Demokrasi, çok sesli bir yönetim biçimidir. Demokratik toplumlarda her türlü düşünce ya da öneri ortaya konmalı, avaz avaz tartışılmalı, düşünsel bir tepkiye dönüşebilmelidir. Ulusal irade, sadece seçim sandığında oluşmaz. STÖ’lerin gösterdikleri toplumsa
Demokrasi, çok sesli bir yönetim biçimidir.
Demokratik toplumlarda her türlü düşünce ya da öneri ortaya konmalı, avaz avaz tartışılmalı, düşünsel bir tepkiye dönüşebilmelidir.
Ulusal irade, sadece seçim sandığında oluşmaz.
STÖ’lerin gösterdikleri toplumsal tepkiler de ulusal iradenin göstergeleridir.
Unutulmamalıdır ki suskun toplumlar her zaman, seçimle de gelmiş olsalar bile bir egemen gücün altında ezilmeye mahkumdurlar.
Bu nedenle, insanlarımız bir araya gelerek, kendi mutlulukları için, aydınlık yarınlar için rahatça tepkileri sergilemelidirler.
Değişik düşünceler üreterek özgürce söyleşip tartışmalıdırlar.
Birlik ve beraberliğimiz, tartışıla tartışıla tavlanan düşünceler etrafında oluşmalıdır.
Düşünen, duyan, anlayan, gören kişi konuşacaktır, yazacaktır.
İçinden doğan bir aydınlığı çevresine yayacaktır.
Yanlışlıkları kötülükleri görecek, gösterecektir.
Sivil toplum kuruluşlarında çalışanların ve aydın olanların görevidir bu…
Bir konunun altını çizerek yazmak istiyorum.
Yıllar yılı tartışılan “yetkin birey, örgütlü toplum” hedefleri,ilköğretim, orta öğretim, yüksek öğrenimin sayıp dökülen amaçları, sivil toplum kuruluşlarına gösterilen duyarsızlıkla yıkılıp gitmektedir.
Bu duyarsızlık bu kadar önemli midir? Evet, bu duyarsızlık bu kadar önemlidir.
Bir toplumda kurumlar ne için vardır? Devlet, hükümet, parlamento, siyasal partiler, meslek kuruluşları, birlikler, odalar, sendikalar, dernekler, okullar ne için vardır?
İnsanı yetiştirmek, toplumun bir üyesi yapmak, var etmek için vardır.
Eğer sonuçta böyle duyarsız insanlar yaratmışsa, bir toplumun insanla ilgili bütün kurumları “insanı insan yapma” amacında işe yaramıyor demektir.
Bu durum sorumluluktan kaçmak olarak da tanımlanabilir.
O zaman, toplum böyle bir toplum olmaktan çıkıp topluluk olmaktadır.
Sosyal güven aşınmasının, giderek yok olması budur.
Kişinin, ancak kanuni bir durum karşısında bağlı olduğu kuruluşu kullanması, sonrasında o kuruluşu aklına bile getirememesi böyle bir durumdur.
Zamanla kişi, hiç kimse için, sonunda da kendisi için de bir şey yapmayacaktır.
Bu durum giderek insanların yardım etme isteklerini de köreltecektir.
Bence toplumsal bir afet budur.
Sorumlusunun kendimiz olduğu bir toplumsal felaket.
“Birileri yapsın” düşüncesinin doğurduğu bir sonuç.
İlgisizlik sonucu sivil toplum kuruluşlarının gelişememesinin doğurduğu bir sonuç.
Bazıları da vardır, Derneğimiz, Odamız ya da Vakfımız benim için ne yaptı der.
Ne bekliyorlardı ki? Merak ediyorum.
Bakın, o düşüncede olanlara kalın harflerle yazıyorum.
Örgütlerin dolayısı ile yönetimlerin işleri şudur;
Üyelerin güçlerini birleştirebileceği bir ortam hazırlamaktır. Bir programı hayata geçirmektir.
Yani, örgütlerin bir şeyler yapabilmesi için önce güçlerin birleşmesi gerekir.
Bu akıldan çıkarılmamalıdır.