaç saat sonra iskelenin yakınında karaya oturarak ancak durabildi. Tehlike devam ettiğinden Beykoz İskelesi’nin yanındaki park boşaltıldı ve sahilde bulunan evler tahliye edildi.

Boğaz halkı üç ay kabusu yaşadı

Dönemin Yugoslav kaynaklarına göre kazada Zoranic gemisinden 21 kişinin öldü. Kaza sırasında gemide bulunan denizci Bernardo Mariçeviç, Asya tarafına yaklaşık 200 metre mesafede denize düşenlerin kurtulamadığını çünkü kuvvetli rüzgarın onları ateşe doğru ittiğini söylüyor. Avrupa yakasına yakın olanlarınsa kıyıya ulaşmayı başardığını ifade ediyor. Yunan medyasıysa World Harmony’den aralarında birinci kaptanın da bulunduğu 28 denizciyle ikinci kaptanın eşinin öldüğünü kaydediyor. Kazada Boğaz’ın sularına yaklaşık 20 bin ton petrol döküldü. Cesetler günler sonra kıyılara vurdu. 56 gün süren gemi yangını Boğaz’ı kasıp kavurdu. Boğaz’da oturanlar yaklaşık 3 ay diken üstünde yaşadı.

Kimi çocuğunu düşürdü kimi kalp krizinden öldü

Dönemin tanıklarından biri o günleri şöyle anlatıyor: “Anneannemlerin ahşap evinin üst katından yanan tankeri görüyorduk ve inanın gemilerden gelen sıcaklık eve vuruyordu.”

Bir başka tanığın anlattıklarıysa daha da ilginç: “Gemiler lodosla Beykoz’a gelmiş ve burada 2 ay yanmış. Geceleri patlayınca gündüz gibi oluyormuş. O dönem çok kişi çocuğunu düşürmüş. Çok kişi kalp krizinden ölmüş. Dedem ‘40 güne ölürsem ondan’ demiş. 15 Ocak’ta da ölmüş.”

Bir başka Beykozlu, “Anacığım bir bohça içinde bir takım çamaşır, acil durumlar için ihtiyaç maddelerini hazırlamış, bohça bir süre hazır beklemişti” sözleriyle, facia yüzünden yapılan göç hazırlığını aktarıyor.

Yunan medyasından yoğun ilgi

O günlerde Yunan medyasında yer alan tanıklıklar da facianın boyutunu gözler önüne seriyor. Patlama anında 3 bin metre yüksekte uçmakta olan pilotun söyledikleri hayli ürpertici: “Alan alevlerle ve patlamalarla aydınlanıp duruyordu. Sanki Boğaz’a binlerce bomba atılıyor gibiydi. İstanbul tamamen yanacak zannettim.” Bir Türk balıkçı ise gördüklerini Yunan gazetesine şöyle anlatmış: “Denizin üzerinde 50 metrelik alevler ve iki gemiyi kaplayan koyu bir duman vardı. Yugoslav tankerden bütün yağ denize akmış ve tamamen tutuşmuştu. Göz açıp kapayıncaya kadar sanki güneş doğmuş gibi aydınlanıyordu her yer. Alevleri gören Boğaz sakinleri panik içerisinde ne yapacaklarını bilmez bir şekilde kala kalmışlardı.”

Ölmeden cehennemi yaşadım

Şimdi söz bir başka Yunan gazetesine konuşan ve kazadan yaralı olarak kurtulan 23 yaşındaki Evangelos Pantazis’te: “Geminin kıç tarafında bulunuyordum, güçlü bir sarsıntı oldu. Hemen güverteye çıktım, kaptan mürettebata hemen denize atlamalarını ve hayatlarını kurtarmalarını söylüyordu. Hemen atladım ve karaya çıkana kadar dakikalarca yüzdüm. Gördüklerim dehşet vericiydi, ölmeden cehennemi yaşadım.”

Boğaz’ın 145 metrelik kuğusu

Şimdi birlikte,Tarsus gemisinin geçmişine de bir göz atalım:

2. Dünya Savaşı’nın bittiği 1945 yılından sonra, Devlet Denizyolları ve Limanları Genel Müdürlüğü yolcu taşımacılığı için filosunu büyütme kararı alır. Bu arada, ABD elindeki fazla gemileri Marshall Planı çerçevesinde müttefik ülkelere vermek için çalışma başlatınca, bu gemilerden 6 adet yolcu gemisi beğenilerek alınır. Bunların arasında S/S TARSUS Gemisi de vardır.

Gemi,1931 yılında “New York Shipbuilding Co.1” tarafından EXOCHARDA adıyla denize indirilir. 879 yolcu kapasitelidir. 9298 grosston ağırlığında, 7200 HP steam turbine makinesi vardır. Gemi 27 Aralık 1940 tarihinde “HARRY E.LEEAP17” adıyla ABD Kara Kuvvetleri emrine verilir. 9 Mayıs 1946 yılında Baltimore’da tersaneye bağlanarak servis dışı bırakılır.16 Nisan 1948 yılında Türkiye tarafından alınan gemiye önce Edirne adı verilmesi düşünülür ancak Kasım Gülek’in önerisiyle ismi Tarsus olur.

İlk seferinden önce Amerikan gazetelerine haber olan Tarsus, Cheaspeake Koyu’nda 8 saatten fazla dairesel turlarını attıktan sonra deneme turlarını tamamlar. Sabah 9’da başlayan seramoni ile İstiklal Marşı eşliğinde gemiye Türk bayrağı çekilir. Yolcu gemisine dönüştürüldükten sonra gemi, 640 yolcu ve 91 personel kapasiteye ulaşır.

Gemi, kaptanı Sait Özege komutasında ilk seferine Baltimore’da hazırlanıyor ve çok kalabalık bir protokol heyeti ile uğurlanıyor. Atatürk’ün kaptanı diye anılan, disiplinli çalışması, engin bilgisi ile herkesin takdirini, sevgisini ve saygısını kazanan Sait Özege’nin ikinci kaptanı Fazıl İslam, üçüncü kaptanı ise Mümtaz Diker’dir.

Türk bayrağı ile yaptığı ilk seferi Küba’dan Londra’ya götürdüğü şeker yüküdür. İspanya’nın Santander sonra da Vigo Limanı için başka yükler de alırlar ama önemli, bir başka kıymetli şey daha alırlar: Yüzü aşkın ve hepsi hanım olan yolcu. Savaş süresince Malta, İskenderiye ve Port Said’de bulunan İngiliz kara ve deniz kuvvetleri subaylarının eşlerini. Bu genç kadınlar Tarsus’un Akdeniz’de yıllarca sürecek şenlikli dünyasının da habercisidir.

3 kıta, 6 ülke, 9 liman

Uzun yıllar Akdeniz’de sefer yapan gemi, ilk Amerika seferi için hazırlanmaya başlar. 14 Haziran 1954 -16 Ağustos 1954 tarihleri arasında 3 kıta, 6 memleket ve 9 büyük limana uğrayacak olan gemi, 63 gün sürecek yolculuğunda Casablanca, Las Palmas, Havana, Miami, Cherleston, Baltimore, Lizbon, Cote d’Azur ve New York’a uğrayacaktır. Bu seferde kaptan; 1926 yılında Ticareti Bahriye Kaptan ve Çarkçı Mektebi’nden mezun olan Kaptan Necdet Or’dur.
Geminin eğlence programında Vedat Ar, Hakkı Devrim ve Orhan Boran’dan meydana gelen bir komite hazırlanır. Programda caz sanatçısı Sevin Tez, Darvaş, Fritz Kerten ve Angelo Orkestraları gibi ünlü sanatçılar da yer alır.
Tarsus Gemisi’nin yolculuğu planlandığı gibi geçer. Türkiye sergisi büyük ilgi görür. Tarsus’un Amerika seferleri 1960 yılında İstinye’de revizyona girinceye kadar devam eder. Bu sürede 2 defa Hac seferi yapar. Ankara Gemisi nasıl Şefik Kaptan İle özdeşleşmişse, Tarsus Gemisi de Kaptan Necdet Or ile özdeşleşmiştir.

Kapt.Necdet Or ,60 yaşında, 10 Kasım 1971’de emekli olur, birkaç yıl sonra da vefat eder. İsmi daha sonra D.B.Deniz Nakliyatı tarafından satın alınan Ro-Ro Gemisi’ne verilir.

İtalyanlar onardı

Çoğunlukla, gemi yandıktan sonra geminin hurdaya gittiğinde herkes hemfikirdir. Ancak aslında gemi 1961 yılında İtalyanlar tarafından satın alınır. Sonradan öğrendiğimize göre, büyük bir onarım geçiren gemi 1967 -1974 yılları arasında New Jersey’de Stewens Instute of Technology Okulu için yurt olarak kullanılır.1974’te emekli olduktan sonra ise deniz hayatından çekilir.

Tarsus’un hatıraları İLKFER Müzesi’nde

Gemiden kalan hatıra objelerini görmek isterseniz, sizleri de İlkfer Denizcilik Müzesi’ne bekliyoruz. Şimdi sizleri, geminin içerisinden fotoğraflarla güzel bir yolculuğa çıkartmak istiyorum.

Aşağıdaki adresten 1952 yılında Tarsus gemisinin Yunanistan ziyaretinin filmini izlemenizi tavsiye ederiz.
https://www.youtube.com/watch?v=dQNxtAwBVSA

Aşağıdaki adresten de gemin yangın sırasında çekilmiş filmini izleyebilirsiniz.
https://www.youtube.com/watch?v=aoWt84YRg6E

O fotoğrafı bir şartla veririm

Kıyıda namaz kılan fotoğraftaki itfaiyeci Mansur Bey’in oğlu Rafet Şişmanoğlu, fotoğrafın hikâyesini şöyle anlatıyor: “Yangından yıllar sonra rahmetli babam bir gün Tercüman Gazetesi’ni getirdi. ‘Bakın yılın fotoğrafı seçilmiş. Burada babanız var’ dedi. Bir baktık ki çok güzel bir resim. Babam o gazeteyi her gelene gösterdi. Gazete bir zaman sonra kayboldu. Ben de o zaman, şimdiki eşim Zülal Şişmanoğlu ile beraber Babıali’de geziyordum. Zülal bana ‘Gel müstakbel kayınpederime bir jest yapalım. O resmi Tercüman Gazetesi’nden isteyelim’ dedi.

Gazeteye gittik. Hiç unutmam aşağıdaki sekretere meramımızı anlatınca Sabahattin Bey’i kastederek ‘Bakalım size fotoğrafı verir mi?’ dedi. ‘Biz telif istemeye gelmedik ki’ diye çıkıştığımı hatırlıyorum. Sabahattin Bey bana ‘Size bir soru soracağım. Bana doğru cevap verirseniz fotoğrafı veririm’ dedi.

Merak etmiştik. Sabahattin Bey, babamızın sağ olup olmadığını sordu.Hayatta olduğunu söyleyince bana verdiği cevabı hiç unutmam: ‘Hep öldükten sonra bu işler araştırılır. Size çok teşekkür ederim bravo’ dedi. Karanlık odaya giderek fotoğrafın bir kopyasını hazırladı ve bize verdi. Sabahattin Bey, o resmin Türkiye’de Gazeteciler Cemiyeti’ne, İstanbul İtfaiyesi Müzesi’ne ve İslam ülkelerine gönderildiğini söylemişti.

Ağabeyim yıllar sonra o resmi buldu

İtfaiyeci Mansur Şişmanoğlu’nun kızı Emine Aydın, o günleri dün gibi hatırlıyor: Çocuktum. Annemin sesiyle uyandım. ‘Boğaz’da gemiler yanıyor’ dedi. Kalktık, bir baktık ki iki büyük tanker yanarak başıboş dolaşıyor. Bir gemi de (Tarsus’u kastediyor M.Ş.) İstinye önlerinde yanıyor. Ondan sonra tabii çok büyük bir korku. Şimdiki belediyenin bulunduğu yer Shell tesisleriydi. Çubuklu’da petrol depoları vardı. Gemiler Beykoz’daki akaryakıt depolarına gelip yanaşırsa çok büyük bir patlama olabilir diye ölüm korkusu sardı hepimizi. Yangın günlerce sürdü. En sonunda geminin biri Sokoni fabrikasının oraya, Saray’a yakın (Beykoz Kasrı’nı kastediyor M.Ş.) gelip oturuyor. Orada 50 gün civarında yandığını hatırlıyorum. Babam da o yıllarda İstinye’de deniz itfaiyesinde makinistti. Onlar da orada söndürme araçlarında nöbetteydi. Babam görevi bittiği zaman iskelede namaz kılıyor. Nöbetini arkadaşına devretmiş, arkada gemi patlamış, dumanlar ve geminin hali görünüyor resimde. Bu resmi Tercüman gazetesinden Sebahattin Can beyefendi çekti ve o yıl birincilik aldı bu resim. Yıllar sonra ağabeyim Babıali’ye gidip Sebahattin Can Bey’den resmi rica etti. Bu resim bize o yıllardan hatıra kaldı”

İşte muhabire ödül getiren o kare

52 gün süren gemi yangını sahneye önemli bir aktörü daha çıkardı: İstanbul İtfaiyesi… Günün teknolojisiyle geceli gündüzlü mücadele veren itfaiye görevlileri o ateş günlerinde İstanbulluların yüreğine su serpmiş. Beykoz’da ikamet eden ve İstinye İtfaiyesi’nde çalışan Mansur Şişmanoğlu da canını dişine takıp çalışan isimsiz kahramanlardan. Dini bütün Şişmanoğlu nöbeti devretmesinin ardından vakit namazını kaçırmamaya özen gösteriyor. Mansur Bey’in namaz kılması, yangını günü gününe takip eden Tercüman muhabiri Sebahattin Can’ın karesine yakalanıyor ve Can’ın bu fotoğrafı 1961 yılında ‘Yılın Fotoğraf Ödülü’ne layık görülüyor.
Akşam / Mehmet Şimşek

Kaynaklar : Mustafa Mükan albümü, Ali Bozoğlu albümü, Mümtaz Diker albümü, Bahriye Yayınları, Akşam Gazetesi Mehmet Şimşek röportajı