Artık kaçak göçmenlerin denizde yüzleştikleri trajik ölüm haberlerini gazetelerde okumak iyice sıradanlaştı. Bebek, çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek, bir ailenin tamamı devrilen, batan teknelerde umuda yönelmiş yolculuklarını ölümle sonlandırıyorlar. V
Artık kaçak göçmenlerin denizde yüzleştikleri trajik ölüm haberlerini gazetelerde okumak iyice sıradanlaştı.
Bebek, çocuk, yaşlı, genç, kadın, erkek, bir ailenin tamamı devrilen, batan teknelerde umuda yönelmiş yolculuklarını ölümle sonlandırıyorlar. Ve bir kaç günlük gazete haberi olmaktan öte değer taşımıyor bu ölümler. Oysa ardı ardına yaşanan söz konu trajediler alıştığımız, kanıksadığımız olaylar olmamalı.
Yoksulluktan, savaşlardan, değişmeyeceğine inandıkları otoriter rejimlerin dikte ettiği kaderlerinden kaçmaya çalışan, çoğu zaman yanlarında çocuklarını da götüren bu insanlar varını yoğunu verdikleri insan tacirlerinin elinde ölüme giden yolun geri dönmeyen yolcuları olmaktadırlar. Bu kahreden yolculuklar çoğunlukla köhne teknelerin içinde umut yolu olarak gördükleri denizlerde sonlanmaktadır.
Kaçak göçmenlerin denizler ortasında kimsesiz ölümü tüm insanlığı utandırması gereken yüz kızartıcı uluslararası cinayet aslında.
Onların sahipsiz ölümleri insanlığın bir yanının yitişi gibi gelmiştir hep bana. Özellikle birçok ülke insanından oluşan uluslararası yasa dışı örgütlerin bu ölüm yolculuklarını organize ettiğini düşünürseniz insanlığın bir parçasının yitişini daha iyi hissedeceksiniz.
İnsan tacirleri basitçe insanın doğasına, fıtratına aykırı ortamların ürettiği kötülerden oluşmuş insan topluluğudur. Sosyal mikrop ya da toplumun içindeki virüs de diye biliriz bunlara. Vücudumuz zayıf düştüğünde nasıl mikroplara karşı savunmasız kalırsa savaşların, faşist rejimlerin, yoksullukların, feodal baskıların vs. arttığı ülkelerde bütün toplumsal yapılar zayıflar ve özelde bireyler her türlü kötülüğe açık savunmasız hale gelirler. Dolayısı ile de sosyal mikrop ve virüslerin hedefi olurlar.
Kaçak göçmenlerin istisnasız tamamı insana ve hayata dair evrensel değerlerin hiç bir öneminin kalmadığı, demokratik hak ve özgürlüklerin hukuk devleti güvencesi altında olmadığı dikta rejimleri ya da kabile devleti diye tanımladığımız ülke insanlarıdır. Bunun teyidini BM raporlarında görebilirsiniz.
İnsan ticaretin de ülkemizin son senelerde yoğun olarak geçiş yolu olarak kullanıldığı maalesef çok aşikâr duruma gelmiştir. Güzelim Ege ölüm denizi olacak böyle giderse. Uyuşturucu ticaretin de geçiş yolu olarak kullanılan ülkemizin insan ticaretin de aynı üne kavuştuğunu maalesef uluslararası kurumların söylemlerinde sözlü ve yazılı olarak
görmek mümkün.
Kimse bana kızmasın. Durum bu.
Buna dur demenin "bir" yolu bu konuda ki cezai müeyyideleri af kapsamı dışında tutup bu ticaretin neresinde yer alırsa alsın istisnasız herkesin ağır müeyyidelere tabi tutulmasından geçiyor. Yaşam boyu hapis gibi... İnsanları bilerek ölüme giden yolda ticari meta olarak görmek tartışmasız fiilen katliam yapmak demektir. Bu isin bir yerinde olmak da bu katliama ortak olmak demektir. Bu olayı bitirir mi? Tabii ki hayır. Ama caydırıcı olacaktır mutlaka.
Ne zaman bir kaçak göçmen teknesi batıp insanlar boğularak ölse o acı öfke içinde ilk aklıma bu tekne kimindi, Kaptanı kimdi, kimlerle yatar kalkardı. Tekne nereden, ne zaman ve nasıl hareket etti, en son yakıt ikmalini nasıl yaptı sorular gelir. Bilmem anlatabildim mi?
Bu konu da toplumsal bilinç, farkındalık ve duyarlılığı oluşturmak STK’ların ve devletin ortak çalışması ile pekala mümkün.
Olurda deniz de kacak göçmen tekne veya teknelerine rastlarsanız o an insanlığın kendi payınıza düşen utancıyla karsı karşıyasınız demektir. O fırsatı insanlık ve kendi adınıza iyi değerlendireceğinizden benim hiç kuşkum yok.
Sevgiler herkese
Kemal Murat Güler