İlhan Özerdim ağabey, bizleri yeni bir yaşanmış hikaye ile buluşturdu. Bu kez mekanımız Kocaeli gemisi.
İlhan Özerdim ağabey, bizleri yeni bir yaşanmış hikaye ile buluşturdu. Bu kez mekanımız Kocaeli gemisi.
İlhan Özerdim ağabey, bizleri yeni bir yaşanmış hikaye ile buluşturdu. Bu kez mekanımız Kocaeli gemisi. Çok keyifle okuyacağınızı düşünüyorum. Kocaeli gemisinde ben de sınıf arkadaşlarım 3. Müh. Adnan Yılmazaslan (77), 3. Kapt. Can Kıraç (77) ile birlikte 1979-1980 yıllarında 3. Mühendis olarak çalıştım. Gemide de 18 adet gemi gazetesi çıkarttım. Umarım ileride ben de anılarımı anlatırken bu gazeteleri sizlerle paylaşırım.
Bu arada İlhan Ağabey müzemizi ziyaret ettikten sonra, Kocaeli gemisinin ilk seferi ile ilgili resimleri vermişti. Bunlardan çok güzel bir albüm yaptım, kopyasını da Kocaeli gemisinin maketinin altına yerleştirdim. Müzeyi ziyaret ettiğinizde bu albümü görebileceksiniz.
Şimdi sizleri, İlhan Ağabey’in hikayesi ile sizleri baş başa bırakıyorum :
KOCAELİ GEMİSİ MACERASI VE GARZAN TANKERİNE ATANMA
Müzemizdeki KOCAELİ gemisinin maketi
“1973 Yılı Mayıs, Haziran ayları. Tokyo IHI Tersanesi’nde inşa edilmekte olan M/V KOCAELİ gemisini teslim almak üzere Tuğrul Kapt. (Tuğrul Ayel, Gv.51) Süvari, ben de Baş Müh. olarak görevlendirildik. Tuğrul Kapt., eşi ve 3 çocuğu, ben, eşim ve 14 aylık oğlum Japonya’ya uçmak üzere hazırlık içindeyiz. Pan Amerikan biletleri kişi başı 10 bin TL. Rus hava yolları ise 6 bin TL. Rus Hava Yolları Aeroflot’un o yıl bir kaç uçağı düşmüş olmasına karşın ucuz olması nedeni ile biz yaradana sığınıp bu uçaklarla Moskova üzerinden Tokyo’ya uçmaya karar verdik. Bilindiği üzere personel olarak bizim bilet ücretleri Şirket tarafından ödeniyor ama eş ve çocuklarımızınkini biz ödemek zorundaydık. Tuğrul Kapt. 7 bin 800 TL, ben de 6 bin 600 TL ödeyerek biletlerimizi aldık.
Bir akşamüstü Moskova’ya indik. Nedendir bilmiyorum, bizim hava alanından çıkışımız formalite gereği olsa gerek saat 22.00’yi buldu. Aeroflot’un konuğu olarak bir otele götürüldük. Odalarımıza çıktık. Bir görevli kadın çarşaf ve yastık kılıflarını yatağın üzerine fırlatarak, yatağınızı yapın dedi emir verir gibi.
“Komünizmin bir öğretisi olsa gerek; hiç bir insan öbür insanı kullanamaz.”
Neyse, yataklarımızı yaptık ama karnımız aç. Lokantaya indik ortada kimseler yok. Yiyecek bir şey bulamayınca aç uyuduk. Ertesi gün uçağımız akşam kalkacağından bütün gün Moskova’yı gezdik. Kızıl Meydan’a gittik. Kremlin Sarayı’nın tombik tombik rengarenk saray kulelerini ve Katedrali gördük. Muhteşemdi. Sarayın içine girmedik, ya da kapalıydı anımsamıyorum. Yer altı trenlerine bindik. İstasyonlar sanki sanat galerisi gibi özenle süslenmiş. Bir gün gibi kısa zamanda bütün Moskova’yı doğal olarak gezemezdik ama görebildiklerimizin her biri tarih yüklü sanat eseriydi, görkemliydi. Tarihin derinliklerindeki ihtişamın minnacık bir bölümünü büyük bir beğeniyle izleme şansını bulduk.
Akşam Tokyo’ya gitmek üzere uçağa bindik. Sibirya üzerinde galiba 13 saat uçtuk. Uçak düşerse aşağıda Sibirya soğuğunda biz donarız diye ara sıra hayıflanıyordum. Kafaya bak, ne ilginç düşünceler üretiyor!!!!
Beyaz eldinli taksici
Tokyo Havaalanı’na indik. IHI’ya gitmek için taksi kiraladık. Fakat önümüze gelen taksi değil sanki bir malikanenin özenle döşenmiş, mis gibi kokan, değerli kumaşlardan yapılmış koltukları olan bir misafir odası. Bu manzara karşısında donduk kaldık. Neredeyse biz bu arabayı kirletiriz diye binmeyecektik taksiye. Bindik, ama arabayı kirletmeyelim diye iğne üzerinde oturduk. Şoförün nezaketi, saygılı davranışı ve beyaz eldivenle arabayı kullanması ile şaşkınlığımız ve beğenimiz tepe yaptı. Tokyo cıvıl cıvıl kalabalık, herkesin koşuşturduğu, trafiğin vızır vızır işlediği, baş döndürücü, hareketli bir şehir olmasına karşın şaşırtıcı bir sessizlik egemen bu keşmekeşliğin içinde. Bu durum da büyük bir şaşkınlık yaratıyor insanda. Hadi Japonları bir kenara koyalım, zaten sessiz yaradılışlı insanlar. Buzda kayar gibi gürültüsüz sürülen koskoca kamyonların hiç horlamayan egzozlarına ne demeli? Muhtemelen yüksek kapasiteli susturucular takmışlardır egzozlarına diye düşündüm. Yakıt tüketimini arttıran bu uygulama cimri Japonların pek işine gelmese de, kurallara uymak daha ağır basmıştır diye kendi kendime yorumladım.
Japon tipi konukseverlik
“IHI Tersanesi konuk evine geldik. İki tip konuk evi vardı: Avrupa tipi ve Japon tipi. Biz Japon tipini seçtik. Yerde bir hasır var. Yatma vakti gelince yüklükten yatakları çıkarıp yere seriyor ve yatıyorduk. Sabah da yataklar yine toplanıp, yüklüklere konuyordu. Yüksekliği 30-35 cm. olan bir yer masasının etrafında yerde oturarak yemeğimizi yiyorduk. Şirket’in verdiği günde 19 dolar harcırahın 15 dolarını IHI’ya ödüyorduk ev kirası olarak. Konukseverliğe güzel bir örnek!!! Kalan 4 dolarla da günlük azığımızı karşılıyorduk. Allahtan ben ve Tuğrul Kaptan öğle yemeklerinde tersanenin konuğu oluyorduk; ücretsiz!!
Böylece 1-1,5 ay geçti ve biz birkaç gün önce gelen diğer personel ile gemiyi teslim aldık. Teslim töreninde bizim hanımlar IHI onlara inci gerdanlık takar diye çok umutlandılar!!! Hava aldılar.
– Kocaeli gemisi İlhan Özerdim albümü (İlkfer Denizcilik Müzesi)
Denizli havalarda bebeğimiz yataktan düşer korkusu ile tersane yetkililerinden tahtadan beşik gibi yalapşap bir şey yapmalarını rica ettim. Kırmadılar. Çarşıdan çok lüks, kullanışlı bir çocuk karyolası alıp getirdiler. Bu bonkörce davranışlarından ötürü kendilerine çok teşekkür ettim. O karyolada oğlumuzu büyüttük. İkinci oğlumuzu da büyüttük. Onlar büyüdüler, çocukları oldu. Onlar da o karyolada büyüdüler. Şimdi karyola torunların doğacak çocukları için sandık odasında beklemede. Galiba, 11 Temmuz’da tersaneden vira bismillah .denize açıldık.
Ben kendi kendime güzel bir hesap yapmıştım İstanbul’dan çıkarken; Uzun bir süre Pasifik’te dolaşır, ekmek elden su gölden 16 aylık bebeğimizle gemide yaşar, maaşımız da cepte kalır ama bu hesap tutmadı. Şirket,Komünist Çin’den Romanya’ya yük bulunca hayallerimiz tatlı bir düş olarak kaldı.
Tertemiz ambarlar, simsiyah kömürler
Çin’in Sarıdeniz kıyısındaki Dairen limanına girdik. Kömür yüklemeye başladık. Yepyeni, taze boyalı tertemiz ambarlara simsiyah, yağlı kara kömürü doldurmak hepimizin içini kararttı. Uzunca bir süre kaldık. Her gün denizciler evine (seamenhouse) gidiyorduk. Başka gemilerden gelen denizcilerle sohbet ediyorduk. Hemen hemen istakoz büyüklüğünde karidesler favori yemeğimizdi, hem çok lezzetli, hem de bol etliydiler. Karnımız da gözümüz de tıka basa doyuyordu.
Çinli kadın ve erkekler tek tip kıyafetle dolaşıyorlardı: Siyah pantolon, açık mavi gömlek. Ben hanıma “sen de fazla cicili bicili giyinme, ayıp oluyor. Siyah pantolonla mavi gömlek giy” dedim. Çinliler bizi uzaydan gelmiş yaratıklara baktıkları gibi bakıyorlardı. Otobüsle giderken yolda yürüyenler “hoş geldiniz” anlamında alkışlıyorlardı bizi. Bir keresinde plaja gidip yüzelim dedik ama ne mümkün. Etrafımızda büyük bir insan halkası oluştu ve biz uzaylıları büyük bir ilgiyle ve merakla uzun uzun izlediler. Gösterilen bu yoğun sempati ve ilgi yüzünden denize de giremedik galiba.
Afrika’nın altından dolaşıp Romanya’ya gitmek üzere Dairen’den denize açıldık. 56 gün süren yolculuğumuzda önce yakıt almak için Singapur’a uğradık. Hint Okyanusu ortalarında bir gün Vardiya. Müh. Erdal Angılı’nın (Mk.71) çok şiddetli böbrek sancısı tuttu. Önce telsizle karadan yardım istenmiş “ne yapalım?” diye.
Bazı ilaçların adlarını vermişler ama gemide hiç ilaç yoktu. Garanti Müh. İtosan (İto=adı, san=bey) kendisi için yanına aldığı bazı ağrı kesici ilaçları varmış. Onları vermişler Erdal’a ama pek yararı olmamış. Erdal ağrının şiddetinden kıvranıyor, etrafındakiler de ne yapabiliriz diye sersem sepelek her kafadan sesler çıkararak oradan oraya koşuşturuyorlar. Bu arada ben de gittim Erdal’ın kamarasına. Çocuk sancının şiddetinden kıvranıyor. Benim eşim İzmir Ege Üniversitesi’nde 4 yıl tıp eğitimi almış yüksek hemşire. “Sıcak suya yatırın iyi gelir” dedi. 1,5 yaşındaki oğlum için gemide plaj sefası sürsün diye şişme plastik havuz almıştım Japonya’dan. Onu Erdal’ın kamarasına indirdik . Şişirdik. İçine sıcak su doldurduk. Kendisi de mayosunu giyip havuza yattı. Bir süre sonra ağrı tamamen geçmediyse de dayanılmaz şiddeti oldukça azaldı. Ohh!! Hepimiz rahatladık. Çünkü o sancılarla kıvranırken, bir şey yapamamanın acizliği ile sen de onun gibi kıvranıp duruyorsun.
– Kocaeli gemisi İlhan Özerdim albümü,
Yolumuzun üzerinde uğrayacak bir liman olmadığı için yakıt almak üzere zaten uğrayacağımız Cape Town’a bir an önce varmayı özlemle beklemeye koyulduk. Ağrısı hep vardı ama dayanılmaz değildi. Limana girer girmez doktor geldi. Bir iğne yaptı. Erdal herkül gibi ayağa fırladı; bir daha da hiç sancısı olmadı. Ondan sonra hep dipdiriydi, maşallah. Sonradan öğrendik ki, böbreklerinde kum varmış. Doktorların verdiği ilaçlarla kumu dökmüş ve yaşam boyu sorun çözülmüş oldu.
Cebelitarık’ta Ceuta’ya uğrayıp bir kez daha yakıt aldıktan sonra İstanbul’dan transit geçip, Romanya Köstence limanına girdik.
Gemide arıza çıkart
Yükümüzü boşalttık ve limandan ayrıldık. Şirketten bir tel geldi. “İstanbul’dan transit geçin, ailelerinizle beraber seferi sürdürün” önerisinde bulunuyordu telgraf.
Uzun süredir ailelerinden uzak kalan personel evlerine gitmek istediklerini söyleyerek transit geçişe karşı çıktılar. Personelin haklı isteğine uymak ve Şirket’in yönergesini etkisiz hale getirmek için Tuğrul Kapt. bana “bir arıza çıkar” dedi. “Yepyeni gemide ben nasıl makine arızası çıkarabilirim?” diyerek, böyle bir şeye doğallıkla yanaşmadım. “Uzun süre evlerinden ayrı kalmış olan personelin psikolojik durumu seferi sürdürmemize engel” bahanesini ileri sürsek daha iyi olmaz mı diye karşı öneriyi tam ileri sürmüştüm ki, imdada garanti Müh.’i İtosan yetişti. İtosan “ben IHI’dan İstanbul’a gönderilmek üzere dümenin elektrik donanımı için 2 adet relay istedim. Onları almamız gerek” dedi.
– Kocaeli gemisi İlhan Özerdim albümü
Bu nedenle İstanbul’a demirledik Transit bozuldu. Bizim hanımlar kös kös gemiden çıktılar. (O günlerde Türkiye’deki geçerli yönetmelik gereği, İstanbul’a giriş yapan Türk bayraklı gemi bütün yolcularını indirmek zorunda bırakılıyordu.) Personel de evlerine gidip hasret giderdiler.
Hanım da ben de Kocaeli gemisini çok benimsedik. Kamaramızı sanki bizim için özel inşa edilmiş evimiz gibi kabullendik, çocuk karyolasına sahip olduğumuz gibi. Banyo, yatak odası, karyolamız, salon ve koltuklar, sandalyeler, duvardaki tablolar, çalışma masası hepsi sanki bizim için yapılmışlardı. Onların ilk kullananı bizdik. Onlar bizimdi. Sanki geminin inşa ücretini biz vermişiz de gemi bizim malımız gibi bir duygu içindeydik karı koca.
Bu gülünç sahiplenme duyguları ile gemide 1 yıl çalıştım. Hanım ve küçük oğlumla bir kontinant seferi daha yaptıktan sonra 1974 Haziran ayında izine ayrıldım. İzinden dönünce yine “bizim gemimize” verilme koşulunu bütün ağırlığımı koyarak BOD Müdürlüğündeki abilerime kabul ettirdim. Çünkü bu bir ailevi sorun idi ve şakaya gelir yanı yoktu. Sağ olsun abilerim anlayış gösterdiler ve bana bu konuda güvence verdiler.
Hanıma nasıl hesap vereceğim?
İzin bitti. Ordinoyu almak için BOD Müdürlüğüne gittim. O tarihlerde Fındıklı’da bizim Şirketin yanında bankalar yoktu. Köşede bir kahvehane vardı. Bilindiği gibi konu ailevi olduğu için hanım da benimle geldi. Onu kahvede bıraktım. Ben şirkete gittim. Osman Ağabey bana ordinoyu zarf içinde verdi. O da ne? Beni M/T Garzan gemisine gönderiyorlardı. Vurulmuşa döndüm. Ağlamaklı bir halde bana verdikleri sözü anımsattım kendisine. Osman ağabey “İyidir, iyidir, sen Garzan’a git” deyip beni başından savdı. Derin bir düş kırıklığı içinde, hanıma nasıl hesap vereceğim endişesiyle yürümeyen ayaklarımı zorla sürüyerek, süt dökmüş kedi gibi kahveye doğru ilerlemeğe çalıştım. Hanım gerçeği öğrenince sertlikle karşı çıktı. “Git ordinoyu geri ver. Ben gemimi istiyorum de” dedi.
Beni gaza getirdi. İtici bir güç oldu arkamda. O hızla tekrar şirkete gittim. Kararlı ve dikleşen bir tutumla “Osman Ağabey ben Garzan’a falan gitmiyorum” deyip zarfı geri verdim. “Beni gemime verin lütfen” dedim. Bir aptala bakar gibi yüzüme baktı, sonra aptallığımı kelimelere dökerek “sen aptal mısın? Bu gemi torpilli gemi” dedi. “Ama ben torpil yaptırmadım ki. Zaten torpil yaptıracak adamım da yok. Siz bir torpilli bulamadınız mı?” diye sordum. “İlhan bak, sen bu gemiye git. Onu çok seveceksin, beğeneceksin” dedi ve yine beni başından savdı.
Evet, haklıymış Osman Ağabey. Geçekten de çok sevdik, çok beğendik M/T Garzan’ı. Bizim güzelim Kocaeli’ni de başkalarına bıraktık, yok pahasına. Mersin’deki Ataş rafinerisinden dört çeşit malı (ağır yakıt, motorin, gaz ve benzin) İstanbul’a çekmek için Garzan tankeri uzun süredir Mobil Şirketi’nde kirada. Sefer 10 gün sürüyor: 6 gün seyir ve Mersin, 4 gün İstanbul. Yani her 6 günde bir 4 gün evdesin. Bir denizci için bulunmaz nimet.
Mobil Şirketi kira ücreti olarak her gün için 80 bin TL. ödüyormuş Deniz Nakliyat’a. Her gün gelen bu nakit para Maliye’nin çok işine yarıyor olmalı ki, Garzan arıza yapıp kira dışı kaldığında Maliye de sıkıntı yaratıyor herhalde. Bu kira dışı kalmalar sıklaşınca Maliye’nin mali çarkına çomak sokulmuş gibi oluyor ve doğal olarak işler karışıyor. BOD Müdürlüğü de kira dışı kalmaları azaltmanın hatta sıfırlamanın çarelerini arama derdinde.
Anlaşmada bir madde var; Gemi bazı küçük onarım ve bakımlar için kira-dışı kalmadan her sefer sonu 1 gün sefer dışı kalabilir.
Ben bu maddeden yararlanarak, 6 ay boyunca her sefer sonu Kumkapı’ya demirleyerek, ufak ufak geminin aksaklıklarını gidermeye çalıştım. Bir iki önemli olay dışında hemen hemen hiç kira dışı kalmadan 2,5 yıl sefer yaptık. Maliyenin sesi sedası kesildi, BOD Md.’lüğü de Garzan adlı gemisini unuttu.
Garzan tankeri İstanbul’da üç yerde boşaltım yapıyordu. Avcılar, Haramidere, Selvi Burnu ve İzmit Körfezi’ndeki Yarımca.
Gemiye katıldığımda Servet Kapt. Süvariydi. (Servet Ketav Gv.51) Bir yıl kadar onunla çalıştım. Gerek kendisi gerekse eşi Firuzan Yenge dünya tatlısı insanlardı. Sık sık eşlerimizi de sefere götürdüğümüzden ailecek neşeli, tatlı, sevecen bir beraberlik oluşturuyorduk. Oluşan bu gönül dostluğu hep sürdü gitti.
Sonra Kürt Ziya (Ziya Tansev Gv.36.)Kendisinin Kürtlükle hiç ilgisi yok.( Niye ona “Kürt” lakabını vermişler? Anlamadım.) gemiye atandı. Onunla da çok tatlı ve uyumlu seferler çevirdik. Gemimizin uğrak iskelesi İstanbul’un Asya tarafındaysa, benim hanım arabayla gelir, Ziya Kaptanı, beni bir iki arkadaşı daha alıp evlerine götürürdü. Gemi kalkarken de Yine Ziya Kapt. ve öbürlerini toplayıp gemiye getirirdi. Eğer gemi Haramidere’ye yanaşırsa bu sefer Ziya Kapt.’ın eşi bu görevi yüklenirdi.
Özür dile bakalım
Bir keresinde Ziya Kapt. ile ben çatıştık ve küsüştük. Gemi Selvi Burnu’na yanaştı. Her zamanki gibi benim hanım bizi toplamaya geldi. Ben ve birkaç arkadaş arabaya bindik.
Hanım “Ziya Kapt. Nerede?” diye endişe ile sordu. “Biz kavgalıyız, dargınız, onun için gelmedi.” dedim. Benimki bir hışımla fırladı arabadan, gemiye gitti. Bir süre sonra Ziya Kapt. ile beraber arabaya geldiler. Ziya Kapt.’ı şoför mahalline oturtup kendisi de direksiyona geçti ve arabayı çalıştırıp yola koyuldu.
“İlhan, Ziya Kapt. Senin ağabeyin özür dile bakayım” diye bana baskı yaptı. Çaresiz özür diledim. Barıştık. Böyle bir dargınlığa gönlü razı olmadığı gibi, bir de bu dargınlığın sürmesi benim gemiden ayrılmam ile sonuçlanması hanımı korkutuyordu. Garzan seferleri gibi güzel bir nimeti kaçırmak akıllı işi mi?
1977 yılının ilk çeyreğinde Sendika ,Bod Müdürlüğüne “İlhan bey çok uzun kaldı Garzan gemisin de. Artık değiştirseniz iyi olur.” önerisinde bulunmuş. Zaten o sıralar BOD Md. beni enspektör yapmaya niyet etmişti. O iş de bir engele takıldı ve uzadı. O da ayrı bir yazı konusu olacak, ilerde.
Bütün Denizci Meslektaşlarıma Allah selamet versin.
İlhan Özerdim (Mk. 53)