Türk Boğazları, 1990’lı yılların ikinci yarısında, Londra’da bulunan BM Uluslararası Denizcilik Örgütünde (IMO)  önemli gündem maddelerinden birisini oluşturmuştu. 
Bazen şiddetli tartışmalar da yaşanabiliyordu. Bir keresinde, Hollandalı Lemeijer’in başkanlık ettiği bir çalışma grubu toplantısında, Türkiye delegasyonu başkanı Mithat Rende, ısrarla Türk Boğazları demeyen Yunanistan delegasyonuna karşı  “Macedonia” konusunu  açınca, Yunanistan temsilcisi “Point of order, Mr. Chairman! Point of order!” diye bağırarak masaları yumruklamaya başlamıştı. Makedonya lafının ağızdan çıkması bile Yunanistan heyet sözcüsünün çıldırmasına yetmişti. Mithat Rende, yerinde bir taktikle, tartışma muarızının dengesini bozmuştu. İlginç bir deneyimdi. 
Kavganın esas konusu, Türk Boğazlarında 1994 yılında Tüzük ile eşzamanlı olarak uygulamaya sokulan Trafik Ayırım Şeması ile ilgili elde ettiği önemli bir hakkı Türkiye’den geri almak üzerineydi. Bu olay şöyle gelişmişti.
IMO; Türkiye tarafından sunulan Trafik Ayırım Şemasını onaylamak üzereydi. O zaman da Çalışma Grubu Başkanı olan Lemeijer, “İstanbul Boğazı çok dar. Burada ayırım şemasını her iki yönde sürekli açık tutamazsınız. Ayırım Şeması’na “Kurallar ve Tavsiyeler” ekleyelim. Bu kurallar ve Tavsiyeler arasına, “büyük gemilerin geçişi esnasında (200 Metre’den büyük gemiler) karşı trafik şeridinin kapatılması, aynı zamanda bu süreçte boğaz içerisinde COLREG Kural 9’un uygulanacağının tüm Gemilere ilan edilmesi” hükmünü de koyalım, böylece kuralda oluşacak bu açığı kapatmış oluruz” teklifini yaptı. Bu teklif kabul edildi ve sözkonusu IMO Kararı, önce MSC Sirküleri olarak yayınlandı, daha sonra da Genel Kurul Kararı olarak A.827(19) karar sayısı ile çıktı. Türkiye, buna dayalı olarak, büyük gemilerin geçişi esnasında, karşı yöndeki trafiği kapatmaya başladı. 
Bu durum boğazın her iki ucunda gemilerin birikmesine neden olunca, başta Yunanistan, GKRY, Bulgaristan, Rusya olmak üzere bir grup devlet (GKRY  buradaki devlet tanımı dışındadır), konuyu yeniden IMO gündemine getirdiler. Hedefleri, Kurallar ve Tavsiyelerle Türkiye’ye verilen “Trafiği tek yönde düzenleme hakkı” nı iptal ettirmekti. Elbette ki, bazı büyük petrol şirketleri ve onların IMO'daki gözlemci statüsünde bulunan NGO'ları ve etki altında bıraktıkları bazı devlet ve NGO'lar da bu ülkelerin tezini destekliyorlardı. Türk Boğazlarının güvenliği ve emniyetini çok da önemsemeyen, çıkar kaynaklı bir koalisyon kurulmuştu Türkiye'nin karşısında. 
Böylece IMO’da 2. Dönem tartışmalar başladı. Yıllar süren  tartışmaların hemen hemen hepsine Türkiye heyeti üyesi olarak ben de katılmıştım.  Sonuçta, ABD Heyet Başkanı Joe Angelo’nun başkanlık ettiği Deniz Emniyeti Komitesi toplantısında, Türk Heyetinin ortaya koyduğu tezler haklı görüldü ve uygulamanın devamına karar verildi. O dönem Türkiye Heyetine Dışişleri Bakanlığı DHGM Başkanı Büyükelçi Haydar Berk Başkanlık etmekte idi. 
**** 
Aslında niyetim bir anekdot anlatmaktı ama uzun bir giriş oldu. 
Anekdot şöyle: 
IMO’daki tartışmalar Türkiye lehinde sonuçlanmış, şimdi önüne Denizci Heykeli dikilen binanın asma katında Sn. Haydar Berk ve Sn. Nilüfer Oral ile birlikte kahve içiyoruz. 
O günün mutluluğu içinde birlikte Haydar Beye takıldık. “IMO’da tartışmalar yıllardır sürüyor, bu sayede Londra’ya gelip gidiyorduk. Şimdi konu gündemden kalktı, artık nasıl geleceğiz?” dedik. 
Haydar bey gülümsedi. 
“Çocuklar, merak etmeyin, Türk Boğazları o kadar önemli bir yerdir ki, tartışması hiç bitmez. Değil siz, torunlarınız bile Londra’ya daha çok gelir gider!” dedi. 
**** 
Son günlerde, Kanal İstanbul tartışmaları alevlenince, haliyle Montrö Boğazlar Sözleşmesi de yeniden gündeme geldi. Ben de işte bu anekdotu hatırladım. Evet, bu konu daha uzun yıllar bitmez, çünkü Türk Boğazlarının stratejik önemi, tarihin hiçbir döneminde azalmadı, azalmayacak. 
Konunun önemi azalmadığı gibi, konuyla ilgili bilgi sahibi çok değerli uzmanlarımız da mevcut. Uluslararası Hukuk, gerekse Türk Boğazları ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi konusunda görüşlerinden mutlaka yararlanılması gereken değerli isimler bulunuyor. Örneğin, şimdi Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi olan aynı zamanda BM Uluslararası Hukuk Komisyonu Üyesi olan Dr. Nilüfer Oral, son dönemlerde üniversitelerde Türk Boğazları üzerine konferanslar veren, aynı zamanda rahmetli Gündüz Aybay ağabeyimizin anısına hazırlanan filmin gösterilmesinde de önemli katkıları olan Prof. Dr. Rona Aybay, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Aksar, İÜ Hukuk Fakültesinden Prof. Dr. Ayşe Nur Tütüncü ilk aklıma gelen isimler. Ancak gelin görün ki, tüm bu tartışmalar içerisinde yukarıda değindiklerim gibi gerçek uzmanların düşüncelerini duyamadık, belki de-hatta büyük olasılıkla- aktaran olmadı. 
Olmadığı gibi, önceki gece baktım, bir ABD televizyonunun Türkiye şubesi olan önemli bir haber kanalında gazeteciler oturmuş, Türk Boğazları, Uluslararası Hukuk ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi konusunda halkımızı aydınlatmaktalar (!). 
**** 
Bir de hikâye anlatayım bu kez. Bu yazıyı neden yazdığımın bir özeti olsun. 
Adamın biri,  sahil boyunca yürüyüp deniz yıldızlarını denize atmaktadır.  O sırada yanına yaklaşan bir çocuk ona ne yaptığını sorar. “Görmüyor musun, denizyıldızlarını tekrar geri yolluyorum, yaşama geri dönüyorlar” der adam.  Bunun üzerine çocuk,  bunun bir şeyi fark ettirmeyeceğini; çünkü sahilin kilometrelerce uzunlukta olduğunu ve deniz yıldızlarının da uçsuz bucaksız sahil boyunca kıyıya vurduklarını söyler.  O zaman, bir deniz yıldızını daha suya atan adam çocuğa döner ve şöyle der: "bak onun için farketti.."
**** 
Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ilgili duyduğumuz çeşitli görüşler, saptamalar, önermeler var. Bazılarını aktarmaya çalışayım. 

-    "Montrö Sözleşmesi 20 yıllık bir sözleşmeydi ve sona erdi; artık yürürlükte değil!". (TV Tartışma programlarından)
-    "Montrö Sözleşmesi ilk imzalandığında yirmi yıllıktı ondan sonra her yirmi yılda bir yenileniyor!. Son yenilemeden sonra artık 2036'ya  kadar süresi var!" (Şahap Osman Aras, Tarihçi-Yazar, https://www.turkishnews.com/tr/content/2016/08/23/montro-bogazlar-sozlesmesi-20-yil-uzatildi/
-    "Kanal İstanbul'un savaş gemilerinin geçişine açık olması, Montrö rejimin sonu demektir!" (Rıza Türmen)
-    "Kanal İstanbul'dan geçerek, Montrö Sözleşmesi'ne tabi olmayan bir gemiye Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı'ndan geçerken Montrö hükümleri uygulanamaz!" (Rıza Türmen) 
-    "Montrö Boğazlar Sözleşmesi feshedilirse, Lozan’a dönülür!" (Basından)
-    "Montrö Boğazlar Sözleşmesi feshedilirse, yeni bir konferans toplanıp yeni Sözleşme hazırlayıncaya kadar  kadar Sözleşme yürürlükte kalır!" (Basından)
-    "Kanal İstanbul, Montrö Boğazlar Sözleşmesini tartışmaya açar!" (Basından)

- "Kanal İstanbul yapılırsa Montrö içinde düşünemezsiniz. Montrö Anlaşması'nın dışında bir oluşum olarak karşımıza çıkıyor." (İlker Başbuğ) 

- "Uluslararası hukuktaki genel kabul görmüş kurala göre, “bir antlaşmanın yapıldığı dönemdeki koşullarda sonradan esaslı değişiklikler olması, o antlaşmanın taraflarına, fesih hakkı verir” (İlker Başbuğ)

- “Kanal İstanbul, Montrö koşullarında esaslı değişiklik anlamına gelir” (İlker Başbuğ)

“Montrö akit devletleri, Kanal İstanbul’u gerekçe göstererek anlaşmayı haklı nedenle fesih yoluna gidebilirler” (İlker Başbuğ)

****

Yukarıdaki listede yer alan görüşlerin birçoğu yanlış, ama birçoğu da doğru olmasına rağmen olayın bütününü sağlıklı göremediğinden sistemsel hata yapan belirlemeler ve hepsinin kolayca çürütülmesi mümkün. Özellikle Sayın İlker Başbuğ'un doğru belirlemelerden sonra  sistemsel açıdan çok tartışmalı bir çıkarıma gitmesi ilginç geldi bana. Sanırım onu da yanıltan Sn. Rıza Türmen çünkü kendisi onun görüşlerinden yararlandığını ifade etmiş.  

Gerçi liste bu görüşlerle sınırlı değil. Bu listeyi çok daha uzatılabilir.
Bir de tabii “Montrö Lobisi” söylemi var. Baktım, Ekşi Sözlüğe kadar girmiş. 
Montrö Lobisi var mı yok mu onu bilmem. Ama bir şeyleri engellemek/muhalefet etmek/önlemek için araştırma yapıp bilimsel veriler ortaya koymak yerine, işin kolayına kaçıp, Montrö gibi yapay öcüler yaratma peşinde olan insanları zaman zaman ben de görüyorum. Bunlar popüler de olabiliyorlar. 
Ancak, su akar ve yatağını bulur. Çetin Altan üstadın deyimiyle, “enseyi karartmayalım”. Yarınlara sadece doğrular ulaşacaktır. 
**** 
Gelelim yazımızın başlığına. 
Montrö Boğazlar Sözleşmesi sürekli yenileniyor mu? Süresi bitti mi? 
Sorunun cevabına geçmeden önce, uluslararası antlaşmaların sona erdirilme yollarına bir göz atmak gerekir. 
Bu konuda, 1969 Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’ne bakmak gerekecektir. Ülkemiz, bu sözleşmeyi henüz imzalamamıştır, ancak, pek çoğu Örf ve Adet Hukuku haline gelen antlaşmanın maddelerinde ısrarlı muhalif konumunda da bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu sözleşme maddelerinin pek çoğunun ülkemiz açısından da bağlayıcı olması kuvvetle muhtemeldir. 
Bu Sözleşmeye göre, sadece Montrö açısından ilgileneceğimiz kısmını alırsak, Montrö Sözleşmesi, kendi metni içerisinde süre ve fesih bakımından yöntemler barındırdığından, sona erme/fesih bakımından Sözleşme hükümleri uygulanacaktır. 
**** 
Bilindiği gibi Montrö Boğazlar Sözleşmesi, başlangıçta Türkiye dahil 9 Devlet tarafından imzalandı, daha sonra İtalya’nın imzalaması ile imzacı devlet sayısı 10 oldu, Japonya’nın çekilmesi ile imzacı devlet sayısı tekrar 9 oldu. 
Peki, şu soru akla gelebilir mi: nasıl oluyor da, 9 devlet aralarında toplanıp imzaladıkları bir antlaşma ile, dünyanın geri kalan 200 küsur egemen devleti için bağlayıcılık doğuracak bazı kurallar getirebiliyorlar? 
Nerede kaldı, Roma hukukundan gelen, “pacta tertiis nec nocent nec prosunt” (Antlaşmalar sadece imzacısı devletler için hak veya yükümlülük doğurur) ilkesi? 
Bu sorunun cevabını bir sonraki yazımıza bırakıp, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin yenilenmesi konusuna dönelim. 
***** 
Konu karmaşık değil ama Montrö'deki ilgili madde (28. Madde) biraz karmaşık. Yine de,  Montrö Sözleşmesi hakkında konuşanların yukarıda görüşlerini sıraladığım bir kısımı, tahminimce ya Sözleşmeyi tamamen okumadıkları için ya da en azından sonuna kadar okumadıkları için, aslında biraz uzun ve anlaşılması sıkıntılı cümleye kafa yormuyorlar. 
Aslında fazla uzun olmayan, 29 Maddeden oluşan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 28. Maddesi Sözleşmenin süresi (expiry date) ve feshi (Denunciation) ile ilgili kuralları, 29. Maddesi ile Sözleşmede değişiklik yapılmasına (Amendment)  ilişkin kuralları düzenlemektedir. 
Buna göre evet, Sözleşme ilk etapta yirmi yıl boyunca feshedilemez ilkesi ile düzenlenmiştir. Ama bu yirmi yıl sonra sona erecek anlamında değildir. Yirmi yıllık süre, sadece Sözleşmeye tarafların fesih yetkisi bakımından bir bağışıklık sağlamaktadır. 
Yirmi yıllık süre bitimine 2 yıl kaldığında akit devletlerden bir tanesi bile Fransız Hükümetine fesih bildiriminde bulunsaydı, Sözleşme 20 yılın bitiminde, yani 1956 yılında,  sona erecekti. 
Bu olmayınca Sözleşme 1956 yılı itibariyle artık “Süresiz” sözleşme haline gelmiştir. Ancak, 2 yıl önceden bildirim şartıyla fesih hakkı, devam etmektedir. Bir başka deyişle söylersek; Sözleşme artık yenilenmiyor çünkü süresizdir; “2036’ya kadar uzadı” şeklinde bazı kaynaklarda çıkan belirlemeler temelsizdir; sözleşme sonsuza kadar devam edecektir; meğer ki imzacı taraf devletlerden biri iki yıl öncesinden Fransız Hükümeti’ne fesih bildiriminde bulunmuş olmasın. 
Peki bu durumda Sözleşmeye ne olur, yeni konferanstan sonuç çıkıncaya kadar yürürlükte kalır mı?
2 yılın sonunda Sözleşme yürürlükten kalkar. Konferansın sonucunu beklemez. 
Ancak mevcut uygulamalar da yürürlükten kalkar mı?
Onu da bir başka yazımızda açıklamaya çalışacağız.