Geçtiğimiz hafta iki toplantıya katıldım.Bu toplantılarda denizciliğimiz adına yaptığım bazı gözlemlerimi değerli denizcilik okurlarıyla paylaşmak istiyorum.*****Katıldığım toplantılardan birincisi, Kasımpaşa Deniz Hastanesi Baştabipliği tarafından düzen
Geçtiğimiz hafta iki toplantıya katıldım.
Bu toplantılarda denizciliğimiz adına yaptığım bazı gözlemlerimi değerli denizcilik okurlarıyla paylaşmak istiyorum.
*****
Katıldığım toplantılardan birincisi, Kasımpaşa Deniz Hastanesi Baştabipliği tarafından düzenlenmiş olan “Boğaz Kazaları ve Toksikolojik Etkileri Sempozyumu” idi.
Sempozyum, Harbiye Askeri Müze ve Kültür Sitesinde 15-16 Kasım 2007 tarihlerinde yapıldı.
Sempozyum sunumları arasında Boğaz Kazaları ve çevreye olan etkileri, tanker kazaları sonunda ortaya çıkan kirlenmenin boyutu, kazalardan alınan dersler gibi önemli konular vardı.
Sempozyumda boğazlarla ilgili sunum yapan herkesin, geçmişte Boğazlarla ilgili yapmış olduğum çalışmalardan bir şekilde yararlanmış olduğunu görmek bana büyük mutluluk verdi.
Ama hepsinden önemlisi fikirsel anlamda 1990’lı yılların ikinci yarısında benim de içerisinde bulunduğum ekip tarafından temeli atılmış olan bazı ilkelerin hala Türk Boğazları için büyük bir özenle savunulduğunu görmekten ayrı bir mutluluk duyduğumu söylemeliyim. Ama bu ilkelerden bir tanesinde-birazdan değineceğim şekilde-artık düzeltme yapılması gerekiyor.
*****
Bu sempozyumda özellikle kimyasal madde taşıyan gemilere dikkat çekildi. Kimyasal zehirlenmelerde besin zincirinin nasıl etkileneceğini, akut etkiler yanında kronik etkilerin de önemli olduğunu, bir kaza sonrasında meydana gelecek bir petrol veya kimyasal madde kirliliği durumunda bunun akut ölümlere yol açacağı gibi besin zincirine girerek etkisi yıllar sonra ortaya çıkacak kronik zehirlenmelere de yol açacağı Prof. Dr. Ali Esat Karakaya tarafından anlatıldı.
Prof. Karakaya ayrıca risk yönetimi konusunda-denizcilikte de kullanılabilecek-güzel bilgiler verdi.
Sempozyumda bütün uzmanların ortak görüşü şu idi: "Türk Boğazlarında kaza riski azalmakla beraber sıfırlanmamıştır. Risk minimize edilebilir ancak sıfırlanamaz. Bu nedenle risk yönetimi uygulanmaktadır ve uygulanmalıdır".
Bu görüş, risk değerlendirmesinin de temel felsefesini oluşturur.
Risk, daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, bir kazanın meydana gelme olasılığıdır. Riskin iki bileşeni bulunur: bunlar sıklık (frekans) ve sonuçtur.
Bu bileşenlerin değerlendirilmesine göre riskler ihmal edilebilir, tolere edilebilir ve tolere edilemez olmak üzere 3 sınıfa ayrılmaktadır.
İhmal edilebilir riskte risk azaltıcı önlemler uygulanmaya gerek bulunmazken, tolere edilebilir riskte zaman zaman, tolere edilemez riskte ise mutlaka risk kontrol seçeneklerinin devreye sokulması gerekmektedir.
Türk Boğazları ise, çok iyi biliniyor ki, tolere edilemez risk kategorisinde bulunmakta.
Bu bölgede risk kontrol seçenekleri uygulamaya sokularak riskin yönetilmesi ve mutlaka tolere edilebilir veya ihmal edilebilir düzeye getirilmesi gerekmekte.
Gerçekten de, özellikle geçtiğimiz on yıl içerisinde, Türk Boğazları ile ilgili pek çok risk kontrol yöntemleri uygulamaya konulmuştur.
Özellikle 1994 yılında uygulamaya konulan Trafik Ayırım Şeması ve ekli IMO Kurallar Ve Tavsiyeleri ile birlikte Türk Boğazları Deniz Trafik Düzeni Tüzüğü, ayrıca 2003 sonunda devreye giren Gemi Trafik Hizmetleri sistemi Türk Boğazlarında riskin kontrol altına alınması adına atılmış önemli adımlardır.
Hazar Bölgesindeki zengin petrol yataklarından 1990’lı yılların ikinci yarısında büyük bir hızla artan üretim bir yandan Türk Boğazlarındaki riski arttırırken petrol taşımacılığına alternatif boru hattı seçeneği de , ironik bir şekilde Türk Boğazlarındaki riskin bertaraf edilmesi adına yardımcı unsur olarak yararlı olmuştur.
Bugün geldiğimiz noktada artık “Türk Boğazlarında risk minimize edilmiştir, risk tamamen ortadan kaldırılamaz” söylemini terk etmek zorunluluğu ile karşı karşıya olduğumuzu söylemek zorundayım.
Nedenine gelince;
Risk minimize edilmiştir ne demektir? Bunun anlamı kaza olasılığı 5 yılda bir ise bu -diyelim ki-15 yılda bire çıkarılmıştır ise, ki başka bir anlamı yok, Boğazlarda felaket boyutundaki bir kazayı-15 yılda bir de olsa-tolere edebilir miyiz?
Kaldı ki bu 15 yılın bitiminde de değil, başında da olabilir bu kaza.
Demek ki Türk Boğazlarından geçiş yapan bazı tip gemilerde kaza riskini minimize etmek artık bizim için yeterli değildir.
Sahile metreler ötede yaşayan 10 milyon insanın yaşamı minimize edilen risklere bağlı olamaz. Bu riskin mutlaka tamamen bertaraf edilmesi gerekir.
Riskin tamamen ortadan kaldırılmasının zorluğunu -hatta imkansızlığını- ben de biliyorum. Ancak hedefimiz bu olmalıdır.
Özellikle petrol tankeri ve kimyasal tanker geçişlerinde risk yönetim seçenekleri yeniden gözden geçirilmeli ve bu konuda ilgili kurumlar bir komisyon oluşturarak acilen çalışmalara başlamalıdır. Bu geçişlerde “riskin minimizasyonu değil bertaraf edilmesi” tek hedef olmalıdır.
Bu kez kaza olmasını beklemeyelim. Çünkü bedeli çok ağır olabilir.
******
Sözünü etmek istediğim ikinci konu, Gemi Makineleri İşletme Mühendisleri Odasınca düzenlenen “Denizciliğimizin Sorunları” sempozyumu.
Bu sempozyum 17 Kasım Cumartesi günü Bostancı’daki Gren Park Otelinde gerçekleştirildi.
Bu sempozyumla ilgili başarılı çalışmalarından dolayı Oda başkanı Feramuz Aşkın’ı ve organize eden Süleyman Savaş’ı kutlamak istiyorum. Gerek sempozyum, gerekse sempozyum bildiriler kitabı denizciliğimize yararlı bir çalışma olmuş.
Kaptan Ali Cömert’in bildiriler kitabında yer alan “Türk Boğazlarında Elektromanyetik Kirlilik” başlıklı bildirisi oldukça ilginç ve mutlaka dikkate alınması gerekli bir çalışma. Gerek gemi personelinin gerekse geçiş esnasında görev yapan kılavuz kaptanların maruz kaldıkları radyasyon riski konusunda çalışmaların devam etmesi gerekiyor. İnsan sağlığı her şeyden önemli.
Burada denizciliğimizin özellikle yetişmiş eleman konusundaki sıkıntıları dile getirildi.
Üniversite ve yüksek okullarda yetiştireceğimiz nitelikli denizcilerimizi önümüzdeki yıllarda tonajı ikiye katlanacak olan Dünya denizcilik filosuna ihraç etme fikri ve fırsatı çeşitli konuşmacılar tarafından ortaya kondu.
Ancak bu sempozyumda beni asıl mutlu eden gelişme; Deniz Ticaret Odası yönetiminin de artık üst düzey zabitan yetiştirilmesinin lisans düzeyinde okullarda yapılması yönünde fikir oluşturduğunu görmek oldu.
Yıllardır benim de ortaya koyduğum tez hep bu idi.
Kurslar ile lisans düzeyinde eğitim veren kurumları aynı yeterliği vererek birbirine düşürmek yerine, üst düzey zabitan yetiştirilmesini lisans düzeyinde, diğer sınıfları ise kurslar veya lise düzeyinde eğitim kurumlarından yetiştirerek ülkemizin genç nüfusunu denize yönlendirmek gereğini yazdığım yazılarda ve yaptığım konuşmalarda hep vurguladım.
Sempozyumda Deniz Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Metin Kalkavan’ın da aynı görüşte olduğunu görmek beni mutlu etti.
Ne mutlu ki, ki gerek Piri Reis üniversitesi, gerek Galatasaray Üniversitesi bünyesinde kurulan Yüksek Denizcilik Okulu ülkemize ve dünya denizciliğine nitelikli denizciler yetiştirecekler.
Öğrencileri yetiştirecek olan öğretmenler konusunda önemli eksiklikler var.
Sayın Metin Kalkavan’ın da belirttiği gibi, ülkemizin denizciliğinde her alanda yetişmiş eleman var. Ama az sayıda var.
Öğretmenler de bu sınıfta.
Ancak o gün Cengiz Deniz, Doç Dr. Ender Asyalı, Selçuk Nas gibi değerli öğretim elemanlarının yaptıkları güzel çalışmaları gördükçe bu alanda da imkanlar iyileştirildiğinde çok iyi bir altyapıya kavuşabileceğimize olan inancım arttı. (Prof. Dr. Güldem Cerit’i de bu noktada kutlamak isterim).
Ancak bu konularda gelişmeyi rastlantısal olmaktan ve kişilerin kendi bireysel çalışmalarından beklemekten çok gelişmeyi organize ederek sistemsel hale getirmek zorundayız.
*****
Denizde çalışmanın zor olduğunu ve sosyal bir varlık olan insanın ömür boyu denizde çalışmasının beklenmemesi gerektiğini geçmişte çeşitli yazılarımda gündeme getirmiştim.
Sempozyumda Deniz Ticaret Odası yönetiminin de bu noktada aynı görüşte olduğunu görmek beni mutlu etti.
Demek ki ülkemizde de artık bazı şeyler değişiyor.
Şimdi kabotaj taşımacılığı ve yatırımların doğru yönlendirilerek ülkemiz sahillerinde yolcu ve yük taşımacılığının özendirilmesi konusunda yakın geçmişte yazdıklarımla ilgili de önümüzdeki dönemde mutlaka adımlar atılacağına inanıyorum.
Çünkü aklın yolu (denizcilikte de) bir.
*****
Bugün Uluslar arası Denizcilik Örgütü’nün iki hafta sürecek olan 25. Genel Kurulu’nun ilk günü.
IMPA adına davetli olduğum bu Genel Kurul’a yoğun çalışmalar dolayısıyla katılamadım.
Ülkemiz C grubundan Konsey üyeliğine devam etmek istiyor. Yapılacak seçimlerde Delegasyonumuza gönülden başarılar diliyorum.