Sektörümüzün her alanda emek harcayan tüm değerli çalışanlarına sevgilerimi ve teşekkürlerimi göndererek bu yazıma başlıyorum. Havasından mı yoksa suyundan mı bilinmez. Lakin ben her zaman bizim çalışanlarımızın diğerlerine nazaran daha farklı, daha atik,
Sektörümüzün her alanda emek harcayan tüm değerli çalışanlarına sevgilerimi ve teşekkürlerimi göndererek bu yazıma başlıyorum.
Havasından mı yoksa suyundan mı bilinmez. Lakin ben her zaman bizim çalışanlarımızın diğerlerine nazaran daha farklı, daha atik, içten ve cesaretli olduklarını düşünürüm.
Sizden gelen yorumları gülümseyerek okurken aklımdan aşağıdaki cümleler geçti.
‘Bu iş bu kadar işte! Bizimkiler her zaman olduğu gibi bu kez de farklarını ortaya koydular!’
Neden ve nasıl mı?
Biliyorsunuz aslında yazılan her yazı okuyan için yazılır. Yazar bunca hikayeyi kendisini düşünerek kaleme almaz. Ancak özellikle yazılan bazı makaleler okuyuculara atılan birer pas niteliğindedir. Pasını atar karşılığını beklersin.
Kimi zaman okuyucu attığın pasa karşılık verir. Yazdıklarında mutabık değildir, seni eleştirir.
Hemfikirse ve makaleni beğenmişse seni göklere çıkartır. İlkinde üzülür, ikincisinde sevinirsin. Ne yapacaksın? İnsanlar her daim sana Annabel Lee şiirleri yollayıp iltifatlar edecek değil. Kimi zamanda yerden yere vuracak. Yazıya gönül vermişsek sonuçlarına katlanmak boynumuzun borcudur.
Lakin… Sonuç ne olursa olsun; okur, her iki durumda da pasına karşılık vermiş olur.
Tabi pasını karşılamak içinde önce görmesi, köşende ne yazmışsın diye açıp bakması gerekecektir.
Bir evvelki makalemde tamamen okuyucuya atılmış bir pas niteliğinde idi. Karşılık geleceğindense adım gibi emindim. Beni yanıltmadığınız, hem bana hem de okuyanlara katkıda bulunduğunuz içinse hepinize yeniden teşekkür ederim.
Şimdi gelelim kazançlar hanemize…
-Bir çok okurumuz tarafından gerek e-mailime ve gerekse bu köşeye çeşitli yorumlar gönderildi. Bu tepkilerde bana dünyanın en önemli yazısını yazmışım hissini verdi mi?
Ne yalan söyleyeyim verdi…
-Benim köşeyi acenteliğin kitabı olurdu, olmazdı diyerek ikiye ayrılan grupların medeni bir şekilde tartıştığı bir platforma dönüştürdü mü?
Dönüştürdü…
-Hepsinden daha da önemlisi biz sonunda doğruyu bulduk mu?
Eh… Bulduk diye düşünüyorum.
Nasıl mı?
Gelin hep beraber bakalım.
Şimdi efendim başında da arz ettiğim gibi mesleğe ilk başladığım yıllarda kitap, defter diyerek milletin başını epeyce bir ağrıtmıştım.
Mesleğin kurdu olan acente arkadaşlarımda ‘Ne kitabı kardeşim?’ diyerek beni tersleyince bende kendimi rüzgara teslim edip düşe kalka bu işi öğrenmek durumunda kaldım.
Tamamen öğrendim mi?
Hayır! Elbette hayır…
Sevdiğim ve saygı duyduğum sektörümüzün değerli mensuplarından birisinin (ismini vermeme gerek yok, o kendisini bilecektir) söylediği gibi;
Bu işin ‘a’ sı var elbette. Lakin z sine ulaşmak pek mümkün olamıyor.
Neden?
Öğrendiğin her yeni bilgi ile aslında mesleğin ne kadar derin ve kendi eksiklerinin de ne denli fazla olduğunu görüyorsun. Dolayısıyla ben ‘z’ kısmına vardım işim bitti demek şansımız bu meslekte maalesef hiç olmuyor.
-Sektörümüzdeki bir çok değerli insanın emeği geçerek hazırlanmış ve acente adaylarımıza başlangıç kitabı olarak sunulan bir dökümanın var olduğunu bir kez daha buradan duyurduk mu?
Duyurduk!
-Öte yandan bu sayede bugüne dek yazılmış, ancak sadece okuyan şanslı bir kitlenin haberi olmuş bir başlangıç kitabını camiadaki bir çok insanın da duymasını sağladı mı?
Sağladı!
Gelen yorumlardan bende dahil tüm bilmeyenler öğrendik ki;
Sektörümüze hem eğitimci hem de çalışan olarak emeği geçenlerden Sayın Reşat Deniz’in ‘Acentelik Dersi’ ya da ‘Acentecilik’ adı altında yayımlanan bir kitabı bulunmaktadır.
Bu arada Sn. Deniz’e bir kez de ben teşekkür etmek istiyorum. Deneyimlerini paylaşmak ve bunları öğretici bir biçimde kitaba dökmek son derece zorlu bir eylemdir. Yazdığınız her satır, gösterdiğiniz her yol omzunuza farklı bir sorumluluk yükler. Bunca emek verilen kitabı temin edip kütüphanemde bulundurmak artık benimde boynumun borcu oldu.
-Tüm bu tantana arasında yazara da konuşma hakkı doğdu mu? Doğdu. Zaten susmuyorsun ki diyerek itiraz etmeyin lütfen. Benimde söyleyecek bir çift lafım var. Daha da doğrusu geçen yazımın bir özetini toparlamam gerekecek.
Değerli arkadaşlar… Hem iyi, hem de kötü bir durum olmakla beraber bizim meslek kitaba bakarak yapılmaz! Yapılamaz!
Gemi gecenin bilmem kaçında denizi kirletip de, hattın diğer ucundan armatör ‘Bu işi temizle acente’ diye şuur kapatmış söylenirken sen de ona ‘Dur bi dakka sen sinirlenme. Ben bir kitaba bakıp gelicem.’ Şeklinde abuk bir cevap veremezsin.
Hayır tabi verirsin bu cevabı. Dilin kemiği olmadığından sende istediğini söyler kelimelerini de içinde bırakmazsın.
Ama ufak bir ayrıntıyı atlamadan… Şayet sonuçlarına katlanabileceğini düşünüyorsan! Katlanırım diyorsan aklına ne gelirse söyleyebilirsin.
Çünkü bu cevabı verecek olduğunda bir daha ne o geminin ve ne de o armatörün başka bir gemisinin acenteliğini almak şansın kalmaz.
Kritik ve acil karar vermen gereken zamanlarda ise tek kurtarıcın kafanın içindeki bilgi birikimi, o güne dek yaşayıp deneyimlediğin olaylar ve bunları birleştirip kullanmanı sağlayacak analitik problem çözme yeteneğindir.
Yıllardan bu yana acente olarak faaliyet gösterenler konuya vakıf olduklarından onların ellerine alıp bakabilecekleri bir ders kitabına veya yazılı bir nota ihtiyaçları olmadığı muhakkak.
Acenteliğe yeni başlamış birisiysen kimse senden kritik problemlere çözüm bulmanı beklemez. Ancak ‘At çocuğu denize ya yüzmeyi öğrenir ya da boğulur.’ Diyemeyeceğimize göre; onlara da en azından neyin ne olduğunu görecekleri, olağan işlem sıralarını takip edebilecekleri, fikir edinebilecekleri bir doküman vermek başlangıç için uygun değil midir? Ne dersiniz?
Sevgiyle kalın.