Kökenleri Polonyalı asil bir aileye dayanan Conrad’ın babası Apollo Korzeniowski yazar ,çevirmen aynı zamanda bir siyasi aktivistti.
Tam ismi Josef Konrad Korzeniowski olan ancak yazın dünyasının Joseph Conrad ismiyle tanıdığı yazar 1857 yılında Polonyalı bir anne, babadan Ukrayna'nın Berdychiv kasabasında doğdu.
Bu bölge bir zamanlar Polonya Krallığının topraklarına dahildi. Kökenleri Polonyalı asil bir aileye dayanan Conrad’ın babası Apollo Korzeniowski yazar, çevirmen aynı zamanda bir siyasi aktivistti.
Apollo Korzeniowski o dönem Rusya’nın hükümdarlığı altında olan bu bölgenin tekrar Polonya topraklarına katılması için siyasi mücadele verdiği gibi , köleliğin kaldırılmasını ve toprak reformunu savunuyordu.
Bu muhalif görüşleri ve siyasi mücadelesi nedeniyle tüm aile 1862 yılında Moskova’nın beş yüz kilometre kuzeyinde Vologda adı verilen ve soğuk iklimi nedeniye yaşam şartarının son derece zor olduğu bir bölgeye sürgün edildi.
Bir sene sonra şartlar biraz hafifletilerek Ukrayna’nı kuzeyinde yerleşmelerine izin verildi. Ağır sürgün şartlarının da etkisiyle olsa gerek Conrad sekiz yaşında annesini ,on bir yaşında da babasını verem hastalığı yüzünden kaybederek yetim kaldı. Babası öldüğünde aile Polonya’nın Krakow şehrinde oturmaktaydı.
Babası sağlığında elinden geldiğince Conrad’ın eğitimiyle ilgilenmişti, Bu dönemde Viktor Hugo’nun “Deniz Emekçileri” romanı başta olmak üzere deniz ile ilgili okuduğu eserlerin etkisiyle henüz on üç yaşında denizci olmaya karar verdi.1874 yılında bir Fransız gemisinde denizcilik hayatına başladıktan sonra 1884 yılında bir İngiliz denizcilik şirketine geçti ve İngiliz vatandaşı oldu. Denizcilik hayatını 1894'e kadar devam ettirdikten sonra kendini tamamen yazmaya verdi.
Conrad bir Polonyalı olduğunu hiçbir zaman unutmadı ve babasının siyasi mücadelesini devam ettirmeyerek bir göçmen olmayı tercih etmesi nedeniyle hayatının her döneminde pişmanlık duygusu onu takip etti.
Ana dili olmadığı halde eserlerini İngilizce olarak verdi. Başlangıçta bu onun için belki bir dezavantaj olsa da sonra bunu ilginç bir üslup özelliği haline getirmeyi başardı.
Kitaplarının çoğu , arka planında sömürgeciliğe ve emperyalizme ait orijinal gözlemlerin ,saptamaların yer aldığı denize ve denizcilere ait hikayeleri ele alır. Kahramanları genelde karmaşık iç dünyalarıyla ,umarsız , hoyrat ve değişimin pek de mümkün olmadığı bir dünyada var olmaya çalışan,çoğu zaman da bocalayan deniz insanlarıdır. Conrad biraz da kahramanlarının bu özelliklerinden ötürü modernizmin öncülerinden biri olarak kabul edilir.
Joseph Conrad ve dönemin bazı ticaret gemileri
Joseph Conrad “ Karanlğın Yüreği “ ( Heart of Darkness ) romanını 1899 yılında kaleme almıştır.
Romanın kahramanı Kaptan Charles Marlow ,Thames nehrinin ağzında demir atmış ve gel-giti bekleyen Nellie yelkenlisinde çevresindeki denizcilere Afrika’nın bir nehrinde kaptanı olduğu gemide başından geçen olayları anlatmaktadır.
Romanın bu giriş bölümünde anlatıcı Nellie gemisinin kaptanını şu sözlerle tarif eder
“……He resembled a pilot, which to a seaman is trustworthiness personified. …Bir denizci için güvenin insan şeklindeki hali demek olan bir kılavuz kaptanı andırıyordu….…”
Bu ifade kılavuz kaptanlar tarafından dünya genelinde çeşitli ortamlarda sıklıkla alıntılanır.
Marlow başından geçenleri anlatmaya meraklı tecrübeli ve eski bir denizcidir. Anlatıcı bize bu noktada kısa bir Marlow portresi çizerken aslında denizcilerin bazı benzer özelliklerine de vurgu yapar :
“……..İçimizde hala «denizi izleyen» tek adam oydu.Onunla ilgili söylenebilecek en kötü şey, sınıfını özümlemediğiydi. Denizciydi, ama gezgindi de. Oysa çoğu denizcilerin - denebilirse - durağan bir yaşantıları vardır.
Hep evde olmayı düşünürler, evleri de - gemi -hep yanlarındadır. Ülkeleri de yanlarındadır hep: Deniz.
Her gemi birbirine benzer, denizse hiç değişmez. Onlar için, değişmez çevrelerinin
önünden akıp giden yabancı kıyıları, yabancı yüzleri, yaşamın değişken görkemini
örten, bir giz perdesi değil, biraz aşağılayıcı bir yadsımadır -çünkü bir denizci için tek gizemli şey,yaşamındaki tek sevgili, yazgı kadar bilinmez olan denizdir.
Geri kalanına gelince, iş saatlerinden sonra kıyıda sıradan bir gezinti, ya da sıradan bir eğlenti, tüm bir kıtanın gizlerini açıklamaya yeter, denizci de bu gizlerin bilinmeye değmediğini düşünür genellikle. Denizci öykülerinin dolaysız bir yalınlıkları vardır, anlamları da bir incir çekirdeğini ancak doldurur. Ama Marlow (öykü anlatmaya olan merakı sayılmazsa) sıradan bir denizci değildi, ona göre öykünün anlamı çekirdeğin içinde değil, sisi belirleyen parıltı gibi, ay ışığının ölü yalazının ortaya çıkardığı o puslu halelerden biri gibi, öyküyü saran bir şeydi……...”
Marlow geçmişine dair anlattığı hikayesinde bir Belçika denizcilik firmasının Afrika kıtasının nehirlerinden birinde çalışan nehir gemisine kaptan olarak tayin edilir.
Her ne kadar Conrad eserinde bu Afrika ülkesi ve nehrine atıf yapmamışsa da aklımıza ilk olarak o zamanlar Belçika’ya ait bir koloni olan Kongo ve Kongo nehri gelmektedir. Denizcilik firmasının nehir boyunca kurduğu istasyonlar ülkenin çeşitli yerlerinden toplanan fildişi yükünü depolamak ve nakletmek için kullanılmaktadır.
Romana ait bazı kitap kapakları
Burada görev yapanlar genelde Avrupalı şirket görevlileri ve onlara hizmet eden Afrikalı kölelerdir. Conrad bu bölümlerde Avrupalı kolonicilerin bencilliklerini , tepeden bakan tavırlarını ve,zincirlere vurulmuş Afrikalı kölelerin sefaletini ,zavallılığını çok canlı betimlemerle anlatır.
“……. Birer fatihtiler, bu da kaba güçten başka bir şeyi gerektirmiyor. Övünülecek bir şey de değil bu, çünkü senin gücün yalnızca başkalarının güçsüzlüğünden doğan bir kazadır. Yalnızca elde etmiş olmak uğruna, ellerine geçeni kaptılar.
Yaptıkları şiddetli bir soygundan, geniş çapta bir kıyımdan başka bir şey değildi, üstelik gözü kapalı yapıyorlardı bu işi. Karanlıkla kapışanların böyle yapmaları da doğaldır. Dünyanın fethi, yani dünyanın, rengi bizimkinden farklı, ya da burunları bizimkinden az daha yassı insanların elinden alınması işi, üzerinde düşünülecek olursa, pek de hoş bir şey değil……”
. “…….Bir seferinde, kıyının açığına demirlemiş bir savaş gemisine rastladık. Bir kulübe bile yoktu görünürlerde, ama kıyıyı topa tutuyordu. Anlaşılan,Fransızların savaşlarından biri sürüyormuş o sıralarda…..;
…. Toprak, gökyüzü ve denizin oluşturdukları o boş sonsuzluğun içinde, anlaşılmaz bir biçımde, bir kıtaya ateş ediyordu. ……
Tüm bu işlemin çılgınca bir yanı, tüm görünümün hüzünlü bir gülünçlüğü vardı; bizim gemideki birisinin de bana, büyük bir içtenlikle, görünmeyen bir yerde bir yerli kampı - düşman diyordu onlara! - olduğunu söylemesi, bu duyguyu dağıtmaya yetmedi…….”
Marlow şirketin çalışanlarından Kurtz adlı bir yetkilinin ismini çokça duymaya başlamıştır. Kurtz nehrin ana karaya doğru uzandığı iç bölgelerde görev yapan fildişi temin etmekteki emsalsiz becerisiyle sivrilmiş gizemli biridir. Ancak kendisinden bir süredir haber alınamadığından Marlow ,şirket temsilcisi ile beraber bazı Avrupalı görevliler ve emrindeki yerlileri de yanına alarak gemisiyle nehir boyunca iç bölgelere doğru bir yolculuğa çıkar. Bu yolculukla ilgili detayları anlatırken Marlow bize nehir boyunca sık ormanlarla kaplı ,nemli ,puslu ve amansız bir sıcağın hüküm sürdüğü vahşi doğayı karanlığın içinde kalarak sessizce izleyen ,duyumsayan bir canlı gibi betimler :
“……Dünya başka bir dünya gibiydi. Uysallaştırılmış, zincire vurulmuş bir canavara bakmaya çalışmıştık, oysa orada, canavarca ama özgür bir şeydi gördüğümüz.
Dünya dışında bir şeydi……..”
“……Orman etkilenmemişti; gizli bir bilgiçlik, sabırlı bir bekleyiş, yaklaşılmaz bir sessizlik havasıyla, bir maske gibi - kapalı bir hapishane kapısı gibi - ağır,mbekliyordu. …..”
Kaptan Marlow ve yanındakiler yerlilerin saldırılarına da maruz kaldıkları oldukça çileli bir yolculuktan sonra Kurtz’un bölgesine ulaşırlar. Oldukça garip ,ürkütücü bir yerdir burası.Kurtz çevresinde kendisine ölümüne bir bağlılıkla adeta tapan yerlilerle beraber ,ölümün izlerinin her yerde olduğu bu tuhaf köyde adeta bir tarikat lideri gibi yaşamakta ve hüküm sürmektedir.
Yaşadığı mağaranın hemen dışına dikilmiş kazıkların üzerindeki kesilmiş, kurumaya yüz tutmuş kafatasları mağaranın kapısına bakacak şekilde konumlandırılmıştır. Kurbanların cezalandırdığı kendi adamları mı yoksa düşman bir kabilenin savaşçıları mı olduğu belli değildir.
Kurtz’un İngiltere’de tanınmış bir aileden gelen ,iyi eğitim almış,başarılı bir yönetici olarak geçirdiği değişim aklın sınırlarını zorlamaktadır.Ancak kültürü ,etkili konuşması ve ikna gücüyle çevresindeki insanlar üzerinde adeta bağımlılığa yol açan garip karizması Marlow’u da etkisi altına alır.
.Bu haliyle Kurtz medeniyetin cilasını üzerinden atmış , vahşi özüne dönmüş hayvansı bir insan izlenimi uyandırmıştır Marlow üzerinde. Ancak Kurtz oldukça hastadır ve sedyeyle gemiye taşınır daha doğrusu biraz da zorlanır buna.
Marlow burada belli belirsiz gemide beraber yolculuk yaptığı Avrupalı koloniciler ile Kurtz arasında bir karşıtlık kurar : Aslında hepsi bir kıtanın zenginliklerini yağmalama ,insanlarını köleleştirme işinde beraberdirler. Ancak önemli bir farkla :
Kurtz diğerleri gibi bu vahşi sömürüyü Afrika’ya Avrupa medeniyetini götürme ,vahşileri hak dinine davet etme gibi zahiri amaç ve ideallerin arkasına iki yüzlü bir şekilde gizlemez. Yapmakta olduğu işe gerçek anlamını vererek , belki de insanın yeryüzündeki milyonlarca yıllık serüveninin üzerindeki bin yıllık medeniyet astarını yırtıp atarak ,vahşi doğasına dönerek yapar bunu. Bu noktada diğerlerinden çok daha samimi ve sahicidir.
Kurtz dönüş yolculuğunda gemide can verir ve son sözleri “….Dehşet ama ne dehşet….” olur. Yaptıklarının ve yol açtıklarının itirafı gibidir bu.
Karanlığın içinde atan yürek ,sessizce bizi izleyen doğa , tüm nafile insan uğraşılarının üzerinde en son sözü söyleyecek dışımızdaki evrendir. Doğanın mahremiyetine hoyratça el uzatan kişi eninde sonunda kendi içinde saklı uçurumun kapısını açar ve kendisini onun dibinde bulur.
‘……...Kendisi bu eksikliğinin farkında mıydı, değil miydi, bilmiyorum.
Sonunda fark etti, sanıyorum - ama en sonunda orman onu erkenden yakalamış, bu akıl almaz baskının öcünü de çok kötü bir biçimde almıştı. Kendi hakkında bilmediği, ancak o büyük yalnızlığıyla baş başa kalınca görebildiği şeyler fısıldamış olmalı orman kulağına - ve dayanılmaz ölçüde büyüleyici bir fısıltı olmalıydı bu. İçinde yankılandı, çünkü içi boştu…....’
Sanırım kitabın özellikle bu bölümleri iklim değişikliğinin,eko-sistemin çok konuşulur olduğu günümüze de adeta bir uyarı niteliğinde ve bu yönüyle son derece güncel mesajlar içeriyor.
KARANLIĞIN YÜREĞİ VE KIYAMET FİLMİ ( APOCALYPSE NOW )
Yönetmenliğini ve yapımcılığını Francis Ford Coppola'nın yaptığı 1979 tarihli Kıyamet filminin senaryosu Joseph Conrad'ın bu önemli romanının bir uyarlamasıdır. Romanın konusunun geçtiği Kongo ve Kongo nehri filmde yerini Vietnam'a ve Nung nehrine bırakmıştır ancak iki eserde de arka planda tüm acımasızlığı ve vahşiliğiyle emperyalizmin olduğunu görürüz.
Martin Sheen tarafından canlandırılan Yüzbaşı Benjamin L.Willard komuta kademesi tarafından kendisine adeta tapan yerel unsurlarla beraber sıra dışı yöntemlerle Kuzey Vietnamlılarla savaşmakta olan Albay Walter E.Kurtz'u bulmak ve etkisiz hale getirmekle görevlendirilir.
Filmden bazı kareler
Filmde Kurtz rolünde Marlon Brando unutulmaz bir oyunculuk sergilemiştir . Yine filmin en unutulmaz sahnelerinden birinde Robert Duvall tarafından canlandırılan Yarbay Bill Kilgore komuta ettiği helikopter filosuyla içinde daha çok yaşlılarla kadın ve çocukların yaşadığı masum bir Vietnam köyünü napalm bombalarıyla yerle bir eder. Helikopter filosunun bu katliamı, devreden verilen Alman besteci Wagner'in ünlü eserii Ride of the Valkyries müziği eşliğinde gerçekleştirmesi filmin en unutulmaz sahnelerinden biridir ve Conrad' ın eserlerinde çokça gönderme yaptığı medeniyet görünümündeki barbarlığa güncel bir gönderme olduğu söylenebilir.
Francis Ford Coppola asistanları ile filmin setinde
Birçok sinema eleştirmeni tarafından 20.yüzyılın en önemli on filmi arasında gösterilen Kıyamet ( Apocalypse Now ) 2000 yılında Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmlerden biri seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir.
Alpertunga Anıker