ASKERE GİDEN MANDALAR
Reşat Ekrem Koçu, Tarihimizde garip vakalar kitabında bahriyeli askerler yerine vatan vazifesine giden mandaları şöyle anlatıyor:
Osmanlı gayri müslimlere güvenmezdi
“Tarih boyunca bir halkın var olabilmesi, varlığını sürdürebilmesi için güvenlik hep ön koşul olmuştur. Toplumların güvenlik ihtiyacı ise askerlik hizmetini doğurur. Askerlik kimi toplumda sadece erkeklerce, kimi toplumlarda ise kadın erkek karışık şekilde icra edilen bir görevdir. Askerin birinci önceliği halkı, vatanı korumak ve askerlik görev süresi boyunca bu uğurda hizmet etmektir. Osmanlı toplumunda Türkler askere alınıp cepheden cepheye koşarken, gayrimüslim azınlıklar ise askerlik bedelini öder ve zenginleşip alemden aleme koşardı. Türk çalışır, vuruşur; gayri Müslim ise huzur ve sükun ortamında bu işin meyvesini yerdi. Türk halkına bu savaşlardan kalan ise gazilik, yetimlik ve yoksulluktu. Azınlıklar ise bu bedeli parayla öder savaşa hiç vakit ayırmadıkları için bu vakti ticarete ayırırlardı. Tabi burada şunu da belirtmek lazım, Osmanlı çok uluslu olmasına rağmen yine de gayri Müslim halka cephede güvenmiyordu. Müslüman halk ise (Kürt, Türk, Laz, Çerkez vesaire) cepheye gidip bitap düşüyordu. Türk kültüründe bedeli askerlik hoş görülmese de. Türklerde bedelli askerlik yer yer olmuştur. Askerler karada güvenliği sağladığı gibi denizde güvenliği sağlamak zorundaydı.
Camialtı tersanesi orta taş havuz /
Abdülhamit Donanmasına Bir bahriyeli “Emin Yüce”
Tersaneler bahriyelinin hizmet alanıydı
Denizlerde düşmana kan kusturan koca koca baştardaların, kalın omurgalı kadırgaların üretim ve bakım noktası da her daim tersanelerdi. Osmanlı’da tersaneler bahriye sınıfı askerlerin hizmet alanıydı. Belirttiğimiz üzere savaş gemilerinin bakım, onarım ve üretimi bu tersanelerde yapılırdı. Osmanlı’da tersane havuzlarına gemi alındığında havuzların suyu makinelerle değil gayet büyük bostan dolaplarıyla boşaltılırdı. Bostan dolapları suyu taşımak için kullanılan bir nevi çarktı.
Bostan dolabı, çalışma prensibi
Kaynak: Kadim portal “Askere giden mandalar.”
Yerine manda gönderebilirlerdi
Osmanlı’da bostan dolaplarıysa durgun debisi olmayan bir sudan su çekmek için vardı. Tersane havuzlarının yanı başında bulunan bu dolaplara “havuz dolabı” adı verilirdi ve dolaplara mandalar koşulurdu. Mandaların çarkları döndürmesi sayesinde bu devasa dolaplardaki çarklar havuzun suyunu boşaltırdı. Eski roma ve mısır medeniyetlerinde de bu yöntemlerin kullanıldığını biliyoruz. Osmanlı’da dolaplara eskiden beri Kürt neferler nezaret ederdi. Bunlara “mandacı” denirdi. Mandacı neferlerin ağalarına da “manda ağası” denilirdi. Mandacı neferler tersanede bayağı istikam bölüğü gibi çalışıyordu. Bazı vatandaşlara askerlik görevi olarak kura çektiklerinde bu tersanelerde görev yapmak düşerdi. Bahriyeli olacak olan bu asker adayları tersaneye gitmeden de askerlik yapmış sayılabilirdi. Bunun için bir bedel ödemeliydi. Bu bedel para yerine mandaydı. Evet manda. Kurası tersaneye çıkan asker adayları askere gitmek yerine kendi yerlerine askere manda gönderebiliyordu.
Onlar da terhis olurlardı
Askerlik görevini sahibinin yerine ifa eden manda vatan görevini yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyor muydu bunu bilemeyiz ama tersanede çalıştıktan sonra sahibinin yerine hizmet süresini dolduran mandalar terhis edilirdi. Görevi bitmiş bu mandaların boynuzları yaldızlanır, terhis kağıtları da sırmalı kordonlarla boynuzlarının arasına asılırdı. Sahibine merasimle teslim edilen bu mandalar kasabasında, köyünde davulla zurnayla karşılanırdı.
KAYNAK: Reşat Ekrem Koçu “Tarihimizde Garip Vakalar” (Varlık yayınları )
Hüsnü Tengüz imzalı tablo”Camialtı Tersanesinde gemi indirme töreni”
Kaynak-İstanbul Deniz Müzesi
– Bir başka kaynak olarak da Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı “Ord.Prof.İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın kitabında Manda askerleri ile ilgili bir bölüme rastlıyoruz.
Tersane ağası:
Bu da kaptan paşanın tersanede vekili olup, elinde tersane kethüdası gibi Hind kamışından asası ve üç çifte kayığı vardı. Tersane halkının maaşları verildiği zaman eyyam kusurlarından tersane ağası olanlarla her mevacipte para verilirdi, bu para onsekizinci asırda iki bin beşyüz akçe idi.
Liman reisi:
Buna liman kaptanı da denilirdi. Derecesi patrona ve riyale derecesinde olup asasının rengi onlarınki gibi mavi renkte idi. Donanma ile seferde bulunmuş kumandanlardan seçilirdi. Tersane kıçtan karaya yatan gemilerin muhafızı olan ve Mandacı denilen tersane muhafızları bunun emrindeydi. Mandaların mevcudu on sekizinci asır sonlarında altı yüz kadar olup içlerinden yüz ellisi her gece tersane rıhtımını baştan başa dolaşırdı. Mandaların arasından üç kişi limanın ucunda bulunan her geminin içinde nöbet beklerlerdi. Liman reisi gemilerin demirbaş defterini tutardı.
— Hikayenin tam anlaşılması ve anlam kazanması için, aşağıdaki OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE BEDELİ ASKERLİK “ile ilgili metni de hikayenin sonuna koyuyorum..
OSMANLI DAN GÜNÜMÜZE BEDELLİ ASKERLİK;
Batılı tarzda değişikliklerden sonra Osmanlı ordusunun yenilenmesinin ardından, bedelli askerlik uygulaması da başladı. Yerine başkasının gönderildiği bedel-i şahsi ve ücretinin ödendiği bedel-i nakdi, iki farklı bedelli askerlik çeşidiydi. Bedelli askerlik kararının alınmasından sonra vatani görev için çok farklı bakış açılarıyla tartışmalar yapılırken, askerlik görevini bir bedel karşılığında yapmamak Osmanlı Devleti’nde de uygulanan bir sistemdi.
Osmanlı ordusunun klasik yapısı herkes tarafından bilinen atlı sipahi ve kapıkulu ocakları, yani yeniçerilerden oluşuyordu. Sipahiler, tımar adlı bölgeden devlete ödenen verginin kullanım hakkını alır fakat sürekli hazır ordu durumunda olmaz, savaş durumunda seferber edilirlerdi. Yeniçeriler ise maaşlıydılar. Asker ihtiyacı olan dönemde gayrimüslimlerden de yararlanılırdı.
BATI SİSTEMİ
Batıya benzer sistem ise ilk kez II. Mahmut döneminde uygulanmaya başladı.II. Mahmut dönemi, iki safha olarak düşünülür. İlk safhası, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına kadar olan dönemdir. Bu dönemde, II. Mahmut’un istediği ıslahatları yapamadığı görülür. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra ise başta askeri alan olmak üzere yeniliklerin önü açıldı.
Diğer pek çok alanda olduğu gibi, askerlikle ilgili yenilikler de Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesinden sonra başlamıştır. Yeniçeri Ocağı kaldırıldıktan sonra mecburi askerlik getirildi ve Asakir-i Mansure-i Muhammediye adlı ordu kuruldu. Yeni ordunun kurulmasından sonra Asakir-i Mansurre Kanunnamesi hazırlatıldı. 1846 yılında Kura Kanunu çıkarıldı.
Asker alma usulü, (ahz-ı asker) için çeşitli usuller belirlenmişti. 1886 yılında ise Ahz-ı Asker Kanunu çıkarıldı. 20 ile 40 yaş arası, askerlik çağı olarak belirlendi. Askerlikte 6 yıllık nizamiye süresinin piyadede 3, diğer sınıflarda 4 yıldan sonrası ihtiyat olarak kabul ediliyordu. Sonra ise rediflik(yedek asker)sınıfı başlıyordu. Yeni kanunla mustahfızlık(40 yaşını aşanlar için askerlik) 8 yıldan 6 yıla indirildi.
Gençler 20 yaşını takip eden Mart ayında redif taburu bölgesinde kuraya girerdi. Ordunun ihtiyacı olan sayıya ulaşılıncaya kadar ilk tertibe girilerek muvazzaf askerlik görevi alınırdı. Tertib-i evvelin ardından, ikinci tertip başlardı. Tertib-i sani, yani ikinci tertibe, yüksek okul mezunları alınırdı.
Osmanlı Devleti’nin ilk modern ordusunda askerlik süresi, 12 yıldı. Yeniçeri Ocağı’nın 1826 yılında kaldırılmasından sonra Asakir-i Mansure-i Muhammediye adı altında yeni bir ordu kuruldu. Maaş karşılığı, 12 yıl askerlik yapılıyordu.
Kimler askerlikten muaftı
Osmanlı Devleti’nde askerden muaf olan çeşitli sınıflar vardı. Askerlikten muaf olanların başında İstanbul ahalisi gelmekteydi. İstanbul’da doğmuş olanlar, başka yerde otursa bile askerlikten muaf sayılıyorlardı. Bazı aşiretler ve özellikle Irak topraklarında yaşayıp nüfusa kayıtlı olmayanların çoğu da askere gitmiyordu.
İlim talebeleri, müderrisler, hocalar, din adamları da ilimle meşgul oldukları için askere alınmıyorlardı. Bir ailenin tek oğlu, yetim bir kızla evlenen ve eşinin ailesi uzakta olan da askere alınmıyordu. Bunun yanı sıra beş seneden çok pranga cezası alan cinayet suçluları, askerliğe yaramayacak derecede engelli ve maluller askerlik yapmıyordu. Müstakil evi olup, köyü içinde evinin işini görecek baba, kayınpeder, 25’ini geçmiş kayınbirader gibi yakını bulunmayan veya yakını olsa bile evinde bakmakla mükellef olduğu çocuk ve yetim bulunan gence muinsiz denirdi ve bu gencin de askerliği tecil olurdu.
Gayrimüslimlerin askere alınmaları
Gayrimüslimler mecburi hallerde askere alınıyorlardı. Örneğin 1389’daki Kosova Savaşı veya 1402 Ankara Savaşı gibi. Gayrimüslim Osmanlı tebaasının muvazzaf asker statüsüyle orduya alınmalarına dair değişiklik ise Tanzimat Fermanı ile gerçekleştirildi. O zamana kadar cizye vergisi vererek askerlikten muaf olan gayrimüslimler, Tanzimat fermanından itibaren Osmanlı topraklarında yaşayan her ahalinin askere alınacağının belirlenmesi üzerine askerlik göreviyle yükümlü tutuldu. Tanzimat Fermanı’nda “memleketi korumak için asker vermek, ahalinin boynunun borcu” olarak belirtilmişti. 1843 yılında çıkarılan Tensikat-ı Celile-i Askeriye Kanunu ile askerlik üresi 20 yıl ile sınırlandırıldı. Artık askerlik vatan hizmetine dönüşüyordu.
Kapıkulu Ocakları, Osmanlı Devleti’nin sürekli ordusunu oluşturan temel taşı idi. Bu sınıf, doğrudan padişaha bağlıydı ve yaya, atlı ve teknik sınıftan asker ocaklarından meydana geliyordu.
Müslüman-Hristiyan-Yahudi eşitliğini hedefleyen Tanzimat Fermanı düzenlemelerine göre gayrimüslimlerden ilk askerlik alımı 1845 yılında başladı.
Gayrimüslimlerden cizye alınmıyor, fakat askerlik yapmaları icap ediyordu. Ticari faaliyetlerini bırakmak istemeyen gayrimüslimler, durumdan hoşnut olmadılar.
Gayrimüslimlerden gelen yoğun tepki üzerine 14 Mayıs 1855 tarihinde Kura Kanunnamesi çıkarıldı ve askerlik yapmak istemeyenler için bedelli askerlik çıkarıldı.
Gayrimüslim ve Müslüman teba ile eşitlik ilkesini hedefleyen Tanzimat Fermanı’nın özü ne yazık ki 1856 yılında çıkarılan Islahat Fermanı ile Gayrimüslimler lehine bozuldu
Bedelli askerlik için şartlar vardı
Bedel ödenerek zorunlu askerlik hizmetinden muafiyet konusundaki ilk uygulama, Tenkisat-ı Cedide-i Askeriyeye Tevfikan Tanzim olunan Kura Kanunname-i Humayunu ile ilk kez başladı. Kanuna göre yerine başkasını göndererek bedel-i şahsi uygulamasından yararlanamayanlara 15 bin kuruş bedel-i nakdi imkanı tanındı. Bu sisteme göre, 3 aylık eğitim dışında 5 yıllık zorunlu askerlikten muaf tutulmanın yolu açıldı.1846 Kura Kanunu ile bedelli askerlik şartları da belirlendi. Kanuna göre, kura kendisine isabet eden, her kim olursa olsun askerlik yapacaktı.
-Kişi ticaret ve zanaat erbabı ise, 5 yıllık askerlikte işleri aksayacağından, bu kişilerden bedel alınması kararlaştırıldı.
-Bedel verecek kimse bağ, bahçe, tarla, ev ve çift levazımatını satmaksızın ücretini tedarik edebilecek güçte olacaktır.
-Bedel verecek kimsenin 25 yaşını geçmiş ve 30 yaşını doldurmaması gerekiyordu.
-Askerlik yapabilecek sağlık şartlarına sahip olacaktır.
-Muvazzaf askerliğini yapmış olup, redife ayrılmamış olmak.
-İsimlerine kura isabet etmeyerek 25 yaşını dolduranlarla yalnızlıktan ötürü muaf tutulanlardan askerlik yaşını doldurup redife ayrılanlardan alınması uygundur.
-Bedel vereceklerin ordu bölgelerinde olmaları ve Tersane-i Amire ile Kal’a-ı Hakani’ye ait sancaklarda olmayacaktır.
-Askerlik hizmetine girip çürüğe ayrılmış ya da askerlik onuruna yakışmayan tutum ve davranışlardan dolayı tard edilmiş kimselerden olmayacak.
-Yeri yurdu belirsiz halk arasında kötü tanınan kimselerden olmayacak.
-Bedel verme işi askerlik hizmetine girdikten sonra üç ay geçinceye kadar mümkün olup, üç ay geçtikten sonra bedel kabul olunmayarak hizmet tamamlatılacaktır.
Belirlenen şartlara göre, bedelli askerlik yapmak isteyenler bedel-i nakdi veya bedel-i şahsi yolunu tercih edebileceklerdi. Bedel-i nakdi ücret, bedel-i şahsi ise yerine başkasını göndermek yoluydu. Bedel olarak verilen kişi, bir yıldan önce firar eder ve yakalanamaz ise, bedel veren kişinin yeni birini bedel vermesi gerekiyordu. Bir yıl sonra firar olur ise, yeniden bedel vermeye gerek kalmıyordu.
Haziran 1856 tarihinde Bedel-i Askeri vergisi yürürlüğe konuldu. Müslüman olmayanlar, 5 bin kuruş bedelle askerlik hizmetinden muaf olabilecekti.
Yerine bir Müslümanı askere göndermek anlamındaki Bedel-i Askeriye göre Müslüman bedelli, beş yıl askerlikten muaftı. Tekrar askere çağrılırsa yeniden 5 bin kuruş vermesi gerekiyordu.
Durum, gayrimüslimler için daha avantajlı idi. Çünkü onlar 5 bin lira verdikten sonra askerlikten 60 yıl muaf oluyorlar, aynı zamanda taksitle askerlik yapabiliyorlardı.
Bedel-i askeri için kişi başına ortalama 28 kuruş alınıyor ve 15-75 yaş arası gayrimüslim erkekleri de kapsıyordu. Buna karşılık Müslüman nüfus ise bedel-i nakdi olarak 150 Osmanlı lirası veriliyordu. Görüldüğü gibi, gayrimüslim tebaadan asker olarak yararlanılamadığı gibi, Müslüman tebaada olduğu gibi ekonomik bir kazanç da sağlanamıyordu.
Orduya ait dinç hayvan
1870-1886 tarihleri arasında adı hem bedel-i nakdi, hem de bedel-i şahsi birlikte kullanılmıştır. Kura isabet edenler de artık bedelli askerlik yapabileceklerdi.
Bedel-i şahsi konusunda zaman zaman yeni düzenlemeler yapılmış, özellikle firar etmeleri durumu kontrol altına alınmaya çalışılmıştı.
1871 tarihinde yayınlanan yeni nizamname ile bedelli askerlik yapmak isteyenler, fiili askerlikleri yerine genç ve dinç iki hayvan besleyebileceklerdi. Devlet bu hayvanlara ihtiyaç duyarsa, istendiğinde verilecekti. İhtiyaç duymaması halinde sahipleri hayvanları zarar vermemek koşuluyla kullanabilecekti.
Sık sık kanun düzenlemeleri yapılsa da bedelli askerlik konusunda sık sık aksaklıklar ve suiistimaller meydana gelmişti. II. Abdülhamit döneminden itibaren, 93 Harbi’nden sonra bedel-i şahsi uygulamasına yer verilmemiş, bedel-i nakdi devam etmiştir. Sultan Abdülaziz döneminde de 1873 yılında yeni bir düzenleme ile süre ve bedeller yeniden belirlenmişti.
1886 yılında çıkarılan askere alınma kanununa göre, bedel verenler doğrudan askerlikten muaf tutulmamıştı. Altı ay silahlı talim görmeleri söz konusu idi.
1913 ve 1916 düzenlemeleri ile bedelini düzenli ödemeyenlere yaptırımlar düzenlenmiş, bedel taksitlere ayrılmıştır. Ayrıca savaş durumu söz konusu olmadıkça, devlet bedelli askerliğe zorluk çıkarmamıştır. Bu arada 1914 yılında yeni bir kanunname çıkarıldı ve Osmanlı hanedanının dışında kalan tüm tebaa için askerlik hizmeti zorunlu kılırdı. 18 ile 45 yaş arasındaki her erkek, askerlik yapmakla mükellefti. Bu kanun, Milli Mücadele dönemi ve Cumhuriyetin ilanından sonra bir süre uygulanmaya devam etti. 1927’de yeni bir askere alma kanununu hazırlandı ve günümüze kadar uygulandı.
Mandalı bedel
Zorunlu askerliğin kabulünden sonra uygulanan kura sistemine göre, kurası tersaneye düşenler arasında bedel yerine “manda” kabul ediliyordu. Tersaneye askerliği düşen ve vatan görevini denizci olarak yapacak bedelliler, havuz dolabı denilen dolaplara koşulacak mandaları orduya verirlerdi. Sahibinin yerine hizmet süresini dolduran mandaların boynuzları yaldızlanır, askerden terhis kağıtları da sırmalı kordonlarla boynuzlarının arasına asılırdı.Askerlikten terhis olmuş mandalar, tıpkı gençler gibi köyde-kasabada davul zurna ile karşılanırdı.
Bedellinin türküsü de vardı
Bu arada bedel ödeyenlerden silahaltında veya hava değişiminde iken vefat edenler, askerlikten ihraç edilenler, terhis edilmeyenlerin bedelleri iade ediliyordu.
Bedelli askerlik uygulaması bir gelir kaynağı olmasının yanı sıra, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat sonrasında oluşturulmaya çalışılan Müslüman zengin bir sınıf oluşturma çabasının gereği, varlığını korumuştur.
Bugünkü gibi cazip görülen bedelli askerlik, türkülerde bile geçmişti:
Yemen yolu çukurdandır
Karavanım bakırdandır
Zenginimiz bedel verir
Askerimiz fakirdendir…
Osmanlı Devleti’nde bedelli askerlikle konusu ile ilgili daha geniş bilgi edinmek isteyenler, Musa Çadırcı’nın Yenileşme Sürecinde Osmanlı Ordusu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Askere Almada Kura Usulüne Geçilmesi isimli eserlerinden faydalanabilirler.
Hazırlayan: Müh.A.İlker MEŞE
Kaynaklar:
Abdulhamıt Donanmasına Bir bahriyeli “Emin Yüce”
Reşat Ekrem Koçu “Tarihimizde Garip Vakalar” (Varlık yayınları )
Kadim Portal you tube(internet sitesi)askere giden mandalar
Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı “Ord.Prof.İsmail Hakkı Uzunçarşılı”
Dünya bülteni,Tarih dosyası